Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Aralık '12

 
Kategori
Gelenekler
 

Eyüp Sultan Kuyusu, dilek kuyusu İstanbul’da dilek kuyuları

Eyüp Sultan Kuyusu, dilek kuyusu İstanbul’da dilek kuyuları
 

Eyüp Sultan Hazretleri


Sizlere şifalı sulardan söz edeceğim.

İstanbul’daki şifalı, sihirli sular…

Düşünün yenilerden değil, çok eskilerden gelen ve şifalı olduğu söylenen hatta taaa Roma döneminden beri süre gelenlerden söz edeceğim.

İstanbul’da bir çok yerlerde ziyaret edeceğiniz nedenler vardır.

Türbeler olduğu gibi bir çok ziyaret mekânları bulunmaktadır.

Ziyarete gittim demek benim çocukluğumda da vardı. Biz o zamanlar pek yatır demezdik. Ziyaret derdik. Ya da annemler öyle dediği için bizde öyle devam ettirmiştik. Ziyaret edilen yerlerde, adaklar adanır, dilekler dilenirdi. Sıkıntıları olanlar sıkıntılarının dağılması için dualar ederlerdi.

 

Ben her zaman şöyle bir inanış içinde olmuşumdur. Belki doğru belkide değil.

Bu tür yerler bana toplu dua edilen yerler olarak gelir.

Muhakkakki herkesin dileği farklı, duası farklı fakat dilek istenilen yüce Allah’ımız değil mi? Öyle olunca toplu dua gibi gelir bana… Bu tür yerler bir çeşit rahatlama, kutsanma gibi de olur. Ben severim böyle ziyaretleri açıkçası… Tabiki biz kadınlar eskeriyetle gideriz…

 

Ziyaret ettiğimiz yerler kutsal mekânlar olduğu kadar, dilek kuyuları, şifalı suların olduğu yerlerde olur. Bazı kör kuyularda vardır. Dilek taşı atarsınız ve dileğinizin olup olmayacağını ya taşın hızından, ya çıkaracağı sesten anlarsınız. Hani bazı dilek ağaçları da vardır. Çaput bağlanır denilir. Çaput bağlamak terimi bez bağlamayı anlatır. Bazen bu bir eşarpta olur, bir kurdela da bir renkli parçada…

 

Son zamanlarda okuyorum ve duyuyorum. Ünlü kuyular varmış. Dilek kuyuları anlatılara bakınca; bu kuyuların özel metotları varmış. Ziyaret edişinizde uygulayacağınız kurallar varmış. Bütün dilek kuyuları da aynı olmuyormuş.

 

Bu yazdıklarım batıl inançlar, bunu biliyoruz. Bunların İslamiyet içerisinde yer almadığını da bu işin uzmanları televizyonlarda, gazetelerde sosyal medyada defalarca söylüyorlar. Orası bir gerçek ama bizler bir çeşit batıl inançlarında etkisi ile bir çeşit kendi kendimize terapi anlamında yapıyoruz. Çünkü hepimiz biliyoruz ki, dualaramız sadece Yaradana’dır.

Bunlar tabiki halk inanışları.

Asırlar boyu süre gelen adetler,

Manevi mekânların rahatlatıcı etkisi devamını sağlamış, sağlamaya da devam ediyor…

Nitekim kuyularda böyle değil mi? İstanbul’un çeşitli yerlerinde çok sayıda kuyular var…

 

Bazılarının suyu içiliyormuş,

Bazılarına dualı taşlar atılıyormuş.

Bazılarının da içindeki taş alınıp dua ediliyormuş.

Bazılarına dilek mektupları yazılıp atılıyormuş.

Bazı iyi bilenler de bakıyor kahfe falı gibi bazı şekilleri isimlendiriyorlarmış.

 

Bizlerin en büyük duygularından biri de umuttur.

Umut bazen çaresizliğinizde ilaç gibi gelen bir duygudur.

