Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Aralık '07

 
Kategori
Gelenekler
 

Farkında olmak, ya da olmamak...

Farkında olmak, ya da olmamak...
 

Düşünün; Dağ başında bir köyde yaşıyorsunuz. Orada doğmuşsunuz, ve bildiğiniz tek yer o köy. Hatta dünyayı o köy'den ibaret sanıyorsunuz. Hiç okul yüzü görmemişsiniz. Ne okuyabiliyor ne de yazabiliyorsunuz. Yıllar yılları kovalamış, onsekizine gelivermişsiniz. Dünyalar güzeli bir genç kız olmuşsunuz. Sizden küçük dokuz kardeşinizle uyuduğunuz odada açıyorsunuz gözlerinizi her sabah dünyaya. Ve annenizin karnı yine burnunda. İki göz odalı bir evde pek fazla bir iş yok. Yoksulluk had safhada. En önemli ihtiyac, su tabiki. Evin içinde çeşme yok. Bırakın evin içini, evin yakınlarında bile bir çeşme yok. Daha medeniyetin hiç bir nimetinden faydalanmamışsınız. Tüm köy kadınları, köy meydanındaki çeşmeden taşıyorsunuz suyu eve.

İki odalı evin temizlik işleri biter bitmez, su getirmek üzre köy meydanına yollanıyorsunuz. Bir de üstüne üstlük eviniz, meydandaki pınara en uzak ev olsun, ve belkide kilometrelerce yol yürüyorsunuz. İki elinizde birer kova, defalarca gidip geliyor olun pınara. Bir de bu gidiş gelişlerde bir delikanlıya kaptırın gönlünüzü. Uzaktan uzağa bakışmalar sürüp gitsin bu geliş gidişlerde, ve kocaman bir sevda büyütün yüreğinizde. Günler böyle geçip giderken, birgün eve döndüğünüzde, bir dolu misafirle karşılaşın, komşu köyden gelmiş olsunlar. Hali vakti epeyce iyi, sizden yaşça büyük bir adam'a eş olmak üzre olduğunuzu görün. Üstelik bu adamın ikinci karısı olmaya adaysınız.

Baba karar verir, ve siz, yüzünü bir kere gördüğünüz, üstelik yüreğinizde bir sevda olduğu halde, sizin adınıza verilmiş bir kararı kabul etmek zorunda kalın. Zorundasınızdır çünkü; Hayır deme hakkınız yoktur, seçme hakınız yoktur. Çaresiz boyun eğeceksiniz kaderinize. Çünkü; Sizin dünyanıza 'kader' ve 'gelenekler' hükmeder. Başka bir yol bilmiyorsunuz, ya da başka bir dünya. Orada, köyünüzde, doğru olan bu. Belki de yüzlerce yıldır bu hep böyleydi.

Şimdi, yine düşünün...
Büyük metropolerden birinde yaşıyorsunuz. Orada doğmuşsunuz. 'o' köyde doğup büyüyen kızla aynı yaşta bir genç kızsınız. Zaten onunla tek ortak noktanız da bu...Aynı yaşta olmak. Başka hiçbirşeyiniz benzeşmiyor. Liseyi bitirmişsiniz, üniversite sınavlarına hazırlanıyorsunuz. Bir de erkek arkadaşınız var üniversitede okuyan, onunla özgürce görüşüyorsunuz. Evin tek çocuğusunuz. Ebeveynleriniz eğitimli insanlar ve yeterince hak tanınıyor size. Medeniyetin bütün nimetlerinden faydalanıyorsunuz.

