Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Eylül '10

 
Kategori
Aşk - Evlilik
 

Evlilikte özgürlük: Bağımlılık, bağımsızlık ve ötesi...

Evlilikte özgürlük: Bağımlılık, bağımsızlık ve ötesi...
 

Sevgi insanı özgürleştirir... Ancak yine de sevmek, özgürlük kadar değerli değildir.

Sevgi muazzam, derinden varlığını duyumsayabildiğin bir değerdir ancak özgürlükten daha değerli değildir.

İnsanların bir başkasına sahip olma çabası, bir başkası tarafından sevilme arzusu kişisel bir hapishaneye döner. Egonun tutsaklığı görünmezdir. İnsan sevmek ister ama sevginin er ya da geç hayallerini yıkmasını istemez. Sevilme arzusu ne kadar büyükse, arzu ne kadar çoksa tutsaklık o denli büyük olur. Sevgi o denli elden kaçar, uzaklaşır.

Sevgi bir başkasına sahip olmak, onu değiştirmeye çalışmak değildir. Bu karşındakini bir nesneye, bir alışverişe indirgemektir. Hayatta çok az şey karşındakini bir nesneye indirgemen kadar kötüdür.

Ne kadar az sahip olursan o kadar özgürleşirsin. Eğer hiç sahip değilsen, sevdiğini sırf kendi olduğun için kabul ederek derinden bir şefkatle seviyorsan, bu bütünlüğü yaşıyorsan sevgi gerçek ifadesini bulur.

Kimse kimseye sahip olamaz. Koca karısına, patron çalışanına, devlet vatandaşına sahip değildir. Sahiplik bir köle efendi ilişkisidir. Onlar arasında gerçek bir ilişki bile yoktur.

Gerçek bir aşk ilişkisi özgürlüğün dansıdır, yaratıcılığın ifade bulmasıdır. Karı kocasını, koca da karısını ne kadar değiştirmeye çalışırsa çalışsın başarısız olur. Çünkü ne kendini ne de karşısındakini olduğu gibi kabullenmiştir.

Koca karısına, kadın kocasına bağımlı haldedir. İkisi de birbirinden talep halindedir. İkisi de birbirlerini sömürürler, birbirilerini kullanırlar, birbirlerine hükmetmeye çalışırlar. Böylece evlilik samimi duyguların beslenip paylaşıldığı, insanın farkındalık yolunda geliştiği, aydınlandığı bir ortak yapı olmak yerine bir kuruma döner. Bu kurum devletten farksızdır. Özgürlük yoktur ama bol bol yaptırım vardır, yasak vardır.

Örneğin Michigan eyalet yasalarına göre kadınların saçları yasal olarak kocalarına aittir. Bu nedenle, kadınların kocalarından izin almadan saçlarını kestirmeleri yasaktır. Bunun ne kadar saçma, ne kadar aşağılayıcı olduğunu fark ediyor musun? Bu artık bir oyun değildir, bu bir güç egemenliğidir. Bu sevmek değil, hükmetmektir.

Erkek yüzyıllar boyunca kadına hükmedebilmek için onu eğitimden, öğrenmekten, özgürlükten yoksun bırakmıştır. Bunu yaparken de gücünü dinlerden, geleneklerden, devletten almıştır. Kaba güç kullanarak, onu sürekli aşağılayarak kendine olan güvenini sakatlamıştır. Bu yüzden evlilik bir tür sakıza benzetilir. Sakız sigarayı bırakmak ve abur cubur yememek için bir bahanedir. Sakızın ezilmesi ve çiğnenmesi gerekir. Evliliklerde de kim dişliyse ezmeye çalışır.

İki kişinin sevginin en güzel varlığı olmak yerine birbirine hükmetmeye çalışması, birbirilerini bir eşyaya indirgemeleri, birbirlerine bir cennet sunmak yerine birlikte bir cehennemi yaratmalarına sebep olur. Bütün evlilikler böyle değildir ama dünyanın pek çok yerinde gerçekleşen evlilikler birer kurumdur.

Eğer kendin olma sorumluluğunu alırsan, kendini olduğun gibi kabul edip seversen, kendine saygı duyarsın. Kendine saygı duyduğunda karşındakine de saygı duymak, onu anlamak için köklerin derinleşir. Senin köklerin onun kökleriyle buluşur. Varoluşun toprağı birbirine uzanan iki kökü, iki eli birleştirecek denli cömerttir.

Anlayış yoksa bağımsızlık yoktur, sürekli bir çatışma hali vardır. Bu çatışma sürekli büyüyen, gerilen bir huzursuzluğu doğurur. Daha mutlu olmak isteyen iki insan, eskisinden daha gergin, daha mutsuz, daha anlayışsız hale gelir.

Şairlerin, sanatçıların, filozofların, bilim adamlarının çoğu ise bağımsızlıklarına fazlasıyla düşkündür. Onlar için bir duruma bağlanmak, bir kişiyi severek sürekli ona bağlı olmak çok zordur. Onların kurduğu ilişki, sevgi ve özgürlükten çok, bir tür umursamamadır, bir tür kayıtsızlıktır.

Özgür kalabilmek için sevdikleri insanı fazla yakınlarına sokmak istemezler, böylece kendi alanları içinde yaşayarak özgürlüklerini koruyacaklarını düşünürler. Onlar karşılarındakini derinden anlamaktan, daha derinden sevmekten korkarlar çünkü özgürlüklerine sevgiden daha düşkündürler. Onların özgürlüğü, onlar için bir esaret halini alır. Tek taraflı bir bağımlılık söz konusudur. Bu yüzden çoğu şair, sanatçı için evlilik trajedinin sahnelendiği bir komedidir.

