Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Şubat '11

 
Kategori
Siyaset
 

Fadıl Meşhurgül'den dinlediklerim (Mısır, Hüsnü Mübarek)

Fadıl Meşhurgül'den dinlediklerim (Mısır, Hüsnü Mübarek)
 

Fadıl Meşhurgül’den dinlediklerim ( Mısır, Hüsnü Mübarek) Fadıl Meşhurgül, 86 yaşında, Yeşilkale eşrafından arkadaşımız Ali Alkan’ın kayınpederi olur, Ali bey benim aile dostum, hastalığı nedeniyle evlerine yaptığım ziyarette, bir aydan beri halsizlik, baş ağrısı çektiğini öğrendim, “geçmiş olsun” dileğime karşılık, “önceki günlere nazaran bu sıralar iyi olduğunu” ifade etti. Bende, keyfinin yerinde olduğunu hissettim, kömür sobasının arkasında yer minderinde yarı yatar vaziyette oturuyordu, sağ tarafında, çizgili büyük boy metot defterinden koparılmış, ciltler halinde eskiden yazıldığı belli olan ve tükenmez kalemle yazılmış sayfalar dolusu yazı gözüme ilişti. Elimi uzatıp bir kaçına göz gezdirdim, inceleyişime itiraz etmedi, siyası türde, hatırat, vb. biçimde yazılardı, verdiği sayfa numaralarından yüzlerce sayfa yazıyı kaleme almış olduğunu anladım. Fadıl amca, asıl isminin “ Fazıl” olduğunu, bir yaş küçük yazıldığını, “Meşhur” isimli bir Osmanlı sülalesinden (kendi deyişine göre aşiretten) geldiğini, ”Soyadı Kanununa göre, Bey, paşa, ağa, zade, oğlu gibi eklerin soyadlarına ek olarak yazılması kabul edilmediğinden, soyadı olarak nüfusa “Meşhuroğlu” soyadının yazdırılmasına izin verilmediğini ancak “Meşhurgil” olarak uygun görüldüğünü, Nüfus memurunun beceriksizliği dolayısıyla, Meşhurgil’in, “Meşhurgül” olarak yazıldığını, bu soyadını, sonradan kanıksadığını bir daha değiştirmeye gerek görmediğini ifade ettiler. 

Televizyonda, Mısır haberlerini beraberce dinliyorduk; sordum! -Önce Tunus, Şimdi Mısır ne söylemek istersin? -Ben Arap kökenli bir Türküm, Yıllarca Suriye’ye gidip geldim, ticaretle uğraştım, Arap lehçe ve aksanları aşağı yukarı bilirim, - Arap Tv. Kanallarını izler misin? -30 yıldır, Arap-İsrail olaylarını, zülüm gören Filistin halkının mücadelesini izlerim ve çok üzülürüm. Müslümanların birliği ve beraberliği için dua ederim. -“Mübarek gidecek mi, ne düşünüyorsun” diye sordum. Mısır ve Hüsnü Mübarek’le ilgili konuya girdi, o kadar güzel konuşuyordu ki, bir iki dakika konuştuktan sonra, dur! Bunları not etmek istiyorum dedim. Anlattıklarını kelime kelime yazdım ancak, tarihler tamamıyla hatırlanamadığından, kronoloji, Liderlerin isimleri, ayrıntılar çoktu, Fadıl (Fazıl) amcanın anlattıklarını, kitapçıdan satın aldığım, akademik bir çalışma olup, kaynakçada yer alan kitaptaki bilgilerle kontrol -karşılaştırma- sonucunda “Mısır ve Hüsnü Mübarek” isimli aşağıdaki yazı ortaya çıktı. 

