Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Şubat '10

 
Kategori
Kitap
 

Evrenin Ruhu ve Alef

Evrenin Ruhu ve Alef
 

Calabi-Yau uzayı


Yine iki kitap; yine derin bilgisini, düşünceleriyle, yaşamla, kendisiyle, insanlarla özleştirerek; basitçe, anlaşılır, kısa ve öz anlatan Borges.

Her yıl Türkiye’ye tatile gitmeden önce kitap listesi yapıyorum. Burada kitaplar üzerine konuşabileceğim arkadaşım olmadığı için, listemi internetteki kitap sayfalarında okuduklarımdan, ilgimi çekenlerden hazırlıyorum. “Evrenin Ruhu”, yazarının tanıtım biçimiyle ilgimi çekti: Dr. Kuantum, Fred Alan Wolf; kitabın adı zaten fazlasıyla ilginç. Kuantum ve Evren, yanına Ruh da katılınca kitap listeme eklendi.

Evrenin Ruhu (F.Alan Wolf, Crea Yayıncılık) sözcük sözcük çevirisi yüzünden bazı hatalı cümlelerine rağmen ilginç bir kitap. (Burada bazı yayınevlerinin kötü çevirilerini anmadan geçemeyeceğim. Kötü çevirilerin okunması zor oluyor, çok güzel bir kitabı okumayı eziyete dönüştürüyor.) Kitabı, bilimsel ağırlıklı olacağını düşünerek okumaya başladım; daha başlangıçta felsefeye ve felsefe tarihine uzun yer verdiğini görünce, sıkılıp bırakacağımı sandım; ama sayfalar ilerledikçe asıl canımı sıkan, çeviriden kaynaklanan hatalar oldu. Yine de içerik olarak çok ilginç olduğu için takılmadan okumaya gayret ettim. Sayfaları çevirdikçe içine girmeye başladım. İnsan yalnız kitabı okumuyor, kendi belleğini de harekete geçirip, kendi bilgileriyle ve tecrübeleriyle okuduklarını yeniden kotarıyor. Galiba kitaplar her okunuşta okuyucuya göre yeniden yazılıyor.

128. sayfaya geldiğimde “Gizli Ruh ve Elif’in Anlamı” başlığını görünce beynimde bir şimşek çaktı; daha başlığın altındaki yazılanları okumadan Borges’in “Alef” adlı öyküsü yüzüstüne çıkıverdi. Devamını okudum: “Elif, her şey olma potansiyeline sahip hiçlikten doğan ruhun simgesidir.” Ardından antik tinsel elif ile modern fizikteki boşluğun benzerliğini yazıyor. “Elif, idrak edilemez titreşimi, potansiyel enerjiyi, olasılıkları, olabilme becerisini, zamansızlığı ve sınırsızlığı simgeler. Elifi tanımlayan tüm sözcükler elifi sınırlar. Dolayısıyla da elif değildir. Elif idrak edilemeyenin simgesidir (sayfa 130)” cümlelerini okurken paragrafın yanına hiç düşünmeden “Borges’in Alef’i” yazdım. Alef’i okurken çok etkilenmiştim, özellikle de Alef’i gördükten sonra yazdığı cümlelerden çok etkilenmiştim.

Aynı bölümde sayfalar ilerliyor, kayda değer çok bilgi var; eliften kuantum fiziğine geçiyor: “Burada da benzer bir gizem ve elifin sorusunun nihai yanıtı söz konusudur: Her şey olan nedir? Buna göre madde, zihinde kaydedildiği an var oluşa geçiverir. Kuantum fiziğinin bu konudaki tahmini, her şey olan şeyin, olasılık olduğudur.” Bana göre bir önemli cümle daha yazılmış bu bölümde: “İsim vermediğimiz sürece hiçbir şey var olamaz.” Bir sonraki başlıkta “Elifin sırrı nedir?” diye soruyor. “Elif, yani ruhun ikametgâhının modern fizikteki karşılığı boşluktur. Antik Kabala ve modern fizik aynı öyküyü anlatır: Hiçbir şeyden gelen bir şeyin öyküsünü. Bildiğimiz evren eliften çıkmıştır. Bundan sonraki bölüme Einstein’dan bir alıntıyla başlamış: “İnsanlar, bitkiler ya da kozmik toz, yani hepimiz, görülmez bir kavalcının gizemli ezgisi eşliğinde dans ederiz.”

Aynı kitaptan son bir alıtı daha yazacağım:

“En basit atom hidrojendir. Ancak hidrojen atomunun var olabilmesi için bu atomun içindeki elektronun gizlenmesi, belirsizlik ilkesi doğrultusunda ‘dans etmesi’ gerekir. Boşluk açısından bakıldığında, boşluğun bilincine yansıyan ruhun, elektronun konumundan emin olmaması gerekir. Bu gizlenmenin gerçekleşebilmesi için, kuantum dalga fonksiyonunun, boşluğu dalgalandıran görünmez bir alanın elektronu etkilemesi, elektronun aynı anda sayısız pozitronu olmasını sağlayan (sonsuz sayıda birbirini yansıtan aynaları andıran) bir form yaratması gerekir. Bu pozitronların hiçbiri gerçek değildir. Her bir pozitron bir olasılıktır, ancak kararlı bir şekilde aramadığınız sürece hiçbiri ortaya çıkmayacaktır.”

Şimdi de Borges’in öyküsüne geçmek istiyorum. Toplam 18 sayfalık öykü, Borges’in Toplu Eserleri 2. Kitabında yer alıyor (İletişim Yayınları 3. Baskı 2001)

Beatriz’in ölümünden sonra gördüğü ilk küçük değişiklikle sonsuz değişiklikler başlıyor. “Evren değişse bile ben değişmeyeceğim” diye düşünüyor. Daha ilk paragrafta (oldukça uzun bir paragrafta) Orhan Pamuk’un Masumiyet Müzesi karşıma çıktı. Hayranlıkla, tutkulu bir aşkla bağlı olduğu kadının ölümünden sonra, ondan kopmamak için hayranlığını anısına yöneltiyor, yaşadığı evi ziyaret edecek bahaneler buluyor. Karşılıksız aşk, sonuçsuz kalan hayranlık, hatta sıkan hayranlık… Ölümünden sonra kadının doğum günlerini onun yaşadığı evde ailesiyle birlikte kutluyor. Her yıl bir kez gittiği evde daha uzun kalabilmek için yaptıkları, benim içime dokundu; dilime “Senede Bir Gün” şarkısı takıldı.

Borges’in evrenle, yaradılışla, edebiyatla, dinlerle, mitlerle, felsefeyle ilgili bilgilerinin derinliği beni zaman zaman şaşırtıyor. Sonra bildiklerinin kendi düşünce süzgecinden geçen analizine ve sentezine daha çok şaşırıyorum. Zaman zaman kopuk kopuk düşündüklerimi bir cümle içersinde Borges bana geri döndürüyor.

Beatriz’in kuzeni Carlos Argentino Daneri’nin “Yeyüzü” adında uzunca bir şiir yazdığını öğrenir. Bu şiiri anlattığı sonraki bir kaç sayfada ben edebiyat üzerine çok şey öğrendim. Sayfa 137de başlayan son paragraf 138de devam ediyor. Burada şiir üzerine yazdıklarını birçok şeye uyarlamak da mümkün: Hayata, evrene, ekonomiye, devlete, hükümete… Carlos Argentino Daneri’nin kişiliğinde ve yazarın onunla ilişkisinde tanıdığım birçok insanı, hatta kendimi bile görebilmem, Borges’in müthiş gözlem ve duygusal yeteneğini yazıyla mükemmel biçimde birleştirmesi olmalı. Örneğin telefonu anlatırken: “Bir zamanlar Beatriz’in artık o geri gelmeyecek sesini ileten, telefon denen bu buluş, şimdi şaşkın Carlos Argentino Daneri’nin abes sitemlerini ve belki de kızgınlığını anlatan bir aygıt durumuna düşecek kadar alçalacaktı.” (sayfa 141) Bir cümle içersinde birçok bilgiyi ve duyguyu ayrıntılarıyla okuyucuya veriyor.