Gerçek bir ilişkide, iki taraf da ne bağımlı ne de bağımsızdır. Onlar basitçe önce kendi olma sorumluluğunu almışlardır. Onlar kendilerini severler, böylece karşısındakini de olduğu gibi kabul etmekten korkmazlar, aksine karşısındakinin kendini yaşadığı sürece mutlu olduğunu bilirler.

Onların bağı, bağımlılık ya da bağımsızlıktan farklıdır. Birbirlerinin varlığını içten gelen bir mutlulukla kabul ederler, coşkuyla uyum işçinde dans ederler. Bu çok nadiren gerçekleşse de, çiftler tek bir ruh olmak için birleşirler. İki bedendeki tek bir ruh gibi... Bu ne zaman gerçekleşirse, sevgi bir yağmur gibi üstlerine yağar.

Diğer ilişkiler bir tür alış veriştir, koca kadından, kadın kocadan bekler. Onlar basit anlaşmalardır, ister sosyal ister psikolojik olsun. Oysa iki kişinin kendi kalarak, birini değiştirmeye çalışmadan, olduğu gibi kabul edip sevdiği ilişki, ruhani bir deneyimdir.

İhtiyaç hali bir sevgi değildir. İhtiyaçlar ilişkiyi yönlendirir, hükmeder.

Sevgi bir armağan halidir, armağan verdiğini düşünmeden gerçekleştirdiğin bir çiçeklenmedir. Kimse kimseye hükmetmeye çalışmadığında, herkes sevdiğinin yapmaktan hoşlandığı şeyleri anladığında, ona saygı duyup katıldığında, önce kendisinin özgürleştiğini fark eder. Sevgi önce seveni özgürleştirir, sonra sevileni...

Bir bebek doğduğunda annesine bağımlıdır. Onun annesine, süte ihtiyacı vardır. Kim onun ihtiyaçlarını doyurursa onu arayacak, ona bağımlı olacaktır. Bir bebek annesinden yalnızca süt değil sevgi de alır ve bu sevgi onun ruhsal besinidir.

Bazı insanların ne kadar yaş alırlarsa alsınlar büyümemeleri, sevgi besinini almamalarındandır, ilginin şefkatini yaşamamalarındandır. Onların psikolojik olarak hep bir bebek, çocuk gibi kalmaları trajiktir çünkü bu sürekli özlem halinde yaşamaktır. Sevgiye duyulan özlem...

Bu özlem yerine, sevgiyi talep etmek yerine gerçekten sevmeye kendinden başladığında, olgunlaşır. Özgürleştiğini köklerinde hisseder. Artık o bir talep halinde değildir, dışa bağımlı değildir. Artık özlemek yerine, varlığında duyduğu sevgiyi yaşar. Bu sevgi köklendikçe, hayata yansıdıkça büyür ve taşar.

İçinden sevgi taşmayan birinin bir başkasını sevmesi mümkün değildir.

İçi çiçeklenmemiş biri bir başkasıyla baharı yaşayamaz. Hayatın tadını, keyfini çıkaran, hayatı bir dans, bir şiir gibi olan insan bir başkasıyla aynı şiirde, aynı dansta buluşabilir.

Ancak sahip olduğun şeyi bir başkasına verebilirsin. Sahip olmadığın bir şeyi istediğinde de bir dilenciden farkın kalmaz.

Özgür olmayan insanlar âşık olduklarında ilk önce birbirlerinin özgürlüklerine saldırırlar. Karşısındakini kendi gibi bir esir kılmak için, evliliği bir kuruma döndürüp tutsaklık yaratmak için kullanırlar.

Birbirini sevenler ise birbirlerinin özgürleşmeleri için yardımcı olurlar, onları tutsak eden koşulları, bağları fark ederek özgürleşmek için birbirlerine destek olurlar.

Özgürlük yoksa, hiçbir zaman mutluluk yoktur. Sevgi yoktur. Özgürlük hem kadının hem de erkeğin varoluşundaki güzel kokudur, özüdür. Ve sevgi ancak bu özgürlük olduğunda bir su gibi akar.

Sevgi bir zorunluluk, bir koşul ya da bir talep değil, varoluşun içinden taşmasıdır. O taştığında sen de paylaşmaya, vermeye, mutlu olmaya başlarsın.

Talep etmek yerine sevdiğinde, sevginin nasıl verileceği, nasıl daha derinden ifade bulacağı, nasıl koşulsuzca yaşanacağı önem kazanır. Bu özgürlüğün kişiye gelmesidir. Ancak özgür bir insan bağımlı değildir. Yalnızca özgür insan sevgi sunabilir çünkü yalnız o sevgiyle doludur.

O zaman sevgin bir duruma, bir nesneye, bir kişiye bağımlı değildir. Çünkü gerçek sevgi bir ilişki hali değildir, bir durumdur.

Sevgi yalnızca bir sözcüktür, sevmek ise eylemdir. Sevgi yalnızca yüreğinin derinliklerinden sevdiğinde gerçektir. Gerçek armağan da budur, varoluşun sana sunduğu en güzel armağan...

 
Toplam blog
: 48
: 2763
Kayıt tarihi
: 15.09.10
 
 

Sanskritçe: Kendini bilen ve kendinin ustası olan. Doğdu, büyüdü, ölecek. Sonsuza kalmak için değ..