Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Haziran '11

 
Kategori
Siyaset
 

Etnik Irkçılığın tanınma arzusuna bir bakış

Etnik Irkçılığın tanınma arzusuna bir bakış
 

Etnik ırkçılığın en sevdiği şey bulanık suda balık avlamak. Sadece çarşıyı, pazarı, çoluğu, çocuğu yakarak değil kelimeleri de iki dilli kullanarak karışıklık çıkarıyor. Böylece hem kendi tehditlerini “demokrasi” istismarıyla hepimize kabul ettiriyor, hem de bütün Kürtleri, kendisi gibi saldırgan, mütecaviz gösterebiliyor. Bir yandan “Kürtler hayatınızı cehenneme çevirecek!” diye bağırıyor, diğer yandan Kürtlerin toplumsal hayattan dışlandığını söylüyor. 

Etnik ırkçılar, yaptıklarının farkında değil, inşallah değil… Hiç kimsenin tartışmadığı konulardan biri “Kürt halkının tanınması” diye ifade edilen şey. Buna göre yıllardır varlıkları inkâr edilen bir halkı tanımalıymışız. 

Etnik ırkçılığın toplumsal kökeninde “tanımanın” esas unsurları maddidir. Etnik ırkçılık bu yüzden sembolleri ve ilkeleri değil, aynen hayvanlar gibi kokuyu, doğrudan görünüm benzerliğini hatta aynılığını vs tanıyabilir. Etnik ırkçılığın değişmez kapalı toplum hayalinde, herkes kendi kabilesinin kıyafetiyle, hatta fizyonomisiyle tanınmalıdır. Ayrıca her kabile, değişmeyen sınırlarla birbirinden ayrılmalı ve o sınırları, tavukların bile ihlal etmesine izin verilmemelidir. “Sivas’ın/Fırat’ın doğusu” tehditkâr söylemlerinin temeli bu kadar ilkeldir. 

Bu noktada “ tanımak” kelimesinin işe geldiği gibi kullanılan iki anlamı üzerinde duracağım. Bunlardan biraz önce bahsettiğim “bilmekle” ilgili tanımak durumudur. Diğeri ise “egemenliğinin kabul edilmesi” durumudur. 

Etnik ırkçılar, kendilerinin, “Türk” denen kitleden derhal ayrılabilen, ayrılamasa bile kendini ayrı kabul eden bir halk olduklarını dolayısıyla da Türk egemenliğinin kendileri için geçerli olmaması gerektiğini savunuyorlar. Bunun herhangi bir hukuki gerekçesinin olup olmamasını önemsemiyorlar, bir şeyin sırf onlar istedikleri için olması gerektiğini düşünüyorlar. Kazın ayağı öyle değil maalesef… 

Bugün ellerinde Molotoflarla, mikrofonlarla, taşlarla milleti sürekli tehdit edenler, “Kürtler yaşamı cehenneme çevirecek!”(16 Mayıs 2010) diyenler, “egemenliğin”, meselâ bir çakal sürüsünün, vücut kokusuyla işaretlenmiş av sahasındaki hükümranlığı olduğunu sanmaktadır. Bu yüzden “Türk millî egemenliğini”, kılları, kulakları, rengi, kokusu kendilerinden farklı olan bir başka canlı türünün av sahası hükümranlığı olduğunu düşünmektedirler. 

Bugüne kadar memlekette istedikleri gibi mal-mülk edinmelerinin, mahkemeye gidebilmelerinin, hak talep edebilmelerinin, okuyabilmelerinin sebebinin, o bir türlü anlayamdıkları egemenlik olduğunu anlayamamaktadırlar. Bugün bize karşı kullandıkları fikirleri ve araçları var eden ortam, vatandaşların etnik kökenlerine, kıllarına, renklerine, kokularına karşı kör ve onlara karşı ayrımsız davranan Türk egemenliğidir. 

Onlar ise bu egemenlik sahasında ” ayırt edilebilmeyi” istemektedirler. Sadece ayırt edilebilmeyi değil, hem bu egemenlik sahasının yarattığı nimetlerden sonuna kadar yararlanıp hem de ayrıca kendilerine ait bir dokunulmazlık sahası arzulamaktadırlar. Yani Türkiye’yi bölmek istemektedirler. 

Türk Milleti, egemenlik sahasında başka bir güce izin vermeyeceğini İstiklâl Harbi’nde göstermiştir, gerekirse tekrar gösterecektir. Bu açıdan, Türk Milleti, memleketi fiilen işgal etmiş büyük devletlerin ordularını bile tanımayıp ezmişken, eli Molotoflu, boynu poşulu üç beş teröristin “egemenlik” talebini kesinlikle tanımaz ve ezer. Devletlerin hayatında çok kısa zamanlara tekabül edecek kararsızlık dönemlerini her millet yaşayabilir, ama bu, egemenliğimizin tartışılabilir hale geldiğini göstermez. 