Bazen ne yapacağınızı bilemezsiniz. Aklınız ve mantığınız yaptığınız işin ters olduğunu hatta olamayacak olduğunu bilmenize rağmen ‘ya olursa’ düşüncesi içinde umut aramaya gidersiniz.

Umut sizleri bu tür yerlere bazen şifa bulmak, yâda şifa buldurmak, kimi zaman kısmet, kimi zaman mutluluk için özetle dilekleriniz için götürür…

Bu tür yerlerin hikâyeleri de vardır.

 

Mucizevî şeylerin olduğu anlatılır. Fısıltı gazetesi denilen bir olay vardır ki biz gazeteciler bunu iyi biliriz, çok etkilidir. Fısıltı gazetesi detaylı bir anlatımla bu tür yerlere gitme isteği uyandırır bizlerde…

 

Bazı adetlerin İslamiyet’ten önce başladığını asırlarla birlikte devam ettiklerini de biliriz. Su-ya, ateş-e, güneş-e, rüzgâr-a tapınmalarda olmamış mı olmuş.

Suyun kutsallığı oldum olası da mevcut olduğundan bu inanışların taaa eskilerden geldiğini de düşünürsek!

 

Su kutsaldır – Kutsallık önemlidir.

Kutsallık olan yerde dua edilir.

Dua edilen yerde dualar kabul olunur…

 

Su hayattır bu doğru tabiki…

Eski Türk’lerde suyun güneş ve ay’dan geldiğine inanılırmış. Asla suyun kirlenmemesi gerektiğini bilirlermiş. Suya saygı şartmış. Suyun temizleyici bir özelliği olduğu içinde kutsalmış zaten.

 

Yine eski Türklerde; uzun yaşayan, iyi insanlar, âlimler, hocalar, şeyhler öldükten sonra da yanlarından gitmez, onlara edilen duaları duyarlar, hayatta olduğu zamanlardaki gibi onlara yardım ederlermiş. Yani böyle düşünür böyle inanırlarmış. Dolayısı ile süre gelen ziyaretlerin aslı bundan kaynaklanırmış. Bu zatların mezarlarının yâda türbelerinin olduğu yerlerde kuyular olurmuş. O zamanlar su kuyulardan temin edildiğinden böyle yerlerdeki kuyularda kutsal olurmuş.

 

İstanbul’da böyle kuyuların bir hayli fazla…

Bazılarını tanımları ile aktarıyorum…

 

Eyüp Sultan Kuyusu, Dilek Kuyusu

Sümbül Efendi Türbesi’ndeki Dilek Kuyusu

Ayasofya Kuyusu

İskender Dede Mezarı Yanındaki Dilek Kuyusu

Merkez Efendi Külliyesi’ndeki Dilek Kuyusu

 

Eyüp Sultan Kuyusu, Dilek Kuyusu

Eyüp sultan, Hz. Muhammed’in ordusunda sancaktar olup İstanbul muhasarasında şehit olan Hz. Ebâ Eyyüb-el Ensari Hâlid bin Zeyddir. Mezar, fetihten sonra bulunmuş ve türbe Fatih Sultan Mehmed tarafından yaptırılmıştır.

Türbenin içinde duvar kenarında sandukanın ayakucunda bulunan bir. Ahmet ( 1603- 1617 ) tarafından türbenin tamiriyle birlikte kuyunun 1607- 1608 yıllarında ihya ettirildiği, üzerindeki kitabede belirtilir.

 

“Bu kuyu kim ol nezir suyu âlem içre zemzemân

Alemdar-ı Resulün ayağına yüz sürer zühreyân

Şu dem kim türbenin içini dışını kıldı Ahmed Han

Yapıp mermerler ile eyledi ihyâ ol şekker- güffâr”

 

Halk, buradan çıkan suyu zemzem olarak kabul eder. Türbede bulunan bu kuyu yüzyıllarca akıl ve astım hastalarınca şifa olduğu gerekçesiyle ziyaret edilmiştir. Bu suyun şifa olduğu ve içenlerin tüm dileklerinin gerçekleşeceği söylenegelmiştir.

