Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Mayıs '09

 
Kategori
Magazin
 

Eurovision bir müzik yarışması mı, Hadise neyi simgeliyor?

Eurovision bir müzik yarışması mı, Hadise neyi simgeliyor?
 

Eurovision Şarkı Yarışması bizim Avrupa’yla aşk-nefret ilişkimizin en çok su yüzüne çıktığı durumlardan biridir. Gereğinden çok fazla ciddiye alıp çoğu defa bir millî mesele haline getirdiğimiz bu yarışma Avrupa’ya ilişkin tüm komplekslerimizi görünür hale getirir. Avrupa her anlamda bir “Kızıl Elma”dır bizim için… Onu fethedip ele geçirmek isteriz; ta Viyana kuşatması günlerinden beri içimize çöküp kalan bir ukdedir bu… Başaramayınca hayal kırıklığına uğrayıp öfkelenmiş, saldırı tersine dönüp savaş meydanlarında yenilmemizin sonucunda bu kez Avrupalılar bizim elimizdeki toprakları almaya başlayınca hayal kırıklığı nefrete dönüşmüştür. Ancak en çok nefret ettiğimiz dönemde dahi gözümüz hep Avrupa’da olmuştur. Onun siyasi rejimini örnek almış, hayat tarzına özenmiş, kanunlarını iktibas etmiş ve dilini konuşmaya çalışmışızdır.

Uzunca bir süredir Avrupa’yı fetih hayalleri yıkılmış Avrupa ülkeleriyle savaşlar da sona ermiştir ama o fetih aşkı ile savaş ve uygarlık alanındaki hezimetlerden kaynaklanan aşağılık/nefret duygusu ortadan kalkmamıştır. Fetih arzusu farklı formlara bürünmüş biçimde yerli yerinde durmaktadır. “Avrupa’nın en büyük bayrak direği”ni dikmek, futbolda bir Avrupa takımını yenmek, bir Avrupalı turist kadınla cinsel ilişkiye girmek ve mümkünse Müslüman yapıp onunla evlenmek, asparagas haber uydurup “Alman kızı Helga, Türk erkeklerine bayılıyorum dedi” şeklinde başlık atmak hep bu fetih arzusunun dışavurum biçimleridir. Gerçek yarış alanında Avrupa’ya çoğu zaman yeniliriz ama böyle rekorlar kırıp bu şekilde başlıklar atarak o yenilgileri zafere çevirmesini de biliriz!

Zaten aşk da bir anlamda sevdiğini elde etme değil midir? Sevgiliyle bir olmak, ona benzemek, ebediyen onunla yaşamak… Yani bu fetih arzusu Avrupa aşkımızın biraz şiddetli biçimde dile getirilmesidir aslında! Ancak bu aşkta biz yoksul, kara kuru kenar mahalle delikanlısıyız, Avrupa zengin fabrikatörün şımarık kızı… Ona sahip olmanın tek yolu zorla kaçırıp imam nikâhını basmak gibi görünüyor; ya da hırs yapıp onun babasından daha zengin olarak kendine âşık etmek, sonra da sırtı dönük biçimde “bir zamanlar beğenmediğin fakir ama gururlu bir genç vardı; hatırladın mı? O benim işte” deyip aşağılamak!

Eurovision’u bu yüzden böyle bir hayat memat meselesi haline getiriyoruz. Eurovision Şarkı Yarışması, 1975’ten beri yılın bu günlerinde millî hislerimizi depreştirip tavana vurduran, umut, iyimserlik, sevinç, hayal kırıklığı gibi duygularımızı birbirine karıştıran bir olay haline geldi. Sanki bir şarkı yarışmasına değil de savaşa gidiyoruz! Temsilcilerimize taktik vereni mi ararsın, yarışacak şarkının hangi ulusal motifleri yansıtması, şarkıcının nasıl bir kıyafet seçmesi gerektiğini va’z edeni mi sorarsın!

Oysa Eurovision altı üstü bir şarkı yarışması; hatta artık şarkı yarışması bile değil, resmen bir panayır... Ülkelerin tarihi ve doğal zenginliklerini, turizm potansiyellerini tanıttıkları bir reklam klipleri panayırı… Esasında kuruluş amacı da müzik yarışması değil Avrupa ülkeleri arasındaki televizyon yayınlarını geliştirmekti. Yani aslında ön planda olan müzik değil yayıncılık ve tanıtımdır.

Zaten müziğin yarışması mı olur? Bunca farklı kültürlere, farklı sanat anlayışına sahip insanın ortak bir müzik zevkinde buluşması mümkün mü? Ülke jürilerinin parçaların kalitesine göre değil de komşuluk, ortak dil, politik yakınlık gibi kriterlere göre oy verdiği bir “yarışma”da çıkan sonuçlar yarışmacıların başarısıyla ne kadar alakalıdır?

Bu durumun herkes farkında ki, yarışmaya gönderilen müzisyenler ve eserler şarkıdan ziyade birer “yarışma konsepti”… Uzunca bir süredir, birçok ülke kendi dilinde değil İngilizce şarkılarla yarışıyor. Çünkü kendi dilinde iyi bir şarkı söylemekten çok seslendirilen parçanın mümkün olduğunca geniş bir kitle tarafından anlaşılabilmesi önemli… Sadece melodisi basit, kolay algılanan, birkaç mezürü akılda kalabilen, ritmik, hareketli parçalar şans bulabiliyor. Bir müzik yarışması olarak sunulmasına rağmen kulaktan ziyade göze hitap ediyor. Cinsellik, iç gıcıklayıcı kıyafetler ve danslar ön planda… Göze hitap etme konusunda bu yıl bizim Hadise maşallah işin dibine vurmuş durumda! Televizyon izleyicileri Cumartesi günü Hadise’nin şarkı sırası geldiğinde kulaklarıyla birlikte gözlerini de açacaklar. Kadın izleyiciler ihmal edilmemiş tabii ki, onlar için de grubun erkek dansçıları hizmette!

Bu sözlerimden yarışmayı önemsemediğim, eleştirdiğim sonucu çıkmasın. Bence müzik yarışması olmasa da biraz komik, biraz absürt ama çokça da eğlenceli, hoş bir gösteri… Toplumlar müzik yeteneklerini olmasa da gösteri sunabilme yeteneklerini sergileyip ülkelerini tanıtıyorlar. Fena da olmuyor. Bu bakımdan yarışmaya katılmak birinci olmaktan daha önemli…

Temsilcimiz Hadise ise tam da bizim Avrupa’yla olan ilişkimizi simgeliyor. Hem Avrupalı hem değil; hem Batılı (İngilizce şarkı) hem Doğulu (“düm tek” gibi oryantal esintiler), hem alabildiğine modernleşme arzusu (kıyafetler) hem çokça muhafazakâr (TRT’nin kıyafetler konusunda kaygısı)…

Dilerim Cumartesi gecesi Hadise iyi bir derece alır da Avrupa’yı yenme arzumuzu panayırda olsun birazcık tatmin etmemize yardımcı olur.

.....

 
Toplam blog
: 431
: 3853
Kayıt tarihi
: 30.06.06
 
 

Anahtar kelimeler: Antep, İstanbul, Haziran, İkizler, Beşiktaş, MÜ İletişim Fakültesi, Gazetecilik. ..