Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Ağustos '13

 
Kategori
Anılar
 

Etten köprüyüz geçmişten geleceğe...

Etten köprüyüz geçmişten geleceğe...
 

Görsel alıntıdır..


Hani derler ya arafta kalmak, sorumluklar yüklenerek ve de çok fazla şeyler beklenerek, herşeye, heryere yetiş(tiril)meye çalışan, sıkıntılı bir dönemin, bir neslin bireyleriz biz. Arafta kalanlarız yani. Öyle bir sıkıntı ki yaşam boyu geçmeyecek izler bırakan hem de.

Bizi anlamak için, çocukluklarımıza bakmak lazım öncesinde. Nasıl ve nerede yetiştik, büyüdük?

Şimdiki nesille bizim zamanın çocuklarının beyinlerinin işleyişi, algısı, yetenekleri ve daha pek çok açıdan dağlar kadar fark var ve de olması çok normal. Şimdilerde her türlü olanak serilmiş durumda gençlerin önüne.Kalıplarla, kurallarla ve dahi tabularla yetiş(tiril)en bizler, teknolojinin en yoksun zamanlarında yaşama başlayıp, herşeyin bir tıkla halledildiği, bütün yaşamın parmaklarımızın ucundaki tıklara hapsolduğu bir dünyanın arasındaki etten köprüleri gibiyiz hepimiz şimdi  hayatın.

Teknoloji, tekstil ve sanayi dahil hiçbir sektör şimdiki gibi gelişmemişti; öyle olmadığı gibi, şimdiki halini hayal etmemiz bile imkansızdı.

 "Bizim zamanımızda" diye başlanan muhabbetlerin değişmez öznesiyiz artık bizler.

Bizim zamanımızda;

Marketler, mağazalar, AVM ler yoktu, çarşı esnafı, mahalle bakkalları, küçük kasap, terzi, ayakkabı tamircilerinden oluşurdu. Bakkal defterlerimiz vardı bizim, sorgusuz sualsiz yazılıp beklenen, maaşın ilk gününde daha baba eve gelmeden ödenen hesapların defteriydi onlar. Öyle ki insanlar da yaptıkları işlere göre isim alır hatta sülaleleri bile öyle anılırdı. Tarakçıların Fahri, Semercilerin Yusuf, Demirci Hüseyin'in kızı, Kalaycı Mustafa'nın torunu gibi.

 Zamanın meslekleri de bunlardı, yorgancılar, nalbantlar, helvacılar gibi.

Duvarlarında, muhtemelen üzerinde geyikler ya da bir tavuskuşunun olduğu halılar, iki divan bir soba, yerleri muşambalı, muhtemelen tek katlı hatta belki de bahçeli evlerde otururdu bizimkiler. Bütün dünyayı zar gibi kapsayan "elalem ne der" sözcüğü pelesenk olmuştu büyüklerimizin ağzına. En önemli şeydi hayatta elalemin ne dediği ne diyeceği. En çok dikkat ettiğimiz şey elaleme birşey dedirtmemekti. 

Salı günü pazarıydı bizim kasabanın. Pazar günleri hareket gelirdi şehre. Köylüler, kasabalılar, büyükler küçükler, kadınlar erkekler kısacası herkes için. Bu arada, nerden geldiğini bilemezdim ama, ellerinde A4 büyüklüğünde kağıtlara bastırılmış bir tomarla, en acıklı sesleriyle Leyla ile Mecnun, Kerem ile Aslı gibi hikayeleri destansılaştırarak ve onları en acıklı sesleriyle okuyup pazarın içine hüzün saçan destancılar vardı. Ne kadar acıklı okuması o kadar çok destan satması anlamına gelirdi. Ağlamaklı, acıklı sesi doldururdu pazar yerlerini. Destanlar dinleyerek yetişen bir neslin çocuklarıyız biz.

Ellerinde cam şişelerle şak şak şak sesler çıkararak dolaşırdı sülükçüler. Ellerimle gözlerimi kapatır, yanımdan geçmesini beklerdim o kara bıyıklı, solmuş siyah pantolonuyla üzerine dar gelen kim bilir kimden kalmış ceketli adamın. Görmeye bile dayanamazdım şişe içindeki sülükleri. Destancılarla sülükçüler kardeş miydi acaba, aynı zamanda gelip aynı zamanda giderlerdi, ikisinin pantolonlarının renkleri de soluktu üstelik.

Yazlık sinemalarda çekirdek çitlenerek izlenen en güzel aşk filmleri eğlencemizdi bizim. Hele hele de Kurt Tarkan’ı kötü adamların arasından kurtardığında sinemalar inlerdi ıslık ve alkış sesinden. Cüneyt Arkın kaleden aşağı dönerek takla atardı da, kötü adamların üzerine doğru, işte o zaman heyecan doruklara çıkardı. İşte buyuz biz, ne verilmişse onu yemiş, öylesine büyümüşüz.

Bunca teknolojik yoksunluğa rağmen, azımsanmayacak bir zenginliğe sahiptik biz. Geleneksel aile terbiyesi ve toplumsal tabuların içinde yetiş(tiril)tik bizler. Her konu hakkında fikir sahibi olmamız gerektiğini düşünür, sorgulamaya, fikir yürütmeye gayret ederdik bunca yoksunluğa rağmen. Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olunmayacağının taa o zamanlar ayırdına varmıştık. Birbirimizi aydınlatmaya çalışırdık daima. Fikir sahibi olmayanın, bi taraf olacağını, bi taraf olanında bertaraf olacağını bilirdik. Bize verilen ve aşılanan bu ciddi sorumluluk duygusu, beraberinde güven duygusunu da getirmişti. Hesap vermeyi de bildik hesap ödemeyi de yaşamımız içinde.

 Önemsedik her şeyi, bir fikri, bir sözü, sevgiyi ilgiyi, her şey önemliydi bizim için. Hoyratça harcanacak kadar çok şeylere sahip değildik çünkü. Azdı ve önemliydi arkadaşlıklar, dostluklar ve sevdalar da. Kıyamazdık yok etmeye, sevip okşayıp koyardık en derin yerlere.

Bir bir yitirdik bütün değerlerimizi koruyamadık, ellerimizin arasından akıp gitti ne varsa. O etten köprü yıkıldı, iki tarafında kaldı geçmiş ve gelecek, ne geçmiş geleceğe ulaşabildi ne de gelecek geçmişe.

Sevgi ve muhabbetle…

N.ÖRS

Ağustos 2013

 
Toplam blog
: 153
: 1584
Kayıt tarihi
: 18.12.08
 
 

Yaşamayı seven, yaşamı dürüst ve içten yaşayan, evi, eşi ve iki yavrusunun annesi... ..