Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Şubat '10

 
Kategori
Deneme
 

Ey aşk! Sen kimleri heder ettin!

Ey aşk! Sen kimleri heder ettin!
 

!...



Bu yazı başlığı, ne zamandır heybemde duruyordu da, bir türlü fırsat olmamıştı açığa çıkarmaya. Baktım, yüzüncü yazıyı yazacağım, bari şu konuyu çıkarayım da kafama atılacak taşlardan yüzüncü yazı suyu hürmetine biraz korunurum, dedim. Bu yazı, yaklaşmakta olan “Sevgililer Günü”ne de kapak olsun!

İşine geldiğinde “emekçi”yi pöhpöhleyip, işine gelmediğinde “mezbelelik” sayan zihniyet, yaşadığımız çağa çok uyan bir fotoğraf karesinde kendine de bir yer bulduğu anda hemen “çağdaşlaşır” ve emekçiyi çağdışı ve “sevgi” kavramını da emekçinin dilinde “fazlalık” ilan eder!

Neyse, biz alıp başımızı bozkırlara gidelim. Hidalgo’yu “hiç durmamanın ağacı”na bağlayıp, “Siyaset”i de işin erbaplarına bırakıp, kürekler “siya siya” bozkıra açılalım küçük bir tekneyle. Tekneyle bozkıra açılmak! Ne yapalım? Bu da bizim keyfimiz. İlla kafayı mı bulmamız gerekiyordu, kanımıza alkol katıp? Esrimekten aciz miyiz yani içmeden?!

“Ey aşk! Sen nelere kadirsin!” diyenler, aşkın içini bir güzel boşaltıp, akşamdan “marine edip”, ertesi günlerde de süsleyip püsleyip diledikleri kişi ya da kişilere bir güzel yutturuyorlar. Tabi, mutfakta olup bitenlerden habersiz aç kişi, çatalı kaşığı da... edebi adabı da bırakıp saldırıyor bu süslü “salata”ya.

Sömürü sistemlerinde iki tür aşk yaşanır.Biri sömürenin aşkı, diğeri de sömürülenin. Sömürenin aşkı, bencildir.Çevresine büyük zararlar verir. O, saltanat içinde yaşamaya aşıktır. En güzel kadın; en güzel ev, en güzel araba ve dünyanın bütün paraları vb. onun olmalıdır. Emekçilerin ve her türlü börtü böceğin, kendine bu saltanatı yaşatmak için var olduklarını düşünür. Onların da böyle düşünmelerini ister. Kendi saltanat içinde giden hayatı söz konusuysa, başka her şey bir ayrıntıdır.

Sömürülenlerin aşkı ise, iki kişilik bir kendi içine kapanma, kendi kabuğuna çekilme, “ne kokar ne bulaşır”ı oynama şeklinde yaşanır. Her aşk, toplumdan iki kişilik bir parça koparır. Bu kez, dışarıdan bencillik gibi görülen şey, emekçinin bitmekte olan gücüdür. Ancak böyle davranırlarsa, kendilerine yeten bir hayatları olabilecektir çünkü.

Sistem içi aşk, bu coğrafyada ve bu çağın.. bu sistemin koşullarında kişi”leri ve onların çevrelerini heder eder. Bu öğretilmiş aşklar, kişilerin toplumdan soyutlanması ve toplum lehine hiçbir olaya katılmamasıdır. Ya da bir kadınla bir erkeğin birbirlerini “kafalayıp” üçüncü kişiler için yok oldukları durum! “Aşık olma” moduna girildi mi, üçüncü kişilerin kayıtsız şartsız bu ilişkilerine saygı duymalarını beklerler. Halbuki yapacakları ilk eylem de birbirlerini antisosyalleştirmeleridir. Artık pek bir şey konuşamazsınız onlarla? Her aşk, toplumu biraz daha güçsüzleştirir.

Böyle sayrılıklı durumları çoğaltmak kapitalizmin işine gelir. Zaten aslında arka plandaki bastırılmış cinselliklerin vitrini olan “aşk”ı iyice vitrine çıkarır. Kırmızı iç çamaşırları, kırmızı kalp yastıklar, kırmızı objeler doldurur ortalığı.

Hep düşünmüşümdür... Aşkın rengi neden kırmızı olsun ki? Aşk saydam olmalı, su gibi... Sonsuzluğun rengidir saydamlık. Kırmızı ise, al benili bir renk.. Aşkın “almakla”, “vermekle” işi yoktur. Aşk, yalnızca vardır. Su gibi..

***

Hidalgo huysuzlanıyor. Yola çıkmamız gerek. Belki tan ağarırken, bozkırdan çıkar, kentin kalabalığına karışırız yeniden. Kalabalıklara karışmak, insanların yaşadığı karmaşaları anlamak için iyi oluyor.

