Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Ağustos '14

 
Kategori
Deneme
 

Esma'nın yüzüğü (Roman denemem) (üçüncü )

Esma'nın yüzüğü (Roman denemem) (üçüncü )
 

grev


Dolmuşa bindi. Aklında Remzi hocanın sözleri vardı.

Kafasını dolmuşun oturağının arkasına yaslayıp hafiften gözlerini kapadı. O sıra aklında bin bir düşünce uçuşuyordu.

Hep böyle olurdu. Yeni bir işyeri örgütlemesi onda tarifsiz bir duygu fırtınası yaratırdı.

Yaklaşık dört yıldır ömrünün nerdeyse dörtte biri yollarda geçmişti. Bu süre zarfında dolaşmadığı yer kalmamıştı.

Tabi her gittiği yerde yeni yüzler tanımış, yeni dostluklar edinmişti.

Bunları aklından geçirirken ineceği durağa geldiğini fark edip dolmuşçuya ineceğini söyledi ve dolmuştan indi.

Evi hemen karşıdaydı. Karşıya geçip evine geldi. Kapıyı açıp girdi.

Daha önce de yazmıştım; evi tam bekar eviydi…

Yani her şey ortalıktaydı… Hiç düzeltilmeyen yatağı, hemen yanında bir kapısı hep açık dolabı, onun biraz ilerisinde önünde masası, masanın bir kenarına yığılı kitapları ve masanın üzerinde bir kül tablası. Masanın hemen önünde bir sandalye, duvar dibinde iki sandalye bir kürsü bir de yayı çıktığı için geriye kaykılmış bir koltuk. Odanın bütün eşyaları yerdeki kilimi, duvara asılı yağılı boya tablo ve duvar askısını saymasak bunlardı.

Ev iki oda bir mutfaktı. Öbür oda nerdeyse bomboştu. Boşluğu dolduran yerdeki kilimle bir köşeye konmuş eski bir somya üzerinde bir yatak yastık ve battaniyeden başka odada hiçbir şey yoktu.

Mutfakta ise bir tek tüp, duvara asılı çanaklıkta bir iki tabak, dört çay bardağı üç tane de rakı kadehi olarak kullandığı uzun bardak vardı. Kaşıklıkta ise bolca kaşık çatal ve çay kaşığı vardı. Hemen yanlarında güzel bir yatağan bıçağı sokulu duruyordu.

Buzdolabı falan yoktu. Tel dolap gibi dolabın içinde küçük bir kavanozdaki zeytinden başka hiçbir şey yoktu. Zaten olmasına gerek yoktu. Çünkü bu evi yılda bu şehre geldiği sıralar kullanırdı. Diğer zamanlar evde in cin top oynardı.

Eşyaları sayarken hep çekili duran perdeleri unuttuk tabi. Onları da üç yıl önce anası gelince getirmiş ‘yoşumuş’ çiçekli perdelerdi.

Evine girince içini bir ürperti kapladı. Nedense bu eve bir türlü alışamamıştı. Eve her gelişinde içini bir suçluluk duygusu kaplardı.

Dört yıl önceydi. İşten çıkarılmış sendikaya gidip geliyordu. O sıra gelmişti anası. Onun 74 affıyla okula dönmesine çok sevinmişti kadıncağız. İçinde hep oğlunun mühendis olacağı, onu evlendirip baş göz edeceği umudu vardı.

Nedense bu oğlunu diğer üç çocuğundan hep farklı tutardı.


Oğlunun okula devam ettiğini düşünerek onu görmek için gelmişti. Kız kardeşi vardı. Onun evinde kalıyordu. O sıra ona “oğlum sana yeni bir ev tutalım. Kardeşin Karşıyaka’da tanıdığı bir arkadaşının annesinin evi varmış. Tam sana göre, bahçe içinde kutu gibi bir ev. Yanına bir arkadaşını alır, birlikte kalırsın” demişti.

O sıra evinde kaldığı arkadaşı da bu ev işini uygun görmüş “birlikte kalalım” demişti.

