Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Nisan '08

 
Kategori
Şiir
 

Eylül

Eylül
 

eylül


bizler dünle yarın arasında sıkışmış bir hiç-iz!

özlüyorum

en çok gülüşünü bir de ellerini

başımı göğsüne yaslayıp yok olsam

yaşamım orda sonun başlangıcını bulsa

özümü bulsam

ben kendimi arıyorum kendi sesimin yankısında

caddeler boş sokaklar boş evler boş

tamlığımın ortasında yarım kalmış beni arıyorum

gecenin ardında sabah bana mı inat doğar

yarımı bulamadan

içimi kemiren yalnızlığıma mı inat gelir bahar

toprak canlanır güneş tenimi ısıtır

ya ruhum ya içimde ki dinmeyen acım öfkem

sebebim yarımım adın var

dinmicek bitmicek yarında olmayacak sen de olmayacaksın

bilsemde ........

inansamda yaşayamam bunlar olmasa

seni çok özledim

seni çok özledim diyebilmeyi özledim

bir de

bir de söylerken duyabilmeyi özledim


yine bahar kapımızda bu günlerde

yarınların akışkan ellerinde boğularak bir umutsuzluk derinliği içinde

sarhoş bir budala var yine kollarında içmeden

deli baharın geçmişin sarhoşluğu bu


bu sarhoşluk çaresizliğimin nedeni

sonucum vazgeçilmez olana boyun eğmekte yatar

kabul ettim inatla sakladığın seni

zorunlu olduğum, yaşadım dayattım canıma

bilirmisin ki inatla vazgeçmeden

bunca zaman kendine sakladığın kendinle bile mutlu değilken

sen

görmeden geçip gittin

yalnızlığının yollarındasın farkında olma farkını tadamadan

kabullendiğini söylediğin aynanın gülen yüzü

arkası hep benim yüzüm

senin

asıl yüzün


bakma sen ben akar akar coşar

gecenin gizli yüzüne sorgular

benden giden en sevgiliye

haykırışım dilimde olsaydı tüketirdim günün yüzüne

gecelerde çıkan ruhum diller sayıklar

gecenin gizli yüzüne

karanlık çöktümü bilirmisin ki?

yok yok nereden bileceksin

virane yokluk sefillik can tahtanda acın çıkar

sinsice beliren sesler kulağımda

adın geçer ömür törpüsü her gece

her gece...

yıkım başlar, gecelerin gizli yüzünde!

bittimi diyecek olucaksın

bitmez bitemez

çiğdemler yeniden doğan toprağın yüzünde

bende her güne adınla doğan çiğdem

farkımız o bahara ben dört mevsim sana

görmeliydin öyle güzel ve narin

taşların arasından sıyrılmış alalade sıradan yerlerde

beni dilledi

sen dedi : neden doğarsın her güne? ölümü göre göre

yarını olmayan günlere

gece çöktü içime, güneşin bedeninde

söylenecek çok şey vardı

belkide hiç bir şey

sustum içimdeki geceyle

yaşamımdı bu kapatıp gidemezdim

inandıklarıma ihanet edemezdim

gerçek ölümdü belki

belkide gerçek yaşam

bitemez


doyasıya yaşamanın ne olduğunu bilipte yaşayamamak

geçen her zamanda geç kalımışlığını göre göre

giden zamanı kovalamak

en son çaresiz

önden giden zamana hep

sadece bakakalmak


aslında farkında olmak ayrıcalık değildir

farkında olup duyumsamak

yaşamak bile değildir,

nefreti öfkeyi kusan hırsı bedenlerine yapıştırmış

her güne yenıden doğan ve üreyen

biz gibi, bizden türemişler

kapladıkları alanlar öylesine geniştirki nefes almak güç işte

gülümseyişlerinde bir noksanı ancak canın acıdığında anlar yinede anlam veremez

sadece bakarsın onun eline geçirdiği değere

değer acıyan canındır

mutluluğunun sırrı

oysa, ,

oysa yaşam

inceden çalan bir kemanın sesinde

ağzını yerim dedirttiren bülbülde

sıcacık gülümsemesiyle içimi eriten

öğretmenim olmuşmu??

diyen oğlumda kızımda

otobüs durağında sevgiliyi uğurlayamayan tutku dolu sevgilide

kulağımda ismimi zikreden sevdiklerimde

beni doyuran geçmişim

geleceğe taşıyan yüreğimle

henüz hissedemediğim ama resmettiğim gözlerimi ışıtan bebeğime


gördüklerimiz

ya da görmek istediklerimiz

dayatılanlar ve zorbaca kendimize dayattıklarımız

ben olma mücadelesi içinde egolarımız

oysa

oysa yaşam,

kısacık bir hikaye

ben hikayemde aşkı buldum

en sevgiliyi, çocuklarımı, dolunayda ayın 14 ü demeyi, yeniden canlanan ruhumu, en gizli dostumu beni buldum

kızıl kulede haykırışlarımı, içimdeki isyanlarımı

bastırdıklarımı, çıkaramadıklarımı

kabullenmeyi

hayatın inceden kalına geçen törpülerini buldum

sabrı , sabrın zararlarını

en önemlisi zamanın tadını buldum


o kadar derin uyuyordum ki

sınırı bilemedim sınırın anlamı sende kaybolurdu yaşam senle başlayıp senle biterken

bende kayboldum uyuduğum o yolda

sınırlı sevgi adı duydum

bu ders hayat dersimiydi aşk dersimi

adını koyduğun sevginin sınırıydı

ders veren sen gibi olsanda

küsemedim sen demeye

gülemedi yüzüm

bir kere ölmek varken ; yaşamın içinde öldüm yüzlerce

her bahara aydınlanan yüzüm kelebek ömrü buldu yüzünde

yine öldüm


bir acı keşfedeceksin yalnızlıkla sarsılacak yüreğin

geç kalmışlığını isyankar ruhun vurucak

bu karmaşa içinde

zaman, saracak yaralarının yerine,

derin bir kuyu olduğu gerçeği yaşamının ortasını vurucak

bedeli ödenmemiş yılların bütünü saracak

aldat içinde yaşayan ruhunu

kabul etmediğin gerçeğin

yaşamımızın gerçeği

her suçun hesabı var yüreğimde

sevmenin bedeli

yalnızlığımın gerçeği

 
Toplam blog
: 48
: 961
Kayıt tarihi
: 13.04.08
 
 

Merhabalar, ben Melek, 29 yaşındayım, Ankara'da yaşıyorum; bu sayfada yazılarımı paylaşmak ve yazdığ..