Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Şubat '09

 
Kategori
Sinema
 

Evrensel haksızlıkların ironisi... / Benjamin Button'un Tuhaf Hikayesi'ne dair...

Evrensel haksızlıkların ironisi... /  Benjamin Button'un Tuhaf Hikayesi'ne dair...
 

''Benjamin ve Queenie...''


''Benjamin Button'un Tuhaf Hikayesi'' son yıllarda izlediğim ilginç filmlerden biriydi...

Yıkılan, çöken bir Amerikan rüyasının romanı, ''Muhteşem Gatsby'' nin , kadri bilinmemiş yazarı, genç yaşta bu dünyadan ayrılan İrlanda kökenli Amerikalı yazar Francis Scott Key Fitzgerald'ın, I.Büyük Savaş sonrası yazdığı fantastik bir öyküden yola çıkıp, ana temaya sadık kalınarak, ancak biraz farklı kurgulanıp, senaryolaştırılmış bir filmdi...

Bir insanın, yazar olarak, insan aklının bu evrendeki yüceliğinin ve kurgu becerisinin doruklara çıktığı bir çalışma ve haksız ve de şansız yaşamlara dair, müthiş bir ironiyle örülmüş hüzünlü bir öykü... Karşılıklı, tersine akan su gibi yaşamlar... Güzel insan ilişkileri... Daha önce Jack London'un romanlarındaki karakterleri çağrıştıran, XX.yüzyılın başındaki Amerikan insanı karakterleri... Birbirlerine karşılıksız; umut, bilgi, beceri ve yeni yaşam durakları yaratan insanların iç içe geçen öykülerinin, bir anı defterinin yapraklarında, ölüm döşeğinde açılması ve bir sırrı paylaşma... Ve film, yatağında yazgısını bekleyen kadının sükuneti içinde, sakin bir ırmak gibi akıp gidiyor...

Film, çok yaşlı bir kadının, baş ucundaki kızına, görme özürlüsü bir saat tasarım ve yapımcısı Mr.Cake'in, tek oğlunu I.Büyük Savaş'a gönderdiği yılları anlatmasıyla başlar ... Ve aile, sonunda oğullarının cepheden gelen cenazesini kucaklamak zorunda kalır... Baba oğlunu sonsuzluğa uğurladıktan sonra, her zamanki işine döner... Bu New Orleans'lı tasarımcı baba, metropoldeki istasyon meydanına büyük ve görkemli bir saat yapar... Büyük savaşı yönlendirenlerden, Teddy Roosevelt ve bazı politikacılar da orada, açılıştadır... Saat çalışmaya başlayınca, saniye göstergesinin şaşırtıcı bir şekilde zamanın tersine çalıştığı görülür!... Şaşkın sesler arasında Mr.Cake kürsüde şunları söyler: ''Bu şekilde yaptım!... Çünkü böylece, savaşa gönderdiğimiz ve ölen çocuklarımız, ayağa kalkıp belki evlerine geri dönebilirler... Evlerine, işlerine dönebilir, çocuk sahibi olabilirler. Uzun bir hayat sürebilirler!.. Ve belki benim oğlum da geri dönebilir!... Sizi incittiysem, özür dilerim! Umarım saatimi beğenirsiniz!...'' Teddy Roosvelt şapkası önünde, başı eğik biçimde açılışı terkeder...

Mr.Cake'i o günden sonra kimse göremez, dükkanını da kapatmıştır. Bir söylence kırık bir kalple öldüğü, bir başkası da, bir sandalın içinde şimşeklerin çaktığı bir denizde, açıklara doğru kürek çektiğidir...