Ancak o o sene okulu yine asmış, kendini sendika macerasına kaptırmıştı. Bunu anasına söylemedi “olur ana iyi düşünmüşsün. Okul nasıl olsa gece. Buradan rahat rahat gider gelirim” demişti. Kadıncağız oğlunun bu sözleri üzerine hemen o evi tutmuş, kardeşi teyzesi ile birlikte evi pırıl pırıl temizlemişler. İçini güzelce dayayıp döşemişler. Arkadaşı da kendine ait eşyaları getirmiş.

Şimdi pencerede hiç açılmadan duran ‘yoşumuş, o sıra yeni’ çiçekli perdeleri pencerelere çekince ev baya ‘ev gibi’ çok şirin bir ev olmuştu.

İşte o gün o evde. Evde anası kardeşi ve beraber kalacağı arkadaşı vardı.

“Nasıl beğendin mi?” diye sormuşlardı. O soruya “beğendim” diye cevap verirken içi acımıştı. Çünkü Kayseri Maden-İş Bölge temsilcisi Kayseri’de örgütlenecek bir işyeri olduğu yolunda telefon edince ona “git bir bakalım Kayseri’ye” demişlerdi.

Sendika yeni kurulmuş bir sendikaydı. Yaşaması için mutlaka işyeri örgütlemesine ağırlık verip aidat gelirini artırması gerekiyordu. Örgütlenmek için para lazımdı. Yani örgütlenip aidat gelirini artıracak, o parayla yeni işyeri örgütleyecek. Yani kendi içinde bir sarmaldı bu.

İşyerinde sendik üyesi olduğu için işten çıkarılınca sendikaya gidip gelirken bölge temsilcisi onu bir odaya çağırmış. Orada bunları söylemiş ve “sen bu sendikayı örgütleyebilir misin? Bu görevi üstüne alır mısın?” deyince o hiç “ben sendika nedir? Nasıl örgütlenir bilmem? Onun için bu işi yapamam” dememiş; “yaparım” demişti.

Onlar da ‘nasıl olduysa?’ bu sendikanın bütün örgütleme sorumluğunu ona vermişlerdi. O sıra ona Kayseri konusunu açıp “git bak” demişlerdi ve o gün anası, teyzesi ve kardeşiyle birlikte onların onun için tuttuğu eve gelmiş onların “nasıl ev güzel olmuş mu?” sorusuyla karşılaşınca ondan içi acımıştı.

Çünkü anasına “ana ben okulu yine ara verdim, bir sendikanın örgütlemesinde görev aldım” diyemezdi. Onlara sadece “ben bir iş için üç günlüğüne Kayseri’ye gidiyorum. Şimdilik arkadaş kalır. Dönüşte onunla beraber kalırız” demişti. Anası bunu duyunca çok üzülmüş “yine mi oğlum. Yine mi çekip gideceksin? Bir gittin üç yıl sonra bulunup geldin. Yine üç yıl bekleyecek miyim seni?” demişti.

O sıra anasının boynuna sarılmış “yok bu kez gerçekten üç gün sonra döneceğim canım anacağım” diye gönlünü almaya çalışmıştı. Çünkü kendisi de Kayseri’ye üç beş günlüğüne gideceğini düşünüyordu.

Ama anacığının dediği gibi dönmemişti geriye. Üç yıl sonra geldiğinde ev kapanmıştı tabi. Birlikte kalacağı arkadaşı o gelmeyince eşyaları alıp başka bir yere taşınmıştı. İşte penceredeki perdeleri de o arkadaşı vermişti ona “al anan bu perdeleri kendi diktiğini söylemişti. Kıyamadım sakladım sana geri vermek için” demiş ve perdeleri vermişti.

Bunları hatırlayınca masanın yanındaki sandalyeye oturdu, dirseğini masaya dayadı; öylece hiçbir şey düşünmeden epey kaldı.

Canını sıkan bir şey olunca hep bunu yapardı. ‘Nasıl becerirdi?’ bilmem; ama canını çok sıkan bir şeyi çok kısa sürede unutup aklını başka şeye vermeye becerirdi. Şimdi de masaya ellerini dayamış dururken aklına Remzi Hocayla buluşacağı geldi. Ama onunla buluşmasına daha üç saat vardı.