Bir çok insan işsiz, mahpus!.. Toplumun hepsi işsiz olsaydı söz gelimi.. ya da mahpus, bu işsizlik ya da mahpusluk zinciri daha kolay kırılırdı. Böylece, dışlanma durumu da ortadan kalkardı.Toplumun diğer kesimlerinin bunlar karşısında takındığı tutum, içler acısı. “Layığını bulmuşsun !” gibi davranılıyor üç aşağı beş yukarı.

Sömürücünün, emeğin ücretini yerlerde süründürebilmek için bulduğu iki silahı vardır. İşsizlik ve iş güvencesizliği. Tabii işsizlik, emekçinin hiçbir gereksinimini karşılayamayacak hale gelmesi şeklinde yaşanmalıdır. İş güvencesizliği de tam bir kayıtsızlık ve koşulsuzluk şeklinde... Sömürücülere bunları sağlayanlar da elbette siyasi iktidarlardır. Bu nedenle sömürücüler, siyasi iktidarların kendilerine tabi olup olmamasının kendileri için ne denli hayati önem taşıdığını bilirler. Emekçiler gibi “İnşallah bu gelen iyi çıkar!”a bırakmazlar işi.. Asla işi şansa bırakmazlar!.

Din, en çok da sınıfının bilincini kazanmasına izin verilmeyen, işini “İnşallaha maşallaha bırakmak durumunda kalan” emekçi sınıfı için afyondur! Emekçinin dünyadaki hesabının ,acılı hayatına değecek karşılığın,sonunda patron tarafından verilerek değil de, Tanrı tarafından verileceği vaat edilerek kapatılması acıklıdır.

Yaratılan işsizlik ve iş güvencesizliği koşulları, sömürücünün öngördüğü sonuçları doğurur. Bu sonuçlar, işsizlik bataklığından kurtulmak için ya da işsizlik bataklığına düşmemek için emekçinin giderek daha düşük ücretlerle ve daha ağır çalışma koşullarına razı olmasıdır. Böylece emekçilerin ikinci bataklığı oluşur. İşlilik bataklığı!

İşsizlik, aç ve açıkta kalmak,kendi dışındaki her şeyi değersizleştirir. Hiçbir hesap yapamaz duruma gelmek kaçınılmazdır. İşsizlik mi, yoksa çok az paraya çalışmak mı? Düşünmek için fazla zamanın yoktur.


İşlilik, kişinin kendine zar zor yetmesi anlamına gelmeye başladıkça; yani işlilerin toplumun işsizlerinin yükünü çekme kapasiteleri düştükçe; emekçilerin kendi dar sınırlarına çekilmeleri ve aralarındaki dayanışmanın kaybolması süreci başlar.

İnsanların birbirlerine maddi olarak destek olamayışlarını “param yok” yerine, “ne mecburiyetim var!” gibi tepkilerle ortaya koydukları zamanlardır bunlar. İşte o zaman, ortalıkta dolanan bireycilik, çekirdek aile, “alman işi” gibi kavramlara tutunulur. Herkesin kendine yetmesi, kimsenin kimseye yük olmaması gerektiği savunulur. “Ben, ancak kendime yetebiliyorum, başka birilerinin yükünü çekecek durumda değilim.” sözlerinin, kolayca anlaşılmaması için, bazı kırıcılıklar katılmış halidir söylenenler.

Böylece işsiz kardeşine, işsiz arkadaşına sırtını dönüp, kimsenin kimseden bir şey istemediği yeni sosyal çevreler edinilir. İşlilik bataklığındaki kişiyi, tek başına olduğunu, hiç düşüp kalkmadan kendine yetmek durumunda olduğunu bilmek korkutmaktadır. Ne aldığı ücret birikim yapması için yeterlidir, ne de iş güvencesi vardır.

İşsizler ise, işsizliklerinin çevrelerindeki işliler tarafından kendi suçları, kendi yeteneksizlikleri olarak algılanmasından; işlilerin, işli oluşlarını, satır aralarına sıkıştırdıkları yüksek meziyetlerine bağlamalarından; işsizlerin "işsizliği kabul edilemez" bulmalarına işlilerin konuyu değiştirme tepkileri göstermelerinden; kendilerini yıllardır tanıyan insanların onlara güvenlerinin iğretiliğinden ve sığlığından rahatsızdırlar.

Cinsellik sorunu da aynı. Birçok insan, yıllarca cinselliğini yaşayamama durumuyla karşı karşıya!.. Bu yüzden, eş tercihi, işsizin iş tercihi gibi yaşanmakta; bireyler, sosyalden kopmaktadır.

“Sinekten yağ çıkaran” sömürücü, sineğin yağını çıkarır, posasını da bu ayranı kabarmış gönüllülere doğru uçurur.

Amaç, emekçiyi her noktadan vurup daha da yalnızlaştırmak, iyice bireyselleştirmek! Yeni bir yıkım için koşullar zaten hazırdır. İşsizlik ve işlilik bataklığı...