Osmanlı İmparatorluğu dağıldıktan sonra, Mısır İngilizlerin işgali altına girdi, işgal 22 sene sürdü, (Daha sonra 1936’da, İngiltere bir anlaşma ile Mısır’a bağımsızlığını verdi) bu sürenin sonunda İngilizler çekildi. Ancak, İngiliz ve Fransızlar, Suveyş kanalı çevresinde askeri birliklerini tutmaya devam ettiler, amaçları suveyş kanalını çalıştırmaktı. Kanal çevresindeki askeri üslerde kalmayı sürdüren İngilizler, elde ettikleri askeri ve idari istihbaratları aynı zamanda İsrail’le paylaşıyorlardı. O zaman Mısır’da iktidarda Kral Faruk vardı, süreç bu şekilde devam ederken, Cemal Abdül Nasır isminde bir Binbaşı ve arkadaşları aralarında anlaşarak, bir darbe ile Kral Faruk’u devirmeyi planlıyorlar, kendi aralarında yaptıkları konuşmalarda, ” Fransız ve İngilizlerin Kanaldaki askerlerini kovalım, bunlar casusluk yapıyorlar” diyorlar. Darbeye giden yolda bütün çalışmalarını tamamladıktan sonra, düğmeye basıldı ve Kral Faruk devrildi. Darbeyi yapan Binbaşı Abdül Nasır, Albay rütbesine terfi ettirildi. Darbeden sonra, İngiliz ve Fransız subaylarını çağırdılar, “askerinizi çekin!” dediler. Darbeye kadar, kanalı onlar idare ediyordu, derhal İngiliz ve Fransızların bayraklarını indirerek Mısır’ın bayrağını göndere çektiler. İngilizlerin ve Fransızların o aşamada Mısır’a karşı koyacak güçleri orada yoktu, çekip gittiler. İngiliz ve Fransızlar, kanaldan ayrıldıktan sonra, başta ABD, İsrail, İngiliz ve Fransızlar askeri güçlerini hazırladılar. Gereken hazırlıklar tamamlandıktan sonra, Kanal’a ve Kanal’ın etrafındaki Port Sait Şehrine saldırdılar.(29 Ekim 1956) Saldırı, Mısır halkı üzerine büyük bir infial uyandırdı, halk cepheye koştu. Halk canını dişine takarak kahramanca savaştı, kimi kürekle, kimi kazmayla, kimi bıçakla, kimi tabancayla paraşütle inen müttefik güçlerine saldırdılar, zayiat verdirdiler, daha sonra Birleşmiş Milletler devreye girdi, güçlerini bölgeye yerleştirdi, İsrail ve Mısır arasında tampon bölge oluşturuldu. Birleşmiş Milletler askerlerinin, Mısır aleyhinde casusluk yaptığı iddiasını ileri süren Cemal Abdül Nasır’ın kararlı tutumu, BM askerlerinin geri çekilmesiyle sonuçlandı, Mısır ve İsrail kendi askerlerini bölgeye yerleştirdi. İsrail Kanal’daki acısını unutmadı, silahlanmaya devam etti, İsrail’e hariçten asker geliyordu, Mısır’da bu arada hazırlıklarını sürdürdü,  

