Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

21 Eylül '09

 
Kategori
Basketbol
 

EuroBasket 2009 Ardından

EuroBasket 2009 Ardından
 

Gerçektende bizim için rüya gibi başlayan bir turnuvaydı. İlk 5 maçımızı galibiyetle bitirebilmiş olmak sadece bizim değil, bence oyuncularımızın da beklemediği bir durumdu. Bu nedenle ki madalya beklentilerinin artması onlarda bir stres yaratmış olmalı. Eğer en başında bu takım yola madalya hedefiyle çıkmış olsaydı işler çok değişik olurdu. Oynanan basketbol seviyesinin vasatın dahi altında kaldığı bir turnuvada elde ettiğimi 8. lik şahsen beni mutlu etmedi. Turnuva öncesinde Turgay Demirel hedefi çeyrek final olara koyduğu için kendisini başarılı olarak kabul edebilir ama 2010 öncesinde milli takımda birtakım değişikliklere gitmek şart gibi gözüküyor.

Koç Tanjeviç’e verilen fırsatların bugüne kadar hiçbir antrenöre verilmediği su götürmez bir gerçek. Onunla katıldığımız Avrupa Şampiyonaları’nda sırasıyla 12., 11. ve 8. olmamız durum açık bir göstergesi. Üstelik bu 6 yıllık periyotta Mehmet Okur All-Star seviyesine yükselmiş, Hidayet Türkoğlu En Çok Gelişme Kaydeden Oyuncu Ödülüne layık görülmüş ve altyapı ekiplerinde müthiş başarılar elde edilmişken milli takıma gelince bir türlü ‘takım olma’ olgusunu yakalayamadık.

Yıllardır hedef gösterilen 2010 Dünya Şampiyonası artık geldi çattı fakat bizim hala belirli bir milli kadromuz yok. Mesela İspanya’nın şampiyonaya hangi kadroya geleceğini bugünden söyleyebiliyoruz ama bizde işler öyle yürümüyor. Kaprisler, kıskançlıklar ve küskünlükler yüzünden yakaladığımız jenerasyonları bir türlü verimli kullanmayı beceremedik. Şahsi fikrim Tanjeviç’in görevi bırakması yönünde. Bu takıma daha fazla katkı yapamayacağını kendisi dahil herkes biliyor.

Şu turnuvada milli takımımızı izledik ve gördük. Kerem ve Ender’in kişisel gayretleriyle Ömer Aşık’la oynadıkları ikili oyunlar olmasa hücumda doğru düzgün bir setimiz bile yok. Savunma kısmında oyuncular ellerinden geleni yapıyor ama bir alan savunması takıntısı yüzünden bu turnuvada madalyadan olduğumuz konusunda herkes hemfikir galiba. Slovenya, Fransa ve Rusya üzerimize üçlük yağdırırken 2-1-2 türündeki o garip alan savunmasında niçin ısrar edildiğini birilerinin çıkıp anlatması lazım. Pota altında top alması gereken Oğuz, Semih ve Ömer’in neden boyalı alan dışında topla buluşturulduklarını, bu üç oyuncunun da şutu olmadığı halde neden oralardan birebir oynamak zorunda bırakıldıklarının da sorgulanması şart. Kenarda oturan Tanjeviç, Nihat İziç, Orhun Ene tabiî ki basketbolu bizlerden iyi biliyorlar ama Hidayet’in saçma sapan zorlamalarına, takımın tempoyu ayarlayamamasına ve dış adam savunmamızın felaketine bir çözüm bulamıyorlarsa bizlerden ne farkları kalıyor merak ediyorum. Yine ilk turda 85 sayı ortalamasıyla oynayan milli takımımızın kalan 6 maçının normal süresinde 70 sayı bile atamaması da bence kenar yönetimden kaynaklanan bir sorun. Elbette ikinci turdan itibaren maçlar sertleşecekti ama skorda meydana gelen bu kadar düşüş bir süre sonra bizim sonumuzu hazırladı. Sadece savunma yaparak belli bir yere kadar geldik ama sayı bulmamız gereken anlarda yaptıklarımızla cidden bu turnuva yazık ettik.