Ve film, yaşlı kadının (Daisy) kızına Benjamin Button'a ait günlüğü okumasını istemesiyle devam eder: Savaşın bitişinin coşkuyla kutlandığı bir akşam, bir iş adamı (Thomas Button) telaşla, doğum yapan karısına ulaşmaya çalışmaktadır... Kadın, çocuğuna kocasından bir yuvası olsun sözü alarak, acı içinde ölür!... Baba çocuğu görünce şok geçirip, iyice panikler!... Doğanın mucizesi, , bebek, dıştan görüntü olarak, yaşlı vücutla doğmuş bir oğuldur... Şoka girmiş baba , çocuğu beşikten kaptığı gibi, hızla binadan çıkıp, sahile doğru koşmaya başlar!... Bebeği bir an suya atıp öldürmeyi düşünür. Sonra çocuğu kundağına sıkıştırdığı cebindeki onsekiz dolarla, düşkünler evinin kapısına bırakıp kaçar ve uzun yıllar da aramaz... Baba sözünü tutmuş (!) , çocuğa bir yuva bulmuştur... Bebek, düşkünler evinin yöneticilerinden (Queenie) soylu siyahi bir annenin koruyuculuğunda, şanslı bir yaşam başlar...Çocuk sahibi olamayan bu kadıncağız, ''kimsenin onu istemiyeceği belli'' diyerek çocuğa büyük bir şefkatle bakar... Ve ona ''Benjamin'' ismini verir... Çocuk, yaşlı, çelimsiz bir ihtiyar olarak git gide büyümeye başlar... sakat arabasından kalkıp, ilk adımlarını atmaya başlayınca, çevresindeki insanlar bunun bir mucize olduğunu, şaşkınlıkla düşünürler...Halbuki Benjamini, biraz geçikmiş , ilk yürüyüşünü yapan bir bebektir!... Oniki yaşlarına geldiğinde, hala yaşlı görünmektedir!... O, zaman içinde , yüz ve kas yapısındaki değişimleri fark etmeye başlar... Ve gene o mekanda, büyük annesini ziyarete gelen, mavi gözlerini hiçbir zaman unutamadığı bir kıza gizlice aşık olma( çünkü fiziken, hala yetmiş yaşlarına yeni inebilmiştir...) ve ilerde onla kırılıp tekrar kesişen ortak bir yaşam söz konusu olacaktır... Yazar ''Muhteşem Gatsby'de olduğu gibi, bu öyküde de, aşık olunan kadında; ''Daisy'' ismini kullanmıştır!..

Benjamin, kendine bir teknede iş bulur... Kimsenin parasını pek de düzenli ödemeyen Kaptan Mike Clark , bu ihtiyari mecburen işe alır ve uzun bir dostlukları başlar... Mike bu hoş ihtiyara, özel yaşamın kapılarını da açar... İlk cinsel deneyimini, güzel bir yaşam kadınıyla yapmasını sağlar... Bu arada bilmeden babasıyla tanışır, ama baba onu bilmektedir!... 1936 yılında evi terkedip büyük denizlere açılırlar... Kaptan teknesi ''Chelsea''yi yenilemiş ve bir nakliyat şirketiyle üç yıllık sözleşme yapmıştır... Benjamin, söz verdiği gibi her gittiği yerden, Daisy'e mektup yazar... Daisy'de ölünceye kadar bütün o mektupları saklamıştır... Gemiyle, Rusya'ya da giderler...Benjamin orada, İngiliz Barış Hareketında yetkili eşiyle beraber casusluk yapmaya çalışan Elizabeth isimli bir İngiliz kadına tutulur... Geceleri beraber olurlar... Japonların Pearl Harbor baskınından sonra, kadın eşiyle, hızlı bir şekilde Rusya'dan ayrılır.... Geriye yalnızca bir not bırakır: ''Seninle beraber olmak güzeldi!...'' Bu Benjamin'i sarsan ilk durumdur...

İkinci büyük sarsıntıyı, iş tekneleriyle sivil olarak katıldıkları savaşta, bir Japon denizaltısını tahrip etseler de, Kaptan Mike, Kızılderili ve diğer tekne arkadaşlarının çoğunu kaybederek yaşar. 1945 Mayıs'ında New Orleans'a döner... Savaş bitmiştir... Geldiğinden bir kaç hafta sonra , düşkünler evinde Daisy'le görüşürler... O kariyer basamaklarını hızla çıkan güzel bir kadın, çok yetenekli bir balerindir...New York'un modern sanat ortamında, hızlı ve farklı bir yaşam sürmektedir... Benjamini gençleşmiş görünce çok şaşırır. Benjamin günlüğüne, ''hayatımda gördüğüm en güzel kadındı...'' diye yazar. Daisy ona New York'daki bale yaşamını, sosyal ilişkilerini anlatır...Benjamin büyülü bir akşamda onu ilgi ve şaşkınlıkla izlemektedir... Sigara içmesi de onu şaşırtmıştır... Benjamin onun sevişme isteğini, ''... Daisy, sadece bu gece olmaz'' diyerek kibarca reddeder(!) ... Belki de bu, kadına karşı yapılmaması gereken önemli bir hatadır!...

