Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Nisan '20

 
Kategori
Sağlıklı Yaşam
 

Evde Kalmak Sorumluluğumuz...

İğneden bile korktugum zamanlardi... Her insanın canı ne kadar kıymetli ise benimde o kadar da kıymetliydi canım. Küçücük bir işlem yapılacaktı. Önce "hık, mık" edip sonra paşa paşa kabul ettiğim bu ufacık işleme emin ellerde olduğumu düşünüp kendimi cesaretlendirip yine gülerek girdim. Işlem esnasında uyanık olduğum için işlemi hissetmesemde konuşulanları dinleyince birşeylerin yolunda gitmediğini anlayıp sabırla, duayla bütün sakinliğimle hiç kıpırdamadan ikinci denemede yapılabilmesini bekledim. Fakat işler öyle gitmedi, o sirada duyduğum tek olumsuz cumle ise "hava kaçtı, olmuyor" oldu. O cümleyle dönüp doktorun yüzüne baktım, evet basarısız olduğu kaygısından belli oluyordu. Panik hali hemen sedyede beni çıkarmaları zaten film gibiydi ve akciğerime hava kaçırıldığı söylenmişti. Bu nasıl birşey hiç bilmediğimden anlam karmaşası yaşadım ama hiçbir ağrı da hissetmedim sonra hızlıca bir odaya sokulup oksijene bağlandım. Doktor beni telkin edip merak etme çok az kaçtı bir-iki saate geçecek dedi veee tabi ki ona inandım. Derken bir-iki saat oldu olmadı kontrol amaçlı beni kaldırdılar o ara biraz başım dönüyordu. Tekerlekli sandalye ile röntgen odasının oraya götürdüler sonra göğüs bölgesi için ayağa kalkmam gerektiği söylendiğinde akciğer sönmesinin ne olduğunu işte o vakit anladım. Kalkar kalkmaz nefesim kesildi düşüp yığıldım, o an ölüyorum sandim. Resmen o gün o korkuyu hissettim. Bir iki kişi daha gelmiş ayaklarımı havaya kaldırmışlardı gözümü açtığımda da. Anladığım kadarıyla akciğer sönmesi sonrası tansiyonu düşüyor yeterince oksijen alamayınca insan. Neyse ki biraz öyle yatınca kendime geldim. Ve röntgende sağ ciğerimin ciddi ciddi ve epey söndüğünü duman gibi bir görüntü ile anlamış olduk. Bu durum oksijen verilerek geçmediğinden hemen bir müdehale ile kateter takılıp bir tüp bağlandi akciğere.. İşte o an iğne yaptırmak mı o neymiş, elim kesilmiş, bir yerimi vurmuşum ağrımış vs.. Nefes aldığım an akciğerime bıçak saplanıyor gibi bir ağrı nefesini yarım almana neden oluyor, hani elinde olsa o acıyı çekmemek için hiç nefes almayacaksın. Ve öyle bir sınav ki; sana akciğerinin açılmasını, havanın atılmasını istiyorsan derin nefes almaya calışacaksın diyorlar.... 