Kalktı yanında götüreceği eşyaları hazırlamaya başladı. Bir kapısı hep açık duran dolabın öbür kapısını da açtı. Orada asılı duran iki gömleğini aldı. Pantolonu aldı. Pijaması çantasında hep bulunurdu. Çantasını açıp önce çantayı boşaltmaya başladı.

Sonra durdu. Çantayı hafiften okşayıp “Kusura bakma; bu seferki yolculukta sen yoksun” dedi. Bunu derken biri görse çantaya konuşurken görse kesin deli zannederdi. Ama onun eşyalarıyla konuşma huyu hep vardı. Bir kere her eşyasının adı vardı. Örneğinin Adana’dan aldığı iki gömleği vardı. Onları giyeceği zaman “gel bakalım Adanalı bugün seninle olacağız” derdi. Neyi nerden aldıysa o eşyaya o yerin adını verirdi. Bazıları da isimsizdi. Onlara öksüz adını koymuştu.

Şimdi de askıdan gömleklerini alırken “gelin bakalım Adana güzelleri” diye mırıldanmıştı. Pijaması Denizli işiydi. Ona “hemşerim” derdi. Çantadan hemşerisini de çıkardı.

Alttaki sendika evraklarını ve üye fişlerini çıkarıp bir kenara koydu. Yine hep çantasında taşıdığı mimari ve betonarme projeyi çıkarıp masaya koydu.

Sonra dolabın alt gözündeki öksüzlere el attı. Onlar atlet, don ve çoraplardı. Onları alırken “şuradan şu öksüzlerden de çıkarayım” deyip iki atlet, bir don bir çift de çorap çıkardı.

Dolabın üstüne koyduğu sırt çantasını indirdi.

Çanta toz içindeydi. Onu önce mutfağa götürdü. Bu sıra hep konuşuyordu. “Amma kirlenmişsin ha! Oğlum bu kirle durulur mu böyle, karışmam bak bitlenirsin sonra” derken çantayı güzelce temizleyip odaya geldi. Kendi çantasını aldı “sen şimdilik burada dur” deyip onu masanın yanına düzgünce koydu. Sonra sırt çantasını yerleştirmeye başladı.

En alta hep olduğu gibi ‘belki lazım olur diye’ yeni iki üye fişi koçanı koydu. Başka evrak koymaya gerek duymadı.

Onun üzerine öküzleri koydu. Onun üzerine Denizli işi pijamasını ve çoraplarını koydu. Hiç kullanmadığı; ama hep yanında taşıdığı diş fırçası ve macununu da pijamanın arasına koydu. Onların üzerine Adana güzelleri dediği iki gömleğini koydu.

Onun üstüne kotunu koydu. Yarım kalmış kitabı koydu. Mimarı projeyle betonarme projesini koymaya gerek görmedi. Onları yanında taşımasının nedeni; gittiği yerlerde, kaldığı otellerde kendini tanımayan insanlara ‘ne iş yaptığını sorarlarsa’ mühendis olduğunu söylüyor, projeleri de kaldığı otel lobisinde arada bir çıkarıp bakıyordu.

Çünkü gerçekten ortalık çok karışıktı. O da hep kendini bu şekilde kamufle etmeyi seçmiş, bunun da çok kere yararını görmüştü.

Ama şimdi ‘h’alasına bayram ziyaretine gideceği için onları almaya gerek görmemişti.

Başka koyacak şeyi olup olmadığını düşündü. Koyacak şeyi kalmadığına karar verince çantanın fermuarını çekip kapattı.

Daha iki saat zamanı vardı. ‘Epey zaman var’ diye mırıldanıp yatağına uzandı. (devam edecek)
 

 

 
Toplam blog
: 182
: 232
Kayıt tarihi
: 12.02.13
 
 

Sanat Enstitüsü yapı bölümünden 1967 yılında Denizli'den mezun oldum. Buca Mimar Mühendislik Özel..