Üçüncü büyük sarsıntı, Thomas Button'la bu kez babası olarak tanışmasıdır!... Thomas ona, ''seni asla terk etmemeliydim...'' der. Hasta ve yaşlı babasını kucaklayıp, onların göl evine, son kez güneşin doğuşunu izlemeye götürür... Babası ölünce, işe ve büyük bir servete sahip olur... Artık New York'a; Daisy'yi görmeye gitme zamanı gelmiştir... Ona babasının öldüğünü bildirecektir. Daisy'nin ilk ve son kez bale gösterisini hayranlıkla izler... Ona karşılaştığında; ''... gözlerimi senden alamadım, muhteşemdin'' diyecektir.... Daisy bu habersiz gelişe şaşırır ve onu arkadaşlarıyla birilikte düzenledikleri bir partiye çağırır. Benjamin orda, Daisy'nin özel ve özgün yaşamı ve bir erkek arkadaşı olduğunu görür ve geri döner...

Bolşoy'dan bile teklif alan Daisy zirveye tırmanırken, Paris'te kariyerini bitiren bir trafik kazası geçirir; bacakları kırılır... Benjamin, onu görmeye Paris'e gelir, ancak reddedilir... Daisy onu o şekilde görmesini istememişse de, Benjamin uzun müddet, gene de Paris'ten ayrılmaz...

Sonunda Daisy New Orleans'a geri, Benjamine döner... Kucaklaşırlar. Artık beraberlerdir... Tekneyle, Florida'ya doğru uzun bir geziye çıkarlar... Yalnızca o zamanlarda rahat, güzel ve mutlu günler geçirirler...

New Orleans'a döndüklerinde , Benjamiin annesinin öldüğünü öğrenir ve cenazesine yetişir... Benjamin bu ölümden sonra, baba evini satıp, Daisy'le modern bir eve yerleşir... Daisy bir bale okulu açar...

Daisy hamiledir. ''Kimsenin kardeşi olmak istemiyorum'', der Benjamin... Artık dar zamanlardadırlar... Ve kızları biraz büyüdüğünde, Benjamin, Daisy'e; ''...ona oyun arkadaşı değil, bir baba gerekiyor'' diyecektir... Göl evini ve fabrikayı satar, servetini Daisy ve kızına bırakıp, motorsikletine atlayıp, dünyayı dolaşmaya gider.. Gittiği her yerden kızına kart atar. ''Keşke baban olabilseydim. Yaptığım hiç bir şey bunun yerini tutamazdı '' diye yazar...

Yirmi yaşlarında genç bir delikanlı olarak bir gün tekrar geri döner ve genç kızıyla, eski bir dost olarak tanışır... Daisy evlenmiştir... Ona; ''Çok gençleşmişsin'' der, ''ama dışardan'' cevabını alır!... Daisy; ''haklıydın, ikinize bakamazdım'' der... Son kez beraber olurlar... Benjamin; '' seni sevmeyi hiçbir zaman bırakmadım'' der.. Onun gitmesini izledim diye son bir not düşer günlüğüne...

Daisy onu bir kez daha gördüğünde, Benjamin gene düşkünler evindedir... Yönetici ona Benjamin'in günlüğünü teslim eder... Benjamini piyano başında görür... O şimdi on üç yaşlarında gözükmektedir... Ve hafızasını kaybetmeye başlamıştır; Daisy'i tanıyamaz... Ancak artık içten çok yaşlıdır... Daisy onu her gün izlemeye çalışır ve sonunda onu yanına alır. Benjamin'in son günlerini , bundan sonra beraber yaşarlar... Ve sonun da küçüle küçüle, Daisy'nin kucağında, kundakta bir bebek olarak yaşamını tamamlar...

Hastane odasındaki öykü de sona yaklaşmaktadır... Daisy'nin kızı, gözyaşlarını silerek, ''keşke onu tanısaydım...'' der... Daisy'de ''artık tanıyorsun'' diye cevap verir... Kız dışarı çıkar ve yağmurlu pencereye bir sinek kuşu gelir ve Daisy'de , ''İyi geceler Benijamin'' diyerek, yaşama gözlerini kapar...

Depoya terkedilmiş o saat hala çalışmaktadır.. .New Orleans'ı işgal eden sular, saatinde yanından hızla akıp, gider...


17.Şubat.2009 / Tarabya,
 
Toplam blog
: 392
: 4592
Kayıt tarihi
: 12.03.07
 
 

İstanbul doğumluyum. Sağlıklı beslenme, yüzme, doğada yürüyüş ve çevre özel ilgi alanlarım. Şiiri ve..