Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

07 Ocak '08

 
Kategori
Kültürler
 

Evrende her şey sanat ise o zaman ne sanat değildir? Önem kazanan bir soru oluyor

Evrende her şey sanat ise o zaman ne sanat değildir? Önem kazanan bir soru oluyor
 

O, ayrıcalıklı ve çoğunlukla da görüşleri ve duruşu itibariyle bağımsızdır.


Bir değeri kötü niyet olmadan yok saymanın bir yolu onu genellemedir. Sanat bu genellemeden ilk nasibini alan grubun başında gelir Nerdeyse, evrende kıpırdayan her şeye sanat adını koyarsak o zaman ister istemez sanatı küçümsemiş olmaz mıyız?

Bu genelleme mühendislik ve bilimin bir takıntısı olagelmiştir. Sanatı ve sanatçıyı genlerinin derinliklerinden gelen tatlı bir kıskançlıkla yok saydırmak, her şeye eşit göstermek için bu yol çok rahatlıkla kullanılagelmektedir. “Ehem, ehem, bir çiçeğin taç yaprağının çiçekten koparak yere düşüşü bile büyük bir sanattır, efendim” görüşü aslında bir görüş ve ciddiye alınacak bir platform oluşturmaz.

Sanat, bir disiplinler bütünüdür, faaliyetlerin deneyim, estetikle birleşerek bir yol izleme, iz sürmedir. Bunu gerçekleştiren kişi de sanatçıdır. O, ayrıcalıklı ve çoğunlukla da görüşleri ve duruşu itibariyle toplumun o anki bulunduğu konumun ilerisinde gezinmektedir.

Türkçe kelime tembelliğinin bir sonucu geniş bir alana sanat bu alanda meslek icra edilen kişilere de sanatçı demek bugün normal karşılanmaktadır. Bir piyanist icracıdır, orkestrada herhangi bir saz alan bir kişi icracıdır. Bu nedenle neredeyse sahneye benzer her yerde oynayan, kıvıran, şarkı söyleyen veya buna benzer faaliyetler içinde bulunanla o alanın icracılarıdır. Yaptıkları işin önemini teslim etmekle birlikte sanatçı olarak adlanamayacak önemli bir grup söz konusudur.

Bu kadar yaygın bir kesim sanat faaliyetinin içinde ve sanatçı olarak görülürse o zaman bunlara bir de görev ve toplumsallık belirlemek gerekmektedir. Sanatçının “an”da doğrudan toplumsal bir görevi, yaptığı faaliyetten dolayı yoktur, en azından ön planda değildir. O, bireydir, faaliyetleri ile toplumla uyum değil toplumu delici, uyandırıcı bazen de irrite edici ego durumundadır.

Bundan dolayı da toplumla ve toplumun kurallarınla sonsuz bitmez bir çatışma halindedir. Egosunun güçlü olması nedeniyle de sanat faaliyetini çoğunlukla gösteriş olarak gerçekleştirir ve neredeyse kadınları etkilemeye yönelik bir gösteriş aracıdır. Sanatçı, yarattığı gösteriş uğruna ölen iyi budalalara benzetmek mümkündür.

Bu saydığım nedenlerle batılı sanatçı elde etme yolunda ve gösterişlerde tüm enerjisini harcadığı için elde ettikten sonra da kadını mutsuz eden bir iktidarsızdır.

Doğuda ise bu tür faaliyetlerin çoğunluğu kadına yönelik gösteriş olmaktan çok kadını bedensel doyurmakta kullanılan yöntem ve araçlara doğrudan dönüşmüştür. Orada gösteriş, kadına sevişmede ayırdığı zamanın çokluğunda ve kalitesinde ortaya çıkmıştır. Bin kez sevgiyle gidip gelme Tao felsefesini, batılı bir centilmenden asla duyamazsınız. O, vur bitircidir çoğunlukla.

Batılı sanatçı, elde etme süresince tüm enerjisini tükettiği için elde ettiği şeyin yanında gece boyunca uyuyan yorgun rolündedir. Bu sırada kadın yine “kötü” olan kalmıştır yani.

Bazen, teşbihte aşırıya kaçtığımı düşündüren bu benzetmeler doğu-batı sanatı arasındaki yaklaşım farkını ifade eder. Batı sanatı, süreçlerin sonucunda ortaya çıkan ürünün en gösterişli olma iddiasıyla var olup gelmiştir. Modern sanatların nerdeyse tamamına “performans” adının konulması da bu düşünceyi desteklemektedir. Bir kıyaslama biçimin, boyutun ve şeklin ön planda tutulduğu gösterişler toplamıdır.

Bu saydığım nedenlerle sanat faaliyeti, faaliyetin kendisi sırasında topluma doğrudan faydalı olacak sonuçlara ulaşmaz. Faaliyetlerin toplamının oluşturduğu dinamizmin toplum üzerinde yarattığı etkiden söz edilebilir.

Sanat, batılı anlamda toplumsal pislik olarak görünen davranışların geri dönüşüm fabrikası gibidir. Kıskançlık, gösteriş, ego, ihanet sanatın neredeyse beslendiği alanları oluşturur.

Bu nedenle ben sanata toplumun “istinesi” (atıkları) gözüyle bakıyorum. Bakıldığında içeriğini oluşturduğu şeyler pis, iğrenç hatta ahlaktan ve etikten yoksun. Ortaya çıkan sonuçlar ise mucizeye dönüşümdür, bu pislikten ortaya çıkan ürünleri pırlantalar hatta inciler olarak görebiliriz.

Sanat eseri ulaştığı bu sonuçtan sonra toplumsal bir role bürünebilir ama muhtemelen onu o hale kadar oluşturan sanatçı ölmüştür veya ölmek üzeredir.

Toplum kendisinden bağımsız aykırı yaşayan sanatçısını bu şekilde bir deneyime tabi tutarak deyim yerindeyse cezalandırır. Sanatçı deyim uygunsa annenin yaramazlığından dolayı vazgeçemediği yaramaz, candan bezdiren yaramaz çocuğudur.

Sanatçıya toplumsal bir rol yükleme, genç cumhuriyetin şaşkın kadrolarının ve bürokratlarının işidir. Onlar, burjuvaları krediler vererek yarattıkları gibi maaşlar vererek de sanatçılar yaratacakları yanlışına kapıldılar. Sonuç sıcağı seven, kafasını dışarı uzatamayan, toplumla barışık ama sanatçı olarak adlandırılan ne olduğu tam anlaşılamayan insanların ortaya çıkması oldu. Bu karışıklıkta her türlü icracı, şarkıcı, türkücü, sahnede yer alan herkes ama herkes “sanatçı” diye çağrılır oldu.

Bunu dünyanın sonu olarak görmüyorum. Sadece tarihe bir not olarak düşmek istiyorum.

Bugün toplumla barışık olmayı amaç haline getirmeden, onun yarattığı ölçülere mahkum olmadan bireysel duruş sergileyen, toplumun en derin yerlerinde ve topluma rağmen devinim ve dinamizm yaratan, ürün verip yaşamını teslim eden bütün sanatçıları saygıyla anıyor, yaşayanları sevgiyle kucaklıyorum.

 
Toplam blog
: 202
: 994
Kayıt tarihi
: 29.06.07
 
 

Sosyal medya danışmanı, grafik tasarımcı.  ..