Kısaca şöyle söyleyelim: Türk Milleti, içinde sayısız etnik unsuru vs barındıran büyük bir halita/alaşımdır. Bir alaşımı oluşturan metaller nasıl birbirinden ayrılamaz hale gelmişlerse Türk Milleti de öyle bölünmez bir bütündür. Bundan dolayıdır ki etnik ırkçılarla Kür’tleri aynı kefeye koymamaktadır, çünkü aile beraberlikleri kurduğu, binlerce yıldır beraber yaşadığı, kendi büyük millet ailesinin bir mensubu haline gelmiş Kürt kavmi ile etnik ırkçıların hayvanî saldırganlığını özdeşleştirmemektedir. Değerleri ve yaşayışı bunu yapmasını doğal olarak engellemektedir. 

Egemenlik gibi bir şey tanınmayacağına göre etnik ırkçıların “Kürtlerin tanınmasından” kast ettikleri ne olabilir? Onların istediği anladığımız kadarıyla şudur: Nüfus cüzdanlarında bir etnik aidiyet belirtilmesi, buna göre etnik kimliklerin her birinin devlette ayrı ayrı muamele görmesi. Peki devlet organlarını kim yaratmıştır? Bu devletin adı nedir? Arazi anlaşamazlıkları olduğunda gidilecek tapu dairesi kimin eseridir? 

Bir insanın sadece günlük ilişkilere değil, resmen etnik olarak işaretlenmesi demokrasiyle ve hukukla bağdaşır mı? Böylece diyelim ki Kürtler herhangi bir münasebet kuracaklarında önce kimliklerini gösterip Kürt olduklarını ibraz edecekler ve ondan sonra da Kürt oldukları için ayrıcalıklı muamele görmeyi mi bekleyeceklerdir? Eğer herkesle eşit muamele görmek istiyorlarsa ki öyledir, kimliklerinde Kürt ibaresinin geçmesinin ne önemi kalacaktır? 

Her şeyden önce bilinmelidir ki dünyanın bütün ülkelerinde, o ülkeyi kuran milletin adı, sosyal ilişkilerde ve devlet işlemlerinde kabul edilen, tek ve tartışılmaz sosyolojik addır. Bir devletin bağımsızlığının anlamı, o devleti kuran milletin kendi topraklarında tek bir adla tanınmak hakkını dünyaya kabul ettirmiş olmasıdır. Dolayısıyla hem bu hakkı kullanıp hem de milletten ayrı ve ona “eşit” bir etnik kimlik edinmeye çalışmak o millete savaş ilan etmektir. Ayrıca… 

İnsanların kimliklerinde “Kürt” yazmasını istemekle ceketlerinin üstüne, Hitler Almanyası’ndaki gibi Yahudi olduklarının herkesçe bilinmesi için altı köşeli yıldız diktirmek arasında hiçbir fark yoktur. İki düşünce de açıkça ırkçıdır. İnsanları etnik aidiyetlerini açıklamaya mecbur etmek, normal bir hukuk devletinde düşünülemez bile. İnsanların bir hukuk devletinde, bütün hak ve sorumluluklar konusunda ayrımsızlığının sosyolojik etiketi olarak bir millete mensup olmaları ayrı bir şeydir, doğuştan taşıdıkları etnik aidiyet başka bir şey. 

Bir millete mensubiyet o milletin tarihine, siyasetine, hukukuna, başarılarına ve kederlerine otak olmak demektir ki bu “açık” bir ilişki biçimidir. Oysa bir etnik gruba mensubiyet, doğrudan kanla, ırkla ve belirgin hayvansal benzerliklerle tanınmakla sınırlı, “kapalı” bir ilişki biçimidir. Etnik aidiyetteki benzerlikleri” hayvansal” olarak nitelendirmemin sebebi şudur: Bu benzerlikler, kan bağının sürdürüldüğüne dair, içinde hiçbir soyutluk, insani kabul barındırmayan aynılaştırma ölçütleridir ki bu ölçütleri hayvan cinslerinin türlerini birbirinden ayırmakta kullanırız. Hiçbir hayvan kan bağının belirleyiciliğini aşan bir “benzerlik” oluşturamaz. 