Oyuncularımıza gelirsek turnuva boyunca Ersan İlyasova ve Ömer Aşık gerçekten gözlerimizi kamaştırdılar. Özellikle Ömer Aşık doğru yerde top alınca ne kadar önemli bir oyuncu olduğunu belgeledi. Şu bir yıl içinde serbest atışlarını da geliştirebilirse 2010 Dünya Şampiyonası’nda çok daha etkili bir Ömer göreceğimize eminim. Ersan İlyasova ise gerçekten ekmeğini taştan çıkarttı. 7 maçta oynayan oyuncumuz 16.1 sayı ortalama ile sayı krallığında 4. olan Ersan bu sayılarının çoğunu kendi birebirleri ile attı. Tepeden attığı üçlükler ile rakibin canını çok yakan Ersan ayrıca genel sıralama da bloklarda 5. , toplam ribaunda ise 4. oldu. Yunanistan maçında rakipten aldığı darbe ile çenesine dikişler atılan oyuncumuz gerçekten bu takımın yıldızı konumundaydı.

Beklentilere yaklaşan bir diğer oyuncumuz ise Ender’di. Özellikle ilk tur maçlarında yıldızlaşan ve takımın ilk 5 maçını kazanmasında önemli rol oynayan Ender, daha sonralardan yapamayacağı işlere kalkıştı (bkz. Yunanistan maçı). İçeriye penetreleri ile maçlarda skor bulan Ender 9.7 sayı ortalaması ile oyun kurucularımız içinde en çok skor yapan isimdi. Yine 4 yıl sonra Avrupa Şampiyonası finallerinde boy gösteren Kerem Tunçeri belki beklenen skor katkısını yapamadı ama maç başına 3, 7 asist ortalaması ile bu alandaki liderimiz oldu.

Geleceğin uzunları olarak lanse edilen Oğuz ve Semih ise yerinde saymaya devam ettiler. Semih 5.6 , Oğuz da 5.7 sayı ortalamalarıyla oynayarak gerçekten beklentilerin yanına bile yaklaşamadılar. Son maçlarda rakiplerin bizim pota altından topladıkları hücum ribauntlarına da çare olamadılar. Lig şampiyonlukların görmüş, milli takım havasını bilen ve Euroleague tecrübesi olan bu oyuncuların bu kadar silik performanslar göstermesi hepimizi üzdü.

Yine hazırlık döneminin formda ismi Ömer Onan yakalandığı hastalığın etkisinde bir türlü tam olarak kurtulamadı. Savunmacı olarak bilinen Ömer, sadece Polonyalı Logan’ı durdurmakta başarılı oldu. Kalan rakiplerden Ömer ile eşleşenler resmen maçın yıldızı oldular. (bkz. Spanoulis, Parker). Sinan Güler’de bazı maçlarda kenardan gelerek takıma iyi enerji kattı. Yine ceza şutlarıyla canlar yaktı ama iyi oynadığı maçlarda teknik heyet onu kenarda unuttu. Şutör oyuncularımızın çağırılmadığı kadroda bu iki isminde takıma skor katkıların maç başına 9.7 olunca dışardan sayı bulmak bizim için iyice zorlaştı.

Geri kalan oyuculardan Engin, Barış ve Bekir’in bu seviye oyuncuları olmadığını anlamak çokta zor değildi. Özellikle Barış Hersek son maçlarda çok süreler aldı fakat olumlu kullanamadı. Onun yerine Enes Kanter gibi Avrupa’da merak uyandıran bir genç Türk oyuncunun bu kadroda olması gerekirdi. En azından tecrübe kazanırdı. Özellikle Kerem Gönlüm doping yüzünden gelemedikten sonra Enes’in kadroya alınmaması tamamıyla teknik ekibin bir suçu.

