Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

17 Aralık '18

 
Kategori
Psikoloji
 

Evlilik, İnsanın Psikolojik Yapısına En Uygun Yaşam Biçimidir

Evlilik, İnsanın Psikolojik Yapısına En Uygun Yaşam Biçimidir
 

Günümüzde evlenme yaşı giderek yükseliyor. Türkiye İstatistik Kurumu verilerine göre, ülkemizde ortalama evlilik yaşı 2013-2017 döneminde erkeklerde 0,4, kadınlarda 0,5 yaş yükseldi - 2013 yılında erkeklerde 27,3, kadınlarda 24,1 olan ortalama evlilik yaşı, geçen yıl erkeklerde 27,7'ye, kadınlarda ise 24,6'ya çıktı. Bu oran, yine TİK verilerine göre İstanbul, Tunceli gibi illerde erkeklerde 28,6, kadınlarda ise 25,9 ‘a kadar yükseliyor.

Bu durum, toplum yapısını ciddi anlamda erozyona uğrattığı gibi, nüfus artış hızını da derinden etkiliyor.

Evlenme yaşının yükselmesinde sosyo-ekonomik şartlar etkili olduğu gibi, toplumun evlilik dışı yaşamaya gösterdiği müsamaha da etkilidir. Bugün başta sanatçılar ve futbolcular olmak üzere  gençlere rol model olan kişilerin evlenmeyip, nikâhsız olarak birlikte yaşaması ve toplumun da buna “hoşgörü!” ile yaklaşması sonucu, bu yaşam biçimi giderek normalleşmektedir. TV dizilerinde de benzer yaşam biçimlerinin çok normal gibi gösterilmesi toplumun en azından bir bölümünün “nikâhsız birlikteliğe!” bakışını değiştirmiştir.

İnsanın yaratılışına ters olan bu yaşam biçiminin devam etmesi mümkün olmadığı için, uzun sürmemekte, dolayısıyla kişiler belli bir yaştan sonra tekrar normal bir evliliğe karar vermektedirler.

Bunların yanında; başta radikal feminizm olmak üzere bazı ideolojilerin empoze ettiği, ‘evlilik gerekli değildir’ düşüncesi de evlilik yaşının yükselmesinde önemli bir rol oynamaktadır.

Öncelikle şunu vurgulamak gerekir ki,  insanın psikolojik doğasına en uygun yaşam biçimi tarzı evliliktir. Çünkü her ne kadar bazen iki insanın bir arada yaşaması zor olsa ve bu çerçevede sorunlar yaşansa da insan doğası gereği tek başına mutlu olması zordur, hatta imkânsızdır. Çünkü insan sosyal bir varlıktır, her zaman iletişim kurmaya, paylaşmaya ihtiyaç duyar.  Evlilik ve mutlu bir aile hayatı asgari düzeyde de olsa kişinin bu çerçevedeki tüm ihtiyaçlarını gideriyor.

Bundan dolayıdır ki Allah, “Kendileriyle huzura kavuşmanız için size kendi nefislerinizden eşler yaratıp aranızda sevgi ve merhamet var etmesi de O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz ki bunlarda düşünen bir kavim için ayetler vardır” (Rum suresi 21) demesi de buna işaret eder.

Bediüzzaman, evliliğin temel amaçlarından birini bu ayetin ışığında şöyle anlatır:   “Evet, insanın en fazla ihtiyacını tatmin eden kalbine mukabil bir kalbin bulunmasıdır ki; her iki taraf, sevgilerini aşklarını, şevklerini mübadele etsinler ve lezâizde birbirine ortak, gam ve kederli şeylerde de yekdiğerine muavin ve yardımcı olsunlar.” İşârâtü’l İ’câz

Ancak bu gerçeğe rağmen, insanın temel bir ihtiyacı olan evlik konusunda yanlış bir algı verilmektedir. Şöyle ki, evliliğin sadece yemek, içmek, barınma ve cinsellik gibi maddi ihtiyaçların meşru bir zeminde giderilmesine yönelik olduğu düşünülmektedir. Oysaki ayet ve hadislerde de vurgulandığı gibi, evlilik soyut ihtiyaçlarımızı da gideren önemli bir kurumdur. Evliliğin bu yönü genellikle görülmeyip, göz ardı edilmektedir.  Bunlar kişinin, sosyal ve duygusal paylaşma, sevgi, aşk, güven duyma, dayanışma içinde olma, iletişim kurma gibi psikolojik ihtiyaçlarıdır.   Bunlara literatürde “Psiko-spiritüel ihtiyaçlar” da denilmektedir.

Bekâr gençlerde görülen depresyonun ve hayattan keyif alamamanın bir nedeni de işte kişinin doğasında var olan, bu ihtiyaçların sağlıklı bir şekilde giderilmemesidir. Science Daily kaynaklı bir habere göre; sonuçları “Heart” dergisinde yayımlanan bir çalışmada, medeni durumun, kalp hastalığı ve felç ile ilgili belirleyici bir faktör olabileceği belirtiliyor. Çünkü günübirlik ilişkiler, nikâhsız beraberlikler,  tek başına “sözde mutlu” yaşantılar onların Psiko-spiritüel ihtiyaçlarını gidermeye yetmiyor.

Bu Psikospiritüel ihtiyaçların giderilmesine gençler kadar, eşi vefat etmiş yaşlılar da muhtaçtırlar. Çünkü insan yaratılışı gereği, mutluluğu da mutsuzluğu da paylaşmak ister. Bu durum insanın sosyal bir varlık olduğunu tek başına yaşayamayacağını göstermektedir. Yaşlı insanlara “eşim olmazsa ben ne yaparım?” feryadını söyleten etken, duygusal noktada paylaşım ihtiyacıdır. Yaş ilerledikçe bu ihtiyaç azalmıyor, artıyor.  Çünkü bunların aile dışında giderilmesi her zaman mümkün değildir. Bu da insanları ileri yaşlarda bile olsalar, evlenmeye götürmektedir.

Özellikle uzun süren bir evlilik yaşamından sonra eşini kaybeden yaşlıların bir travma yaşadıkları söylenebilir. Çünkü uzun süre bu kaybı kabullenmez, hatta sofraya ısrarla bir tabak daha fazla koyma, tek başlarına kaldıklarında vefat eden eşleriyle konuşma, kalabalık içinde onları gördüklerini ifade etme sıklıkla görülen bir psikolojik durumdur. Bu durumda evlenip, duygu ve düşüncelerini yakın hissettiği birisiyle paylaşmak istemesi onun doğası gereğidir.

İnsanın doğası, genç-yaşlı fark etmiyor, evliliği gerektirmesine karşılık, kutsal kabul edilen evlilik kurumunun bu denli saldırıya uğrası ve önemsizleştirilmeye çalışılması, toplumun felaketi olur.

 

 
Toplam blog
: 81
: 623
Kayıt tarihi
: 18.10.17
 
 

1963 yılında dünyaya geldim. 1985 yılında Atatürk Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde..