Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Mart '22

 
Kategori
Öykü
 

Eyvah, Eyvah! Ne Yandık Şimdi?

Memleketimden İnsan Manzaraları 367

Diken Tarlasından Gül Bahçesine 31

 

 

EYVAH, EYVAH! NE YAPACAĞIZ ŞİMDİ?                           

 

ne bir yüce, cüce olur

yalanlarla dolanlarla

ne bir cüce, yüce olur

şişirilmiş balonlarla.

H.E.

 

1990’lı yılların başları… Florya’dan Bahçeşehir’e taşındığımızın ilk kışı, ilk ayları… Ocak ayıydı sanırım. Sabah uyanıp bir baktım ki pencereden, her yer bembeyaz kar… Yılın ilk karı…

Bugünlerdeki gibi radyo ve televizyonlardan bir duyuru, bir uyarı yapılmış mıydı, anımsamıyorum. Hoş, yapılmış olsa ne önlem alabilirdik ki!

“Böyle bir havada işyerine gidemezsin.” dedi eşim.

                Haklıydı; evimizin önünden geçen yol da karla kaplıydı çünkü. Ve kar lastikleri de yoktu arabamızın. Bahçeşehir nere, Cağaloğlu nere! Sıkıysa git de göreyim seni!

Kahvaltımızı yaparken, “tık” deyip elektrikler gitmesin mi? Televizyon da kapandı tabii. Sigorta mı attı acaba diye kontrol ettim ama hayır, atan hiçbir sigorta yoktu.

“Eyvah, eyvah!.. Kalorifer de çalışmaz şimdi. Kesinti uzun sürerse yandık!  Ne yaparız?” dedi eşim.

“Uzun sürmez, yaparlar hemen.” diye olumlu konuştum ama gerçekten de uzun sürerse kesinti ne yapar, nasıl yapardık?

“Aman, düşündüğün şeye bak Hüseyin! Aç değilsin, açıkta değilsin. Yolda, belde değilsin. Sen ki, Toroslar’ın göbeğinde bir dağ köyünde doğmuşsun. Bırak kaloriferi, sobası bile olmayan bir evde büyümüşsün. Daha sonraları yarım metre, bir metre karların yağdığı Diyarbakır, Hasanoğlan, Kars, Ağrı, Keşan gibi yerlerde görev yapmışsın.

İstanbul gibi, ülkemizin en büyük kentinde, birkaç yılda bir yağan beş-on santim kar mı korkutacak seni?” diye avutmaya çalıştım kendimi ama öğleye doğru iyice soğumaya başladı ev.

Belediyeyi, elektrik idaresini arayıp durdu eşim. Görevliler, ârızayı bulup gerekeni yapmak için uğraşıp duruyorlarmış ama ne zaman elektrik verilebilir; bu belli değilmiş.

Uludağ’a kayak için giderken giydiğimiz giysileri çıkardık dolaptan. Tam o sırada, kapı vuruldu: Dan, dan, dan!..

“Hayırdır! Kim gelir böyle bir havada bize?”

Koştum kapıya hemen. Açınca, karşı komşum Suat Çakar Bey vardı karşımda. “Buyur komşum.” dediysem de girmedi içeriye.

“Hüseyin Bey! Bildiğiniz gibi elektrikler kesik. Önemli bir ârıza varmış. Ne zaman geleceği de belli değilmiş. Bizde elektrik motoru var. Elektrik kesilir kesilmez otomatik olarak o giriyor devreye. Bildiğim kadarıyla siz şu an elektriksizsiniz; değil mi?”

“Evet, sevgili komşum…”

“Kalorifer çalışmadığı için eviniz soğumuştur. Üşütüp hasta olmamanız için, size elektrik verelim; diye geldim.”

“Sağ ol, bizi düşündüğünüz için sevgili komşum! İyi de nasıl olacak bu?”

“Ben bu işlerden anlarım biraz. Bende uzatma kablosu var. Onu getirip şu girişteki fişe takıvereceğim. O kadar!”

“Zahmet olacak size.”

“Ne zahmeti? İki dakikalık iş… Memnuniyetle…”

Gerçekten de iki dakikada yaptı komşum gerekeni. Ve yandı ampuller. Ve çalıştı kaloriferimiz, televizyonumuz. Bir bayram sevinci yaşandı evimizde.

En güzeli de bizim böyle bir isteğimiz olmadığı halde komşumuzun bunu düşünmesiydi. “Ev alma, komşu al.” sözü ne kadar da doğruymuş meğer. Böyle bir komşumuz olduğu için ne kadar şanslı olduğumuzu konuştuk eşimle.