Diyorlar, diyorlar ama her nefes bir bıçak darbesi... Kac darbe yediğini sayamıyorsun. Arada ne olur çıkarın bunu diye yalvarıyorsun, uyuyamıyorsun, ağlıyorsun... sızlanıyorsun ama yok, mecbursun. Sonrasında adının pnömotoraks olduğunu öğrendiğim bu muhteremin sayesinde 15-20 gün kadar kateterle gezmek zorunda kalmıştım. Neyse ki sonunda ciğerim açılmış ben kateterden kurtulacağım diye bir heyecanla kendimi İstanbul'un en büyük Akciğer Hastanelerinden birinde bulmuştum. Gecenin bir vaktiydi ve bilenler bilir ciğer şiştiği anda o kateter her zamankinden daha çok rahatsız eder ve çıkarttırmadan duramazsınız bu sebeple bizde sabahı bekleyememiştik. Gece olmasına rağmen acil servisi her taraf dolu doluydu. Hayatımda ilk kez bu yangın tüplerinin ince uzun ve oksijen dolu olanlarından yani tüplerle dolaşan akciğer hastaları ile iç içe şaşkınlıkla etrafıma bakıyor bi taraftan tüberküloz hastalarının yoğun oldugu bu ortamda tüberküloz bulaşıcı olduğundan maskeme iyice sokuluyordum. Birşeye bağımlı yaşamak ona yakın olmak nasıl bir his anlatamam. (Bugün herkesin yasamiş olduğu gibi) Aşağıda giris işlemlerim yapıldıktan sonra farkli bir binada yoğun bakım hastalarının olduğu bir alana gonderildim doktor beni içeriye soktuğunda yaşamakla ölmek arası bir oda dolusu hasta yataklarının baş kısmı hafifçe yukarıda önlerinde plâstik tabak şeklinde tıbbî kaplar arada bir bazıları tıkanıyor kan tükürüyorlardi. Kateter çıkarıldığında daha önce görmediğim bu manzaranın soğuk sessizliğinden biran önce kurtulmak için hızla kapıya yöneldim. İçimden dua ediyordum iyi olmaları için, insanın yapabileceği başkaca hic birsey yoktu Çok ilgisiz bir konudan yolum buralara kadar gelmiş insanların bunlardan habersiz nasılda herşeyden şikayetçi yaşadıklarını düşünüyordum çıktığımda da. Bende öyleydim aslinda önemsediğim onca dünyalık şey kocaman bir hiçe dönüştü o gün bugün gözümde. Tabiki iyi bir yaşam için iyiyi amaçlamalıydı insan, kendi hayatı için güzel olan herşeye koşmalıydı fakat kendine verilen en büyük emanete de ciddî ciddî sahip çıkması gerekiyordu.

Uzun zaman önce yemek programi sunan sevgili Nursel'in programında söylediği gibi etrafimizdaki herşeye öyle çok dikkat ediyor öyle çok dikkat ediyorduk ki aman evim temiz olsun kıyafetim düzgün olsun, herşey muazzam olsun. Peki ya için kalbin, böbreğin, göğsün, ciğerin hepsi emanet sana... onlara layiki ile bakabiliyor musun?

Bugüne gelirsek bazen kronik ve yaşlı kesim diye riskli bahsedilen grup dışındaki insanlarımızdan bazılarının nasıl olsa ben o riskte degilim diye rahat elini kolunu sallaya sallaya dolaşıp gezmeleri, anlamamalari o kadar dokunuyor ki.. Anlatıyorsun boş gözlerle gözlerinize bakıyorlar.. Anlamak icin illa ki yaşamak mi gerekir diyorum. Kendin icin olmazsa yakının için, o da mi risk altinda degil komsun icin, calisanin, calisma arkadasin, dostun icin... Onun sana söylemesine gerek bile yok ki zaten... Sen insan olmanın gereği olarak koruma, korunma sorumluluğuna sahip olmalısındır.

Dedim ya... Sevdiklerin... Bakkal Mehmet Efendi, Kunduraci Hüseyin, yemekçi Ayten teyze, hic tanimadigin ama hayatla ilgili buyuk hayalleri olan heyecan duyan insanlar icin... Ve üstüne çok sağlıklı olduğum halde bir de bronsit gecirmis biri olarak şunu ekleyebilirim; Sakın ola bana bisey olmaz deme... Bil ki bir çoğumuzun daha haberi bile olmadığı hastalıklarımız çıkabiliyor...

En önce kendin için... Lütfen, ama lütfen evde kal...

Hatice Demir

 
 
Toplam blog
: 37
: 428
Kayıt tarihi
: 01.11.07
 
 

İçimden geldiği gibi....   ..