Emekçiler bu iki bataklıkta, bu iki yangın yerinde sorunun çözümüne işsizlik ve iş güvencesizliği ön kabulüyle, bu felaketlerden kendimi nasıl kurtarırım noktasından baktıkça, bataklık ve yangın yeri büyümeye devam eder. Emekçiler birbirlerinden ve kendilerinden uzaklaşır, giderek yalnızlaşırlar; güvensizlik ve tedirginlik duygularıyla baş edememeleri yüzünden, ruhsal olarak da çökerler.

Kendi kendine yetemeyen insanların, dolayısıyla kendini sevemeyen insanların birbirlerini sevmeleri nasıl beklenebilir? Bir umut.. bir ışık yoksa gelecek için, nasıl sevgi üretilebilir?

Sömürücü, işsizlik ve iş güvencesizliği koşullarında emekçinin bütün umudunu ve ışığını alır ellerinden, bütün kendine güvenini alır!.. Sonra da çeşitli durumlarda bu hasletlerin yokluğu vurulur yüzüne! İş başvurularında işe kabul edilmeme gerekçesidir. Bu hasletlerin yokluğu üzerine, anasından doğma şeklinden, yükselen burcuna kadar çeşitli nedenler ileri sürülür; bir parasının yokluğundan bahsetmez hiç kimse, işsizliğinden, maaşının yetmemesinden...

Emekçi insanlar bireyselleştirildikçe, emekçi sınıfı gücünü yitirir. Kadın erkek ilişkisi açısından bakıldığında, kadın ya da erkeklerin bireycilikleri pohpohlandıkça örgütsüzlük daha da bir perçinlenir ve bu da sömürücü sınıfın işine gelir.

***

Erkeğin kadını asosyalleştirdiği toplumlarda, kadın ise erkeği antisosyalleştirir. Dolayısıyla,kadının yer almadığı bir toplumsal mücadele örgütlenemez.

Çiftlerden biri ötekine, işine gelmedi mi, bir emirle antisosyallik görevi verir ve emri alan hangisiyse, “sana düşman... bana düşman... düşünen insana düşman..” sözler savurur çevresindekilere. Ne konuşabilirisin ki artık onlarla?

Evlilik ilişkilerinin çoğu da böyledir. Böyle yasaklamalı ve tekeline almalı ilişkilerle dayanışma kültürü nasıl olacak? Bu sakat değer yargılarıyla emekçi insanlar nereye ulaşabilir?

Artık bu türden ilişkiler karşısında hareketlerine, sözlerine çeki düzen vermek, usulüne uygun çayını içip kalkmak ve asla özel sorunlara girmemek gibi görevlerin vardır.

Bunalırsın...

Bir fare deliğine sıkışmış olduğunu düşündüğün “eskitilmiş” dosta ne söylesen boştur artık. Ama asıl söylemek istediğin şudur:

“Aşk saydamdır arkadaş. Su gibidir... devinimdir... yağmurdur... denizdir... akarsudur... kardır... doludur... hepsidir! Renksiz, kokusuz ve şekilsizdir. Aşk, her yerdedir. Aşk, insanı azaltmaz, çoğaltır!..”

***

Sömürücü sömürmekten kendi kendine vazgeçemez! Sömürücü, vahşi sömürü koşullarını siyasi iktidarlar aracılığıyla oluşturur. Dolayısıyla, bu vahşiliği bertaraf etmenin tek çözüm yolu, emekçi sınıfının, kendi oylarıyla oluşan siyasi iktidarın vekaletini sömürücü sınıfa vermemesidir! Böylece emekçi, sömürücünün işsizlik ve iş güvencesizliği koşullarında emekçinin elinden alıp üstüne oturduğu umudunu, ışığını, kendine güvenini yeniden kazanır.

***

Canlı, kendini seveni sever. Kendinin mutlu olmasını isteyene aşık olur. Emekçinin mutluluğu, emekçi sınıfının sömürüye karşı tek vücut olmasındadır. Dolayısıyla emekçi, emekçi sınıfına aşık olmalıdır. Ona ulaşmaya çalışmalıdır. Emekçinin, emekçi sınıfına aşkı, emekçi sınıfını parçalanmışlıktan kurtarıp birleştirir.

Sınıfına aşkla bağlı bir sınıfın üyeleri arasında ise, "Ey aşk! Sen kimleri heder ettin!" aşkları değil, "Ey aşk! Sen nelere kadirsin!" aşkları yaşanır.

...

Zelin Artuğ, Şubat 2010, Yeryüzü


 
Toplam blog
: 142
: 969
Kayıt tarihi
: 04.07.08
 
 

Yaşam, sorulardan ve yanıtlardan oluşmuş. Her soru, aynı zamanda kendinin yanıtı... Çift yumurta ..