O zaman Mısır’a teknik ve askeri yardım yapan Rusya idi. Rusya, Mısır’da işleri takibe başlıyor, Danışmanlık yapıyordu; “Siz ilk ateş eden olmayın yoksa BM ( Birleşmiş Milletler) nezdinde suçlu ilan edilirsiniz” diyor, ve devamla; “Biz ABD Başkanı ile görüştük, İsrail’e gereken uyarı yapıldı, her hangi bir şey olmayacak, konu diplomatik yolla çözülecek !” diyordu. Rusların bu telkinlerine, Mısır’daki askeri ve siyasi yetkililer inandı, ancak gerçek böyle değildi. Esasında, telkinin -yönlendirmenin- kaynağı ABD Başkanı, ona bu hileyi öğreten ise, ABD’ deki Yahudi lobileriydi. Mısır’da askeri yetkililer, bu telkinlere o kadar inanmış ve yumuşamışlardı ki, seferberlik halini oldukça gevşettiler. Pilotlar uçaklarından ayrılıyor, şehre iniyordu. Müttefiklerin planı adım adım ilerliyordu. Müttefik uçak gemilerinden kalkan radara yakalanmayan uçaklarla, Mısır’ın yüzlerce uçağını Üstlerinde, havalanmalarına fırsat tanınmadan hangarlarında vurdular. Mısır’ın elinde sadece Kara Kuvvetleri kaldı, Mısır Kara gücü ile direnmeye çalıştıysa da, Müttefikler, uçak ve füzeleriyle birlikte Mısır Silahlı Kuvvetlerini ezdiler. 1967 yılı Haziranındaki bu savaş 6 gün devam etti. Bu savaşın sonunda, müşterek kuvvetler, Mısır’ın Sına bölgesini ele geçirdiler. Ürdün’ün bir kısmını ve Suriye’nin Şam’a yakın Golan tepelerini aldılar. BM kararı ile savaş durduruldu. Mısır büyük bir yara almıştı. Savaşın durduğu gün, Mısır Genel Kurmay Başkanı intihar etti, Milli Savunma Bakanı ise, istifa etti. Mısır ordusu yeniden teşkilatlandı, BM’in araya girmesiyle, Mısır’la İsrail’in birbirine yaklaştırılması için, (90) günlük bir sulh yapıldı. İsrail Mısır’dan korkuyordu, eğer ihanet olmasaydı, İsrail yalnız olsaydı, Mısır İsrail’i yutardı. 

ABD Başkanının verdiği söz, Rusya’nın yönlendirmesi ile seferberlik halinin kaldırılması Mısır’a pahalıya mal olmuştu, bu yenilgiden sonra, Mısır devamlı olarak bir ihanete uğradığını ifade etti, ancak Batı’nın merhametine güvenilemezdi. Mısır’ın yenilgisinden sonra, Suveyş kanalı üzerinde, İsrail birçok tahkimatlar yaptı, mayınlar döşedi, köprünün içinde tahrip gücü yüksek patlayıcılar yerleştirdi. Eğer Mısır askerleri saldırmak isterse, suya girdiklerinde patlayıcılar infilak ettirilecek, Mısır askerleri yanacak, tamamen imha edilecekti. İsrail bu gibi tedbirlerle kendini avutuyor, emin oluyordu. Asrın en güçlü tank tugayı köprü arkasına bekletiliyordu. Mısır Silahlı Kuvvetleri aynı gün bunu keşfediyor, ona göre tedbirini alıyordu. Ancak Mısır Genel Kurmayı ile Yönetim arasında ihtilaf vardı. İhtilaf ta şu idi; bir grup subay hemen saldıralım diyor, diğerleri bekleyelim daha iyi silahlar alalım diyordu. İhtilaf devam ederken Cemal Abdül Nasır; “bekleyelim” diyenlerin içindeydi. Tartışma sürerken, Cemal Abdül Nasir bir kalp krizi sonucu hayatını kaybetti. Mısır Halkı sarsıldı. Enver Sedat ve Yardımcısı Hüsnü Mübarek iktidarı devir aldı. Bu yönetici kadroya dâhil olan Binbaşı Ali Sabri ve birkaç Albay “İsrail’e saldıralım” kararını alıyorlar. Kararı almakla kalmıyorlar, harekâta geçiyorlar, kanal’da köprülerde tahkim edilmiş halde bulunan patlayıcıları etkisiz hale getiriyorlar, suyu aşıyorlar… 

Savaş başlıyor.( 06 Ekim 1973) Kanaldaki üç Yahudi tugayını imha ediyorlar, İsrail buna karşılık seferberlik ilan ediyor. Sivillere silah verip cepheye gönderiyor. O zaman İsrail Başbakanı Golda Meir isminde bir kadındı. ABD başkanına telefon açıyor, hüngür hüngür ağlıyor ve diyor ki; Yarına kadar kuvvetleriniz yetişmez ise biz yok oluruz, Araplar bizi imha eder” Yahudi lobisinin de baskısıyla, ABD Başkanı Malta’da bulunan uçak gemilerine emir veriyor! “Derhal yetişin” diyor. Büyük Nakliye uçakları ile ABD’den ve İngiltere’den temin edilen askeri malzeme, silah ve askeri güçle Arap orduları ricat’a mecbur edildi. Bu savaşın askeri başarısı İsrail’in kazanç hanesine yazılmakla birlikte, İsrail’in savunma stratejisini çöktü, diğer taraftan, Mısır ve Suriye’nin anı saldırısıyla, İsrail’in caydırıcılık doktrini etkisiz hale getirildi. Bu savaştan sonra tekrar BM askerleri ara bölgeye yerleştirildi, her yer sükûnete kavuştu. Arap devletleri, ilk defa bu savaşın sonunda, petrolü bir siyasi güç, bir silah olarak kullanmayı denedi ve ABD ile Hollanda’ya petrol ambargosu uygulandı. Mısır’da Enver Sedat, Suriye’de Hafız Esat, İsrail’e karşı savaşarak değil de, diplomatik yolla amaca ulaşma siyasetini bir araç olarak geliştirdiler. Bu siyasetin bir sonucu olarak, Mısır’lı subaylar ikiye ayrıldı, bir kısmı Rus yanlısı, bir kısmı de ABD yanlısı oldular. Rus yanlısı Ali Sabri ve arkadaşları, ABD yanlısı ise Enver Sedat ve Hüsnü Mübarek’ti. Enver Sedat’ın karısı zengin bir Yahudi’nin kızıdır. Diplomatik yolla çözümün olacağına inanan Enver Sedat ve arkadaşları “ Başka türlü rahat görmeyiz, ABD ve İngiltere ile barışalım ve rahat edelim” dediler. Ali Sabri ve arkadaşları; “Bu Yahudiler Hz. İbrahim’den bu tarafa, kanımızı döküyorlar, bu nedenle kararınız yanlıştır” diyor. Bu ikaza rağmen, Enver Sedat kendi grubunun muvafakati ile İsrail’e gidiyor, eşi Cihan Hanım’da Yahudi olduğundan bu anlaşmanın başarıyla sonuçlanmasına gayret gösteriyor. Anlaşma imzalanıyor (11 Kasım 1973) bu anlaşmadan sonra, ABD, Rusya ve BM’in öncülüğünde, Cenevre’de, Ortadoğu Barış Konferansı düzenleniyor, ancak beklentiler gerçekleşmiyor, Daha sonra ABD Dış İşleri Bakanı Henry Kissinger’in “mekik diplomasisi” sonucu, 18 Ocak 1974’te Sına 1 adı verilen “Askeri Güçlerin Geri Çekilme Anlaşması” imzalandı. 

Bu anlaşma ile İsrail güçleri Sına Yarımadasının Batı Yakasına çekildi. Mısır ve İsrail Eylül 1975’te Sina II Anlaşmasını imzaladılar. Enver Sedat Askeri harcamaları azaltmak, Sina yarımadasını geri almak istiyordu. İsrail’le gizli görüşmelerini sürdürdü. 19 Kasım 1977’de Kudüs’e tarihi ziyaretini yaptı, ABD Başkanı Jimmy Carter’in de bazılarına bizzat katıldığı Camp Davit Anlaşması imzalandı.(17 Eylül 1978) Bu anlaşmaya göre, İsrail Sina Yarımadasından, yerleşimler ve hava sahası dahil olmak üzere tamamen çekilecekti. İkinci anlaşma ise Filistinlilere özerklik verilmesi hususlarını içeriyordu. Camp David görüşmelerinin ardından yalnızca, Mısır ve İsrail ile ilgili kararlar uygulanabilme imkânına kavuştu. Bilahare, 26 Mart 1979’da Mısır-İsrail Barış Anlaşması imzalandı, bu anlaşmaya göre, Sina Yarımadası kısmen geri alındı uluslar arası gözlemciler bölgeye yerleştirildi. Tüm bunların sonucunda, İsrail ile Mısır normal diplomatik ilişkiler kurmaya başladılar. Ancak, İsrail-Suriye ilişkilerinde her hangi bir gelişme kaydedilemedi. Arap Birliği Mısır’ın üyeliğini askıya aldı. Merkezini Kahire’den Tunus’a taşıdı. Arap Birliğine üye diğer Arap Devletleri de, Mısır’ın yaptığı anlaşmaları kınadıklarını açıkladılar. Arap âlemi ayaklanıyor. “Mısır halkının bir günahı yok, Mısır yönetimini cezalandıralım” şeklinde gizli kulis faaliyetleri yürütülüyor. Enver Sedat’ı İsrail’le yaptığı barış görüşmelerinden ötürü cezalandırmak üzere, 06.Ekim 1981 tarihinde, Mısır’ın Bağımsızlık törenlerinde, yapılan resmigeçit sırasında düzenledikleri suikast sonucu öldürüyorlar. Bu suikastta, yardımcısı Hüsnü Mübarek elinden ve ayağından yaralanıyor. İsrail bu suikastın faillerinin Filistinliler olduğunu Dünya’ya yaydı, İktidarı devir alan Hüsnü Mübarek’te bu propagandanın etkisinde kaldı, ancak failler hiçbir zaman yakalanamadı. Hüsnü Mübarek, iktidar olur olmaz, E.Sedat’ın yapmış olduğu bütün anlaşmalara bağlı kalacağını açıkladı. 

Suikasttın üzerinden biraz vakit geçtikten sonra, Hıristiyan Araplar ile muhalif Ermenilere silah veren Yahudiler, Lübnan’daki Filistinlilerin mülteci kamplarına saldırdılar, iki bin kadar yaşlı, kadın ve çocuk Filistinliyi öldürdüler Hüsnü Mübarek, Enver Sedat’ı Filistinliler öldürdü şeklinde bir kanaate sahipti. Gazze saldırısında, yaralanan Filistinlilerin tedavi amaçlı Mısır’a girişlerine dahi izin vermedi Kişi başına düşen Milli Geliri oldukça az olan Mısır halkını 30 yıl aç ve sefil bıraktı, Millet iradesinin teselli etmesine asla müsaade etmedi. Ne zaman bir seçim olduysa; “ bunlar Müslüman Kardeşler örgütüne bağlı” şeklinde bahanelerle, normal olmayan bir seçimle kendini her zaman seçtirerek 30 yıl iktidarda kaldı. Son zamanlarda, çekilip, oğlunu Cumhurbaşkanı yapma niyeti vardı. Millet bunu duydu, Millet önümüzdeki seçimlerde Hüsnü Mübarek’ten kurtuluyoruz diye beklerken, oğlunu gündeme getirmesi ile birlikte Milletin Sabri kalmadı ve ayaklandı. Tahrir Meydanında, protesto eylemlerinin 18. Gününde, görevinden istifa ederek yönetimi orduya bıraktığını açıkladı. 11 Şubat 2011 tarihi itibariyle, Mısır Halkı’nın iradesi Devletin idaresine hâkim oldu. KAYNAKÇA: 1) Fadıl MEŞHURGÜL’ÜN Anlatımları 

2) Berna SUER ile Ayşe Ömür ATMACA “Arap-İsrail Uyuşmazlığı” ODTU Yayıncılık 

 
Toplam blog
: 135
: 1323
Kayıt tarihi
: 29.09.07
 
 

Ali Emir KARAALİ, Rize Doğumlu, 1978 Rize Lisesi Mezunu, (1988)T.C. Anodolu Üniversitesi   'İşlet..