 

Rivayetlere göre bu kuyu kabrin keşfi sırasında mevcut olan bir pınardı. Vaktiyle Bizans imparatorlarından birinin kızı hastalanmış, bir gece rüyasında ancak bu pınarın suyuyla yıkandığı zaman iyileşeceği söylenmiş; ertesi gün pınarın yanına bir çadır kurulmuş ve hasta prenses o çadırda yıkanıp sıhhate kavuşmuş. Bunun üzerine kutsiyet kazanan pınar etrafı mermer bileziklerle çevrilerek kuyu haline getirilmiş. Bugün “Kısmet Kuyusu” olarak bilinen, türbe içerisinde kalan bu kuyu bir takım sıkıntılar yaşayanlar, kısmetini açtırmak isteyen kızlar, yeni evlenenler ve çeşitli dilekleri olanlar tarafından ziyaret edilir, dilekler dilenir ve adaklar adanır.

 

Sümbül Efendi Türbesi’ndeki Dilek Kuyusudur.

Türbe, Fatih ilçesinde, Ali Fakih Mahallesi’nde, Koca Mustafa Paşa Külliyesi’nin bünyesinde yer alır.

Sümbül Efendi, İstanbul’un büyük velilerindendir. İsmi Yusuf bin Ali’dir. Sümbül Sinan diye şöhret bulmuştur.

Halveti tarikatının Sümbülîlik kolunun kurucusudur.

Sümbül Efendi Tekkesi, İstanbul’un tasavvuf kültüründe ve dini folklorunda da önemli bir yere sahiptir.

Belki de sümbül Efendinin hayatında olduğu gibi ölümünden sonra da devam eden manevi nüfuzu sayesinde insanlar bugün de onun türbesini ziyaret edip manevi destek ummaktadırlar.

Türbenin yanındaki dilek kuyusu da İstanbul’un ziyaret mekânları arasında önemli yerlerdendir.

Bir rahatsızlığı veya bir dileği olan kadınlar, genç kızlar tarafından özellikle her ayın ilk cumasında ziyaret edilmektedir.

 

Ayasofya Kuyusu:

Bu kuyu Ayasofya’nın içerisinde büyük salonun ortasındadır.

Bu kuyu Ayasofya müze olmadan önce birçok kalp hastasının ziyaret ettiği bir kuyuydu. İnanışa göre kalp rahatsızlığı olan kişi üç cumartesi art arda aç karna buraya gelir sabah namazını kılar ve bu sudan içerse şifa bulurdu.

Bu gelenek Ayasofya müze oluncaya kadar devam etmiştir.

Bugün kuyu demir bir kapakla kapalıdır fakat içerisinde hala su vardır.

 

İskender Dede Mezarı Yanındaki Dilek Kuyusu:

XIX. yüzyılda İstanbul’a gelen hemen bütün seyyahların da uğrak yeri olan İstanbul Eyüp sırtlarında Pierre Loti’nin yakınında bazı önemli tarihî yapılar bulunmaktadır.

1813 yılına tarihlenen, iki kitâbeli ahşap Kâşgari Tekkesi bunlardan biridir. Yine tesisin girişindeki üç yol ağzında, önünde Farsça yazılmış beyaz yuvarlak bir mezar taşı bulunan yapı da, Çolak Hasan Tekkesi’dir.

Tekke’nin sırasındaki tarihi bina ise bir Sıbyan Mektebi’dir.

Osmanlı tarihi yazarı da olan İdris-i Bitlisi tarafından yaptırılan Mekteb’in hemen önünde ve tesis alanının içinde ise, 1589 yılında vefat eden

“İskender Dede” ismindeki bir Mevlevi’nin mezarı vardır.

