Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Eylül '16

 
Kategori
Deneme
 

Eylülde Pessoa okumak...

Eylülde Pessoa okumak...
 

Talip Apaydın bir öyküsünde, demli çaya benzetir Eylülü. Demli bir bardak çayın buruk lezzeti vardır onda.  Hayatının sonbaharını  yaşayanlar, yaşamın imbiğinden geçmiş duygularıyla yudumlarlar o çayı.

Burukluğu hüznündendir, bilirim.

Eylüle hüznün yakıştığını da.

Aslında, camdan süzülen damlalara bakarak, artık hayatımda hüzün olmasın diyorum içimden. Geri kalan yıllarımda hep gülümsemek istiyorum. Yaşamın beni götürdüğü o son noktaya kadar gülümsemek…

Zira hâlâ gönlümde bin bir heves.

Kışa girmiş sayılsam da ne gam, henüz Eylül güneşi var gökyüzümde.

İçimde çocuk, genç, yaşlı tüm zamanların kadınları aynı anda yaşıyor.

Yaşlılığın kalıplarına bir türlü sığdıramıyorum kendimi.

&

Yağmur dinmiyor.

İçimdeki hüznü söküp atmak istedikçe, daha çok yerleşiyor.

Ve Pessoa bir başka dünyadan uzanıp fısıldıyor kulağıma:“Hüzün, hisleri olanların harcıdır.”

Ona kendi cümlesiyle yanıt veriyorum: Ama, “Hissetmek hüzün veriyor!”

Fazla duygulu olmak, yaşamın bizi incitmesine izin vermekten başka ne işe yarıyor ki?

Gözüm masanın üzerindeki kitabına ilişiyor. Tuğla gibi kitapları okumaktan hiç hazzetmem, ama bu bir istisna. “Bu kitap, hiç hayatı olmamış bir adamın biyografisi” aslında. Rastgele bir sayfada altını çizdiğim satırları okuyorum: “Her yağmur damlasıyla doğada ağlayan ıskalanmış hayatımdır. Günün hüznünü boş yere toprağa akıtan, damla damla, sağanak sağanak yağmurda, bendeki belirsizlikten bir şey var.”

Hayatımızdaki belirsizlikler…

Tavan yapmış huzursuzluklar…

Ve ıskalanmış hayatlar.

Ah, Pessoa, ne çok benzeşiyoruz…

&

Bir başka sayfada bir başka çizili satırlar: “Yağmurun sesinden doğan bir sessizlik, seyre daldığım daracık sokakta, griye çalan, giderek yoğunlaşan tek düzeliğin içinde dağılıyor. Yaslandığım camın ve her şeyin yanında durmuş, gözüm açık ayakta uyuyorum. Ve ne, ne hissettiğimi, ne neyi hissettiğimi, ne neyi hissetmek istediğimi biliyorum.(…)Genellikle halinden memnun, genellikle mutlu biri olarak, içimde bitmeyen bir hüzün olduğunu fark ediyorum.”

Pessoa, o bitmeyen hüznüyle birlikte hep iç içe yaşadı. Her eserinde bu hüzünden doğan huzursuzluğunu anlattı. Octavio Paz, “Şairlerin yaşam öyküsü yoktur, onların yaşam öyküsü yapıtlarıdır” derken, işaret ettiği en büyük isim Pessoa’ydı kuşkusuz.

&

Albert Camus 40’lı yaşlarında,“İçimde bitmeyen bir yaz var” demiş. O yaşlarda böyle düşünmek doğal aslında. 60’ları görebilseydi ne düşünürdü acaba? Zira hayat bu mevsimde hiç kimse için adil değil. Zaman, çocukluğumuzda ağır aksak geçerken, şimdilerde koşar adım.

Yetişemiyoruz!

Yaşayamadığımız günler hep hesaptan düşülüyor.

Sararan yapraklar gibi istemeden kopuyoruz dalımızdan.

&

Yağmur dinmek bilmiyor. Sular seller götürüyor içimi.

“Kendinle barış artık” diyor iç sesim.

“Yalnızlığın içindeki huzuru yakalayıp mutlu olmaya çalış.”

Yalnızlığın içindeki huzur?

Sahi, var mı böyle bir şey?

Yoksa onu yüceltmek adına biz kendimizi mi kandırıyoruz?

Hadi ben göremiyorum, diyelim.  Pessoa’da mı görememiş bunu?“İçimde huzurdan eser yok, hayır, ama huzuru tatmak için istek de yok” derken bilinçli bir isteksizlik, içselleştirilmiş ve kabullenilmiş bir yalnızlık görmüyor muyuz sözcüklerinde.  Sanırım tam da bu yüzden şöyle düşünebiliriz: Yalnızlığın içindeki Huzursuzluğun Kitabı’nı Pessoa’dan başka kim yazabilirdi ki?

Siz, siz olun Eylülde Pessoa okumayın.

Hele bir de hava yağmurluysa...

Alıntılar: Fernando Pessoa/ Huzursuzluğun Kitabı

 
Toplam blog
: 235
: 2079
Kayıt tarihi
: 26.09.07
 
 

Burada yazarken kim olduğumuzun, ne olduğumuzun bir önemi olmadığını düşünüyorum. Önemli olan yaz..