Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Eylül '18

 
Kategori
Öykü
 

Evde, Kendi Kendine Yapayalnızdı ki!..

Evde, Kendi Kendine Yapayalnızdı ki!..
 

Hikayenin tam da orta yerinde, kendi kendisi


Sabahtan beri masa başında, bilgisayar karşısında oturuyor, bir yandan taslak yazı ve şiirlerini kontrol ederken, bir yandan masasında her zaman bulundurduğu, en azından bir dal çiçeğe ara sıra bakıyor, bir yandan da sade Türk kahvesini, bilgisayarda Carmen Monarcha / Habenera dinleyerek içiyordu.

Farkında olmadan, oturduğu yerden istemsiz bir şekilde etrafına bakınmaya başladı.

Gözü, karşı duvara iliştiğinde saat on bir buçuğu gösteriyordu. “Epey geç oldu! Biraz dışarı çıksam, dolaşsam, hava alsam, iyi olur…” deyip, bilgisayarı kapattı.

Yatak odasında ilk önce beline fıtık bağını bağladı. Bir yıl önce kasığı şişmişti. O gün bugündür, ne zaman dışarı çıkacak olsa, beline kuşağını bağlayıp öyle dışarı çıkıyordu…

Tam sokak kapısına geldiğinde telefonu çalmaya başladı, “Kim ola ki?...” diye baktı, arkadaşı Can’dı. Bir süre hoş beşten sonra Can, “Çeşme Ilıca’dayım, gelsene…” diye çağırdı. Bir an, arabaya atlayıp gidesi geldi, şunun şurasında kırk beş dakikalık yol… Bu arada arkadaşı işi kızıştırmak üzere, “Bak! Kıyıda oltaları attım, bir kefal, bir de iri lidaki tuttum.” deyip, gelmesi için bayağı heveslendiriyordu ki; apartmanın önünden gelen ve uzun bir süre kesilmeyen ambulans sesiyle irkilir gibi oldu…

Arkadaşına, “Ben seni biraz sonra arayayım, gelip gelmeyeceğimi söylerim.” deyip, telefonu kapatır kapatmaz caddeye bakan balkona hızla gitti… Aşağıya baktığında, önü tıkanmış ambulansın canhıraş sesi hala çınlıyordu. Her defasında tanık olduğu gibi, bazı insanların -ambulans sesini duydukları halde- bu bencil tutumlarını bir türlü kabul edemiyor, cankurtarana yol vermemelerine mantıklı bir anlam veremiyordu.

Bu olay üzerine biraz canı sıkkın, havanın da aşırı sıcak olması dolayısıyla, arkadaşını arayıp gelemeyeceğini söyledi…

Arka balkona bakan oturma odasına döndüğünde uzun yıllardır besledikleri beyaz kedileri Uğur’un, balkonun kapı eşiğinde, ayakları havada upuzun kaykılmış durumda yatmakta olduğunu gördü. Oysa ön balkona giderken ortalarda hiç görünmüyordu, “Akıllı hayvan! Yatacağı yeri iyi biliyor, ne güzel serin serin yatıyor.” Derken, üzerindeki siyah noktacıkları gördü, hem de sanki hareket ediyormuş gibiydiler… Biraz daha dikkatli baktığında onların karınca olduklarını fark etti…

Usulca kedinin üzerindeki karıncaları temizlerken, bir yandan da, “Haklılar, sen bütün gün evde karnını doyur gez dolaş, sırtüstü yat, keyif yap; karıncalar ise bir lokma ekmek bulmak için harıl harıl çalışsınlar, üstelik evde yerlerde ne yiyecek bulunur ki? En çok balkondaki saksıların etrafına düşen böcekler, bir de evin kedisinin yemek yerken düşürdüğü birkaç tane mama artığı…“

Bu arada ev halkı da, “Bu karıncalar da nereden çıktı böyle?...” diye şikayet edip duruyorlardı uzun zamandır…

Bu kadar gürültü patırtıdan sonra ve sıcak da bastırınca, “Duş alayım bari.” deyip banyoya yöneldi… Suyu ılık bir şekilde ayarlayıp bir süre yıkandıktan sonra, duşun altında her iki elini de duvarda uzanabildiği kadar yukarı onar kez hareket ettirerek, omuzlarındaki ağrıları giderme çalışması yaptı. Havluya sarınıp, doğru bilgisayar masasının yanındaki divana uzanıverdi,” Ohhh be, dünya varmış!”…

Bir anda içi geçiverdi.

“Arkadaşıma da ayıp oldu!..” deyip, fıtık bağını tekrar beline bağladı. Çabuk çabuk giyindi kuşandı, atladı arabaya, doğru Çeşme Ilıca… Yıldızburnu’unda arkadaşı Can, kıyıda açmış deniz şemsiyesini, yanında iki adet katlanır sandalye -sigara içmez ama- elinde şişe, anlayın gari…

“Hoş geldin de, hani hava çok sıcak gelmeyecektin.“ deyince, “Dayanamadım çıktım geldim işte!” dedi.

Can arkadaşı bu arada birkaç tane Kıbrıs oltasını denizin kenarına sıralamış, sabırla bekliyordu. “Kıbrıs olta da ne?” der gibisiniz. Bu tip oltaların Kıbrıs’la bir ilgisi yoktur. Bir misinaya sekiz on olta iğnesi bağlanır, bir parça ekmek kabuğu içe gelecek şekilde bir de ağırlık yapması için ekmeğin içine küçük bir taş veya olta kurşunu koyup sarılır, üzerine iğneler dolanır.

Arkadaşıyla “Bak bu gelen kefal, bu gelen de çipura olmasın” diye balık sohbeti yaparken, daha öncelerden mendirek yapılmış ve bir kenarı da havuz haline getirilmiş dipten termal su çıkan yerden bir şarkı sesi duyar gibi oldu. Biraz dikkat kesilince, bu ses ona yabancı gelmedi.

Sandalyeden bir çırpıda kalktığı gibi termal havuz yöresine doğru yöneldi, o da ne? Birkaç sene önce burada arya söyleyen Rus soprano aynen eskisi gibi denizin içinde şarkı söylüyor el sallıyordu. Eh artık, o sevinç ve mutlulukla heyecandan yerinde duramıyordu…

Uzandığı divandan birden düşer gibi oldu, aniden uyanıvermişti… Kendi kendine ne yapacağını bilemedi, öylece evde tek başına yapayalnızdı…

 

http://blog.milliyet.com.tr/cesme-ilica-da-deniz-icinde-arya/Blog/?BlogNo=341955

 

 
Toplam blog
: 1160
: 227
Kayıt tarihi
: 11.02.09
 
 

Teknik ressamlıkla geçen çalışma hayatımdan sonra emekliliğini yaşayan bir kız ve bir erkek çocuk..