Gelelim bu takımda en kötü performası sergileyen, beklentilerin oldukça altında kalan ‘sözde’ yıldızımız Hidayet’e… Reklamlarda orta sahadan bile üçlükleri yollayan oyuncumuz burada boş turnikeleri atmaktan bile acizdi. Ne zaman asist yapacağına ne zaman şut atacağına bence kendisi de karar veremedi. Yaptığı gereksiz zorlamalar, dengesi atışlar ve basit top kayıplarıyla bence şu turnuvada kaçan madalyanın baş sorumlusu oldu (özellikle Yunanistan maçı). Bir Parker’ın, Gasol’ün takımlarını nasıl taşıdıklarını görünce Hidayet’e sinirlenmemek elde değil. Gerçekten çıkardığı oyun onun gibi bir isme yakışmadı. Çok net söylüyorum böyle oynayacak ve düzeni bozacaksa onun bu takımda işi yok.

Sonuç olarak gerçekten elimizdeki madalyayı rakiplere verdik. Yıldız sayısının bu az, seviyenin bu kadar düşük olduğu bir turnuvada Sırbistan yerinde biz olmalıydık.

Turnuva Geneli

Son yılların ‘Dream Team Europe’ versiyonu İspanya sonunda Avrupa Şampiyonluğuna kavuştu. Gerçekten turnuvaya kötü başlayan ama daha sonra vitesi büyüten İspanyollar bu şampiyonluğu sonuna kadar hak ettiler. Sırbistan ise belki de en büyük sürprize imza attı ve Teodosiç önderliğinde gümüş madalyayı boynuna taktı. Finale çıkan bu iki takımı da turnuva içinde mağlup ettiğimizi düşünürsek kaçan balığın büyüklüğünü daha iyi anlayabiliriz. Turnuvada çok garip olaylarda yaşandı. Fransa 8 galibiyet 1 yenilgi ile anca 5. sırayı alabilirken, şampiyon takımın 2 yenilgisi olması gerçekten gülünçtü. FIBA yetkililerinin bu duruma gerçekten bir çözüm bulması gerekiyor. 3 yenilgisi olan Sırbistan gümüş madalya alırken Fransa gibi bir takımın yeri bu olmamalıydı. Çeyrek finalde oynanan Fransa-İspanya maçı cidden oraya yakışmamıştı. Üstelik hakemlerin açık şekilde İspanya ve Yunanistan’ı kolladığı bir turnuvada Fransa’ya cidden yazık oldu. FIBA’nın her turnuvada mutlaka bir kıyak geçtiği Yunanistan o desteği bizim maçta aldı ve yolun sonunda da bronz madalyayı kaptı. Bence hiçte hak edilmemiş bir madalya idi ama sadece parkede değil masada da güçlü olmak gerektiğinin bir kanıtı oldu. Yıllardır FIBA içinde çok etkin olduğu söylenen TBF başkanımızın Türkiye hakemler tarafından kıtır kıtır doğranırken ses çıkarmaması da ilginçti.

Yine Litvanya gibi bir ekolün evinde çeyrek final görmeden dönmesi de ilginçti. Hazırlık turnuvalarının yıldızı Hırvatistan’da bir kez daha çeyrek finalde elenme sendromu yaşadı. O maçta yaşananlarda en az bizim çeyrek final maçımız kadar ilginçti. Bu turnuvaya neredeyse tam takım gelen Slovenya bunun karşılığını ilk kez yarı final oynayarak aldı. Orada ise karşılarında Sırbistan’ı değil Teodosiç’i buldular.

Şampiyonun daha önceden beklendiği gibi İspanya olduğu bir turnuvayı geride bıraktık. MVP ödülünde ise bence yine eyyam yapıldı ve Pau Gasol ödülü aldı. Gasol cidden iyi bir turnuva oynadı ama tecrübesiz Sırp takımını finale kadar taşıyan Teodosiç bence bu ödülü daha çok hak etmişti. Final maçında yorgunluktan dolayı istediğini yapamamış olması onun bu ödülü almaması için bence bir neden değildi.

 
Toplam blog
: 27
: 1790
Kayıt tarihi
: 10.02.09
 
 

1990 Kadıköy Doğumluyum. Hala İstanbul Üniversitesi Matematik Bölümü'nde öğrenciyim. Koyu bir Beşikt..