Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Mart '12

 
Kategori
Felsefe
 

Evrim teorisini reddetmenin kökeni ve düzeyi

Evrim teorisini reddetmenin kökeni ve düzeyi
 

Relative public acceptance of evolution. From Miller, J. D., Scott, E. C. and Okamoto, S. (2006) Public acceptance of evolution. Science 313, 765–766.


Dinsel inançlar kendi içinde sorunlu yapılardır.

&

Yaygın dinsel anlayışlara baktığımızda üç temel unsurdan oluşur.

 

Birinci unsur bir kişiselleştirilmiş Tanrı kavramını içermesidir.

İkinci unsur normal insanlardan farklı, Tanrı ile bir şekilde bağlantısı olan bir insan olarak Peygamber kabulüdür.

Üçüncü unsur ise Tanrı’nın buyruklarını içerdiğine inanılan normal kitaplardan farklı bir kutsal kitap kabulüdür.

&

Bu yaklaşımı yoklayalım:

Olaya felsefi açıdan baktığımızda, bir ilk neden problemi vardır.

İnsanoğlu olağan yaşantısında çok kuvvetli bir şekilde nedensellik ilkesi ile hareket eder. ‘Her etkinin bir sonucu vardır. Bir sonuç varsa mutlaka nedeni vardır.’ Bu ilkeye göre yaşam sürer. Bu ilke ile dünyaya ve evren denilen şey üzerine düşündüğümüzde ise ‘madem her şeyin bir nedeni var, o halde bu evrenin de bir nedeni olması gerekmez mi’ diye sorarız.

 

Bu soruya, ilkeye bağlı kalacaksak, asla tam bir cevap veremeyiz. Evrene bir neden bulsak bile, her seferinde yeniden ‘onun nedeni nedir’ diye sormak gerekir. Bu felsefi sorgulama elbette bir dine, bir kişisel Tanrı anlayışına varamaz. Bunun neden ve nasıl bir problem olduğu ve nasıl çözüleceğini felsefecilere ait.

 

Hayat tabiî ki salt felsefecilerin bulgularıyla sürmüyor. Felsefeciler, insanlık tarihine göre çok sonra ortaya çıkan kişiler -aslında düşüncenin gelişiminin bir uğrağı olarak tabi. Bu süreçte tabi insan, bu tür kafasını meşgul eden sorulara çeşitli cevaplar veriyor. Verdiği bu cevaplar zamanla, kültür, gelenek vs. haline geliyor.

 

Bugünün yaygın dinsel anlayışları da aynı şekilde gelişiyor. Bir şekilde insanoğlunun dünya ya da evren üzerine cevapsız soruları (ya da kitlelere ulaşmamış cevapları) kültürel birer yapı olan dinleri inşa etmeye başlıyor.

 

Bu şekilde söz ve etki sahibi olmaya başladığında, normlar, kurallar, adetler üretmeye başlıyor. Ahlak koyuyor, iyiyi kötüyü belirliyor. Hatta kozmogoni üretiyor.

 

Tabi insanoğlunun bu kadar zaman sonra, yani felsefenin, bilimin bu denli geliştiği bir noktada hala dinlere inanıyor olması bana akıl almaz geliyor.

 

Ancak onun da makul bir nedeni var ki, henüz Tanrı problemi tam olarak çözülmüş olmadığı için bu çekirdekten büyüyen dinsel kültürel yapılar varlığını sürdürüyor. Kültür ve gelenek olduğu için de, nesilden nesile aktarılıyor. Sıradan bir insanın, hele ki eğitim seviyesi bu kadar düşük bir dünya ve toplumda, kalkıp bilim kitapları vs. okuması ve olan hakkında doğrudan bilgilere sahip olması beklenemez. O nedenle kişi çevresinde gördüğünü benimsiyor, üzerinde düşünmüyor bile, ve onla yaşıyor.

 

İnsanın düşüme yapısı, toplumsal yapılardan, normlardan, belli angajmanlardan, düşünme kalıplarından, şablonlarından aşırı derecede etkilenir. Bu nedenle bu kültürel yapıları iyice içselleştirmiş olanlar bunu sürdürmekten mutluluk duyuyorlar. Çünkü insanoğlu, saf akıl olmadığının yanında aynı zamanda tinsel bir varlık. Yani, tinsel varlık olarak, ailesinin, sülalesinin, çevresinin, toplumunun yaşam biçimlerini sürdürmek kendi tininin varoluşsal kaygılarını oluşturuyor.