Oysa “milletleşme” insanların, tabiatın genetik korumacılığını aşarak oluşturdukları gönüllü beraberliklerdir ve gönüllü benzeşmeleri içinde barındırır. Meselâ sevilen futbolcu Pasacal Nouma’nın ten rengi bizi ilgilendirmez. Bizi ilgilendiren şey, onun bizim değerlerimize duyduğu yakınlıktır. Bizim değerlimizi benimsediği, sevdiği için onu kendimizden sayarız ve böylece ten renginin getirdiği doğal ve giderilemez farklılık önemini yitirir. Onu kendimizden saydığımızda Pascal Nouma’yı inkâr etmiş mi oluruz? Ten rengini önemsemediğimiz ve onu bir Türk saydığımız için ırkçı mı oluruz? 

Ama Türkiye’deki etnik ırkçı Kürtçülerin isteği, Pascal Nouma’nın zenci olduğunu herkesin görmesi ve ona “zenci” gibi muamele edilmesidir. Eğer içimizden biri Pascal Nouma’ya siyahi olduğu için farklı muamele etse, bu kesinlikle affedilmez bir ayıp ve daha kötüsü suç sayılır. Oysa etnik ırkçı Kürtçüler, onun hayatın her anında zenci olduğunu görmemizi istemektedir. Pascal Nouma’ya ırkına göre nasıl davranmamız gerektiğini biz bilmeyiz, çünkü bizim toplumsal kodlarımızda insanların ırklarına göre muamele diye bir şey yoktur. Bizim için tek ölçü davranışlarda, kültürde, konuşmada kısaca günlük hayatımızın akışı içinde, ferdin bizimle uyum içinde yaşayıp yaşayamadığıdır. Bizimle uyum içinde yaşayanları çok kısa süre içinde benimser ve Türk sayarız, bize uyamayanlara, daha fazla saygı gösterir ve onlara da turist muamelesi yaparız. Turistleri baş tacı eder ve ağırlar ama bir gün yurtlarına döneceklerini biliriz. Meclisimize turistleri seçmez. 

Bizden farklı olanlarla demokrasi kurmayız. Demokrasinin içindeki egemenlik aygıtlarını “farklı olana” kullandırtmayız. Bu her yerde böyledir. “farklı oldukları için birinci sınıf” vatandaş muamelesi görenler sadece Güney Afrika gibi ırkçı yönetimlerin yöneticileridir. Eğer “farklı olduğunuzu “ remiyette kabul ettirmek isterseniz bu, egemenlik aygıtlarımızdan uzaklaştırılmanızı gerektirir. Bizim “aynılığımız” değer aynılığı, etnik ırkçı Kürtçülerin “aynılığı” ise ırk aynılığıdır. 

Eğer Kürtler resmiyette, bir belgeyle Kürt olarak tanınmak isterlerse elde edebilecekleri tek şey Irak’ta, İran’da Suriye’de olduğu gibi toplumsal hayattan kendiliğinden dışlanmak olacaktır. Bir ırkın resmi belgeyle ibraz edilmesiyle, bir hayvanın, kulağından küpelenmesi arasında hiçbir fark yoktur ve bu son derece aşağılık bir iştir. Ve hiçbir Türk, kız alıp kız verdiği Kürt kardeşlerine böyle bir muameleyi reva göremez. 

İşte Türkiye’de “Kürtler adına savaştıklarını söyleyen etnik ırkçılar”, sözde kendi halklarının boynuna, insanî açık ilişkileri engelleyecek bir tasma takmak istemektedirler. Eğer sözde halklarına böyle bir tasma taktırmayı başarırlarsa artık bu topraklarda yaşasalar bile kimsenin ilişki kurmak istemeyeceği, “tuhaf” ve ayrı insanlar haline geleceklerdir. Ne bu topraklarda, bir turist gibi itibarlı bir yabancı ne de Pascal gibi benimsenen bir Türk olabileceklerdir. Alnına ırkçılığın damgasının basılmasını isteyenler artık Türk Milleti için Türk topraklarında hak sömürücüsü, işgalci bir yığın olarak görüleceklerdir. 

Etnik ırkçı Kürtçü’lerin “tanınmaktan” arzuları sadece budur. Türkiye’nin Iraklaştırılmaması, bölünmemesi ve ilkel, ırkçı bir federalizme sürüklenmemesi için yapılması gereken, öncelikle etnik ırkçılığın şiddet tehdidinin yani PKK’nın son ferdine kadar kesin imhasıdır. Etnik ırkçılığın silâh tehdidi kesinlikle yok edildiğinde, milletimiz, onun demokrasi ve hukuk sömürüsünü daha açık şekilde görebilecektir. 

 

 
Toplam blog
: 153
: 503
Kayıt tarihi
: 11.02.11
 
 

Eczacıyım, memlekete meraklıyım.....