Sayfa 142de artık Alef’le karşılaşıyoruz. Daneri Alef’i, “ yeryüzündeki bütün yerlerin, her açıdan, açık seçik, birbirine karışmadan, göz kamaştırmadan göründüğü tek yer, dünyadaki tek nokta” diye tanımlıyor. Alef’i kendisi (yazar) görmeden önce bir şey daha yazıyor (bunu neden yazdığından çok, basitçe cümlenin ifade ettikleri önemli, her şeye her yere uyar): “İnsan bir olguyu birden açık seçik kavrayınca, o zamana kadar kuşkulanmadığı bir sürü şeyin aslında bu olguyu desteklediğini görüyor.” Sonra Beatriz’in fotğrafına ait yazdığı: “Beatriz’in abartılarak renklendirilmiş kocaman bir fotoğrafı geçmişe ait olmaktan çok zamanın ötesinden gülümsüyordu” cümlesi beni derinden etkiledi. Aslında cümle cümle okumayı sevmem; Borges’in yazdıklarında ise her cümle süzgeçten geçmiş bilgiler, anılar, duygular taşıyor.

“Gözlerimi kapattım – gözlerimi açtım. Ve Alef’i gördüm.” Bundan sonra yazdıkları beni tam anlamıyla büyüledi. Bütün yazdıklarını bilmek istedim. Bir ara görür gibi oldum da… Alef onun gözlerinden benim hayalime geçti ve ben her şeyi okumadım, izledim. Neredeyse veya tam anlamıyla aynı heyecanı duydum. Tabii ki bu benim heyecanımdı.

“Şimdi öykünün anlatılması, aktarılması olanaksız özüne geliyorum. Ve bir yazar olarak çıkmazım da bu noktada başlıyor. Dil tümüyle bir simgeler dizgesidir, bu dizgenin o dili konuşanlar tarafından kullanılması ortak bir geçmişe dayanır. Ama eğer öyleyse, ben zihnimin bütün çabalarına rağmen tümünü kavrayamadığı sınırsız Alef’i sözcüklere nasıl çevirebilirim?” İşte bu cümleden sonra öykü hakkında anlatılacak şeylerin hepsi bitiyor. Her okuyucu öyküyle, sözcüklerle başbaşa kalıp kendine göre okumalı, yorumlamalı, hayal etmeli, yaşamalı; herkes okurken kendi heyecanını duymalı. Kendi müziği ile birleştirip kendi dans etmeli. Mutlaka bir yerlerde aynı müzik ve aynı duygularla dans ediyoruz… Sınırsız ruhu sınırlı yaşamda deneyimlerken, her keresinde sadece birini anlamamız ve anlatmamız mümkün.

Ve işte son paragraf:

“Şu Alef bir taşın yüreğinde mi? O bodrumda her şeyi gördüğüm zaman Alef’i mi gördüm, ve şimdi unuttum mu? Zihinlerimizden elek gibi, unutkanlık içeri sızıyor; ben de aradan geçen yıpratıcı yılların etkisiyle Beatriz’in belleğimdeki yüzünü çarpıtıyorum ve yitiriyorum.”

 
Toplam blog
: 10
: 1123
Kayıt tarihi
: 22.06.07
 
 

Çok gördüm, çok gezdim, çok yaşadım. Bir arpa yoldan, evvel zaman içinden, ne kaldıysa... Üç sonsuz ..