 

Bu nedenle, felsefe, akıl, bilim ne derse desin, bu alanların kaynaklarıyla haşır neşir olmayanlar, yeteri kadar bilgi sahibi olmayanlar, bu dinsel öğretilere alabildiğine bağlanıyorlar.

 

Ve hiç kuşkusuz dinsel yapılar, birer ideoloji olarak da iş görüyorlar. İktidar aracı haline geliyorlar. Ya da başka iktidar araçlarının maşa olarak kullandıkları imkanlar haline geliyorlar.

 

Dinler, bu yüzden, salt, dünyaya ya da evrene ilişkin insanın aklının yetmediği, hayret ettiği konulara verilmiş varsayımsal cevaplar olmaktan çıkıyor, ve birer aygıt haline geliyor. Bir güç, bir aygıt, bir ideoloji, bir yaşam biçimi, bir toplum tasarımı oluyor.

 

Bu noktaya geldikten sonra bir varlık olarak, kendini korumaya ve kendini var etmeye çalışıyor, her varlık için olduğu gibi.

&

Burada şöyle çok önemli bir soru sorulabilir: Buraya kadar dediklerini doğru kabul edelim, tamam dinsel düşünceler araçken, amaç haline gelmişler ve asıl ilk niteliklerinden kopmuşlar, ama dinler de bu halleriyle içlerine yerleştikleri kişiler için bir yaşam tarzı ve doyum kaynağı oluyor. İnsanlar bundan memnunsa, bundan mutluysa, sorun nedir?

 

Eyvallah! Kesinlikle doğru. Çünkü burası dünya, hiç kimse sahibi değil ve eğer ki, dikteci yaşam tarzına karşı çıkarak dinsel yaşamları eleştiriyorsak, dinsel yaşamlara karşı başka yaşamları koşulsuzca savunmak  bir yaşamı dikte etmek ve aslında kaçınılan şeye düşmek olurdu.

 

Kabul, ancak şu koşulla ki, senin bu bireysel dinsel yaşam tercihin dikte içermesin ve şu koşulla ki aydın bir yaşam tarzı olsun.

 

Yani, sen bu yaşamı yaşarken, başka hiç kimseye, bu yaşamı benimsetmeye, zorlamaya vs. çocuk yaşta birine, bunu, onun bilinç öncesi dünyasına kakmaya çalışmayacaksın.

 

Yani, aydın bir yaşam tarzı olarak, dinsel inançların, kaynaklarını, nedenlerini, sınırlarını, bilginin ne demek olduğunu ve benzer konuları bileceksin ve neyi neden yaşadığının aydınca bilgisine sahip olacaksın.

 

Bu ikisi olduğu takdirde, elbette ki, kişi istediği tarzda bir yaşam hakkına sahiptir.

 

Bir insan, kendi halinde bir tanrıya iki peygambere üç kitaba inanıyorsa, tanrının ne demek olup olmadığını vs. biliyorsa, o adamın önünde belim de, ruhum da, aklım da saygıyla eğilir.

 

Ama yok sen, bu benim yaşam tarzım, bunu başkalarına dikte ederim, yayarım, bunun için örgütsel yapılar kurarım, buna karşı gelenlere karşı mücadele ederim dersen, bilim, bilgi, akıla karşı, dinleri mutlak nesnel gerçeklik sayarak, onları reddederek bu dikteci yaşam tarzını yaygınlaştırmaya çalışırsan, yaptığın iş bireysel bir yaşam tarzını eda etmekten çıkar. Başkalarının yaşam alanını etkilemeye, gerçekleri saptırmaya girer.

 

İşte o zaman sana birileri dur’u çeker.

 

Dinler, dünyada ve bizim ülkemizde belli ölçülerde ya da büyük ölçülerde böyledir.

 

AKP, şu an böyle bir toplumu oluşturmak için çabalıyor diye düşünüyoruz. Ki kısmen de eminim.

 

Ama konumuz güncel siyaset değil.

&

Bu noktada Evrim teorisi karşıtlarına geçelim.

 

Evrim teorisine karşı gelen kafa yapısı, bu yazıda negatif olarak betimlenen kafa yapısının işidir.

 

Yani dini araç olmaktan çıkartıp amaçlaştıran, bilimi reddeden, dinlerin mutlak gerçekliğini savunan dikteci bir kafa yapısı bu.

 

Bunlara kısa cevap şudur:

 

Evrim teorisi denilen şey aslında asla bir varsayım anlamında teori değildir.

Evrim, insanoğlunun her bireyinin ortak katkısının ve çalışmasının ürünü olan bilimsel faaliyetlerin ulaştığı sonuçlar ve olgular bütünüdür.