İskender Dede’nin ön tarafındaki üç kuyudan biri ise, meşhur Dilek (veya niyet) Kuyusu’dur.

Bu kuyuyla ilgili olarak; “Kuyuya bakanların gönüllerinden geçirdikleri isteklerini kuyunun içinde gördükleri” söylenir.

 

Merkez Efendi Külliyesi’ndeki Dilek Kuyusu:

Merkez Efendi Külliyesi, Topkapı civarındaki surların dışında, Osmanlı döneminde adı Mevlevihane Yenikapısı olan Mevlanakapı’nın karşısında aynı adı taşıyan mahallede yer alır.

Osmanlılar zamanında yetişen Merkez Efendi, dönemin ileri gelen, sufi ve hekimlerindendir.

İsmi Musa Muslihuddin olup, Merkez Efendi lakabıyla meşhur olmuştur.

Sağlığında bir mürşit olarak halka yardımcı olmaya çalışan Merkez Efendi’ye, ölümünden sonra da İstanbul halkının saygısı ve alakası devam etmiştir. Türbe, çilehane ve niyet kuyusuyla bir bütün teşkil eden külliye Eyüp Sultan’dan sonra en çok ziyaret edilen yerlerden olup içindeki türbe, kuyu ve aile mezarlığından sağlıkla ilgili çeşitli yardımlar beklenir.

 

Rivayete göre bir gün Merkez Efendi kuyunun bulunduğu boş arazide namaz kılarken yer altından:

 

 “Ya şeyh, ben yedi bin yıldır yer altında akan kırmızı renkli lezzetli bir pınarım. Senin emrinle yeryüzüne çıkmaya memur edildim. Cenâb-ı Hak beni, hummaya tutulanlara deva kılmış. Her kim bu sudan sabahleyin bir şey yemeden, üç gün içse humma-yı muhrikadan kurtulur.”diye bir ses işitir.

 

Şeyh hemen müritleriyle beraber toprağı kazarak suyu çıkarır.

O günden beri su çeşitli tıbbi amaçlarla kullanılmıştır.

Kuyu yıllarca sıtma için halk tarafından ziyaret edilmiş, suyu içilerek medet umulmuştur.

 

Eskiden buraya gelen çocuğu olmayan kadınlar bir adak adayarak kuyunun civarından aldığı küçük bir taşı evinde kıbleye karşı yastığının altında veya yüksekte bir yerde saklarlarmış.

Amaçlarına ulaştıkları takdirde adaklarını yerine getirir ve taşı da kuyuya atarlarmış. Evlenmemiş kızlar üzerine dua okunmuş taşları kuyuya atarlar, taş ses verirse muratlarının olacağına inanırlarmış.

Bunların dışında kuyu genç kızların evlenecekleri erkeklerin hayalini kuyuda görebilecekleri, çeşitli niyetlerin olup olmayacağını tespit için kullanılırmış.

Bugün kuyu demir bir kapakla kapalı olduğundan buraya gelenler muradının olup olmayacağını anlamak için kuyunun üstüne çıkmakta, bir Fatiha ve üç İhlâs okuyarak huşu içinde beklemektedirler.

Eğer kuyunun üstüne çıkan kişinin niyeti gerçekleşecekse, o kişi hafifçe sağa veya sola dönmektedir.

Dönmeyenler niyetlerinin olmayacağına inanmaktadırlar.(alıntı-Uğur Tuncel- Bir çok ansiklopedi…)

 

Bu kuyuları ziyaret edip, gördüklerimi resimleri ile sizlere aktaracağım…

Hepinize şifalı günler ve güzel dilekler diliyorum…

 

 

Nazan Şara Şatana

 
Toplam blog
: 1731
: 4678
Kayıt tarihi
: 09.12.10
 
 

Turizmci; Genel müdür Yazar ; Romanlar, senaryolar müzikkaller... Sinema filmleri, TV filmleri.....