O güne dek dıştan görüp sevdiğimiz değerli komşumuzun, içi de güzelmiş meğer. Aklımızın köşesinden bile geçmezdi, “Komşum, bize de elektrik ver” demek.

Bu güzel yardımlaşmaya dek, ne onlar bizi tanımıştı yeterince, ne de biz onları… O günden sonra eşim Güler, Suat Bey’in eşi Hatice Hanım’la daha bir sıkı fıkı görüşür oldu.

Müge ve Pervin adlı iki kızı, Güçlü adında bir oğlu vardı komşumuzun. Güçlü ilkokula, Pervin ortaokula, Müge de liseye gidiyordu.

Bizim kızımız Dilem, Ankara’da, Bilkent Üniversitesi’nde öğrenciydi o sıra.

Bahar gelince, Silivri’deki bahçemize göçtük biz yine.

Okullar tatil olup havalar ısınınca iyice, sevgili komşumuzu Silivri’ye davet ettik. Bir pazar günü geldiler ailece. Hepsi ama hepsi, çok beğendiklerini söylediler bahçeyi. Gençler havuza daldılar hemen. Öğleye doğru bahçıvanımız İlyas Efendi mangalı yakarken, Sebile Hanım da masayı hazırlıyordu. Suat Bey:

“Komşum! Burayı ne zaman, nasıl aldınız?” diye sordu.

Anlattım kısaca.

“Bizim de bir yazlığımız var, Burgazada’da. Ama uzak… Gitmek de zor, gelmek de… Burası yakın… 50 kilometre… Hız yapmadığım halde 25 dakikada geldim. Hiç aklımdan geçmezdi ama bahçenizi görünce imrendim. Burgazada’daki yazlığı satıp buradan ben de bir çiftlik almak isterim. Ne dersin?”

“Çok iyi olur; derim. Biz sizin komşuluğunuzdan çok memnunuz. Hanımlar da çok iyi anlaşıyor. Burada da komşu olabilsek keşke!”

“Mümkünse, köye gidip bir araştırma yapabilir miyiz, sofra hazırlanıncaya dek?”

“Haydi, o zaman?“ deyip kalktık hemen.

Köyde tanıdık iki emlakçıya uğradık. Evet, satılık yerler vardı. Dahası hemen yanımızdaki beş dönümlük parsel de satılıkmış. Fiyat?

Birkaç yıl önceki fiyatlar almış başını gitmiş de haberim yokmuş benim.

“Hüseyin Bey, fiyatlar düşündüğümden beş-on misli fazla, mümkün değil…” deyince komşum:

“Ben de bilmiyordum; bu kadar arttığını fiyatların. Ama umudunu kaybetme hemen. Bu köyde böyle olabilir ama on-on beş kilometre uzaklıkta Beyciler Köyü’nde çok daha uygundur fiyatlar. Gel, bir telefon edip fiyatları öğrenelim önce.”

Tanıdık bir arkadaş olan Yahya Düvenci’yi arayıp hal hatır sorduktan sonra:

“Bir komşum var, şu an yanımda. Sizin köyde, yola cepheli üç-beş dönüm bir yer almak istiyor. Fiyatlar ne durumda?” diye sordum.

Ve sonra, telefonu komşuma verdim. Konuştular. Telefonu kapatınca Suat Bey:

“Çok iyi! Yahya Bey’in söylediği fiyatlarla oradan bir yer alabilirim. ‘Ne zaman isterseniz gelin, ben yardımcı olurum.’dedi. Yemekten sonra gidelim mi?” diye sordu.

Hayır, diyecek değildim ya, sevgili komşumuza. Beyciler köyüne girmeden sağda gördüğünüz beş dönümlük “Güçlü Çiftliği”nin arazisi, bu karar üzerine o gün alındı işte. Evlerini de yaptırdılar kısa sürede, havuzlarını da… Ve çiftlik hayatını öyle çok sevdiler ki, yaz kış orda oturmaya başladılar.

Çiftliğe adını veren Güçlü, yıllardır Avustralya’da… Ablası Müge,  belki yirmi yıldır Amerika’da...

Ortanca kardeşleri Pervin’i mi merak ettiniz?

Üzülmeyin; Pervin ülkemizde, İstanbul’da…

Üçüyle de gurur duyuyor; babaları Suat Bey ve anneleri Hatice Hanım dostlarımız.

30 yıl önceki gibi biz, bugün de aynı sıcak duygularla seviyoruz; değerli komşularımızı.

 

Hüseyin Erkan

huseyinerkan@dilemyayinevi.com.tr

 
Toplam blog
: 100
: 88
Kayıt tarihi
: 19.02.20
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..