 

Önündeki fosilin teorisi mi olur? Önündeki fosil, gerçek bir varlık! Tut, bak, eline al!

Ha diyebilirsin ki, bu sahte. Bazı sahte fosil hikayeleri duydum, doğru, bazı uyanık sahtekarlar böyle bir şeyler çevirmiş olabilir. Bir dünya savaşında 50 milyon insanın ölmesini normal karşılayan bir hayat yaşıyoruz. Bu tür sahtekarların olması devenin kulağındaki tüy. Ancak bu iddianın ciddiye alınabilmesi için bulunan ve bütünleştirilen bütün her şeyin, sahte, uydurmasyon vs. olduğunu kanıtlaması gerekirdi. Ama böyle bir şey sözkonusu bile olamaz.

 

Sonuç olarak evrim teorisi, bir varsayım, bir analiz değil, bir olgular bütünü gerçekliktir.

 

Teori mesela Einstein’ın bazı kuramları için söylenebilirdi. Einstein, kağıt üzerinde matematiksel hesaplarla, insanoğlunun deneyimleyemediği bazı savlar ileri sürmüştü. Işığın yerçekimine uğraması gibi, ya da yüksek hızların zamanı yavaşlattığı gibi. Bunlar denenip görülene kadar teoriydi, ama deneylendi ve şu an bilimsel bulgular. Ne zamana kadar? Yanlışlanana kadar! İşte rasyonal, akılcıl yaşam budur!

 

Evrim teorisine karşı gelen birinin ruh yapısı ve zeka seviyesinin nasıl köreldiğini görmek gerekiyor. Çünkü evrim teorisine karşı gelen birinin de evrim teorisi bilimsel bulgu olarak gören birinden farklı değil. O da milyonlarca yıllık evrimin insanoğluna vermiş olduğu niteliklere sahip. Ancak demin dediğim gibi, insan salt saf akıl değil. O toplumsal, kültürel, geleneksel aidiyetleri olan tinsel ve psikolojik bir varlık. Tabi bu arada, bu tür şeyleri bir grup içinde yer almak adına, o grubun menfaatlerinden faydalanmak adına dolaylı ya da doğrudan kullanmayı da işaret etmek gerekir.

 

Yazının başında dinsel yapıların sorun olduğunu söylemiş ve üç unsurdan bahsetmeştim.

 

İlk unsur, ilk neden kavramı altında felsefenin de problemi dedim. Aslında ilk neden problemi aklın da bir problemidir.

 

Bu nedenle sadece, bu problemden dolayı bir Tanrıya inanç duymak , o ilk neden kavramını dogmatikleştirme bir ölçüde makul gelebilir.

 

Ama peki peygamber ve kutsal kitap kavramları nerden çıkıyor?

 

Tanrı kavramına bir şekilde bir kaynak bulduk diyelim.

Bunların gereği, zorunluluğu, akılsal yanı nerdedir?

 

Peygambere inanç, sadece ve sadece birinin 'ben sizin peygamberinizim' demesine inanmakla olacak bir iş. Biri çıkıyor, bunu söylüyor ve sen de kabul ediyorsun, hepsi bu.

 

Aynı şekilde kutsal kitap için de durum böyledir. Peygamber olduğunu kabul ettiğiniz insanın, 'bu kutsal kitabınızdır' demesini de kabul ediyor ve kitabı kutsal sayıyorsunuz.

 

Oysa bir tanrı kabulü, akılsal olarak asla, bir peygamber inancını ve kutsal kitap inancını gerektirmez.

 

Dünyada bu kadar çok insanın bütün bunları hiç düşünmeden dinleri kabul etmesi, onun ne kadar bir gelenek ve kültür olduğunu gösterir.

 

Ama bu masum bir kültür değil. Çünkü bilimsel, felsefi ve akılsal sonuçları reddetmeyi içeriyor, bir aygıt, bir ideolojik yapı bir güç haline geldiği için.

 

Ve yaygınlaşmaya çalışıyor. Evrim teorisine karşı gelen kafa ise bilgiye, bulguya, olguya karşı körelmişliğin ya da kütlüğün bir dışavurumu oluyor.

 

Link: Avrupa'da ve bazı İslam ülkelerinde evrime ilişkin yaklaşım istatistiklerinin bulunduğu bir yazı.

 

 
Toplam blog
: 467
: 1012
Kayıt tarihi
: 21.10.07
 
 

Ankara'da yaşıyorum. Çeşitli güncel konularda, zaman zaman "Neden olaya böyle bakılmıyor?" diye düş..