Gel zaman, git zaman kazandığınız ünüversiteyi bitiriyorsunuz. Bu süreç içerisinde devam eden ilişkiniz evlilikle sonuçlanıyor. Kısa süren bir mutluluktan sonra herşey tersine dönüyor ve siz ayrılma kararı alıyorsunuz. Evlilik boşanmayla sonuçlanıyor. Bu ayrılık öyle fazla sarsmıyor sizi. Öyle çok koşuşturmanız varki, arada kaynayıp gidiyor ayrılık. Hayat tüm hızıyla sürüp gidiyor. Biriyle karşılaşıyorsunuz, ve onu çok seviyorsunuz, çok bağlanıyorsunuz. Ama bir süre sonra öğreniyorsunuz ki adam evli. Çok sarsılıyorsunuz. Tüm yıkımınıza rağmen, onu unutamıyor, ondan vazgeçemiyorsunuz. Adam karısından ve çocuklarından ayrılmaya yanaşmıyor. Sonunda onunla birlikte yaşamaya başlıyorsunuz. Haftanın belli günlerinde sizinle olabiliyor ancak. Ama olsun, razısınız çünkü; onsuz yapamıyorsunuz. Yani başka bir deyimle bu adamın ikinci karısı oluyorsunuz. Bu tercihi bilinçli yapıyorsunuz. Çünkü; Kendi seçiminizi kendiniz yapma özgürlüğünüz var, medeni'siniz. Yaptığınızın ahlaki olmadığını bile bile, yanlış olduğunu bile bile yapıyorsunuz.

Vee..
Bir daha,
düşünün...
Televizyon izliyorsunuz evinizde. Ne ekonomik ne de medeniyet anlamında nerdeyse hiç sorununuz yok. Bir töre cinayetini kınıyorsunuz oturduğunuz yerden. Televizyon, bir delikanlının kızkardeşini, namusunu kurtarmak için nasıl öldürdüğünü veriyor flaş haber olarak. Çok kızıyorsunuz, ama çok.
Şimdi, bir daha düşünmenizi istiyorum...Tüm 'o' insanları karşınıza getirseler, neler yapardınız. Ya da bu yüzyıllardır süregelen, ve kanayan yaramız olan, bu sorun karşısında ne yapardınız. Bildikleri tek yaşam biçimi olan 'geleneksel' yaşamı sürdürmeye çalışan, bu insanlar tek başlarına suçlumudurlar, tek taraflı mı yargılanmalıdırlar.

Okumuş, medeniyetten yeterince payını almış 'Yazar' larımız tarafından, Avrupa ülkelerine şikayet edilmelerini (ki, o avrupa ülkelerinin çoğunun ne kadar dost ve iyiliğimizi istediklerini kurtuluş savaşından önce çok iyi gördük) hak ediyorlarmıdır sizce. Ben diyorum ki, bu geleneksellik içerisinde yanlışlar olabilir elbette, bunu kendi içimizde çözmek en doğrusu değilmidir. Hem de kişileri yok sayarak yada aşağılıyarak değil de, eğitimle çözüleceğini bile bile. Her daim koşup Avrupa ülkelerine şikayet eden kimi yazarlarımıza ben şunu diyorum, samimiyetinize inanmam için, bir kere de kızılderili ve zencilere yapılan soykırımı yazın, ya da, sırp'ların bosnada yaptıkları mezalimi yazın, ya da, illada geleneklerin üzerine gidecekseniz, İspanya'da yapılan ve her yıl yüzlerce insanın ölümüyle sonuçlanan 'o' geleneksel sokaklara boğa bırakılmasının üzerine gidin. Örnekler çoğaltılabilir elbette.

Beni rahatsız edeni umarım anlatabilmişimdir. Çifte standarta karşıyım. Kendi içimizde ve herbirimizin bu konuya duyarlı olması, olanaklarımızı ve paylaşımlarımızı biraz da bu çaresiz insanlarımızı eğiterek kullanmamız sonucunda, çok daha iyi sonuç alacağımıza inandığımdan ötürü yazmak istedim düşüncelerimi.
Ve insan hayatıyla ödetilen hiç bir davranışı onaylamadığımı belirterek tüketiyorum yazımı. Hem de dünyanın neresinde olursa olsun.
Barış ve Özgürlük için savaşmış tüm kahramanların önünde saygıyla eğiliyorum. Ve farkında olmak ile doğru sorgulayabilmenin ayrımını çok iyi yapabilmemiz dileklermle...

 
Toplam blog
: 36
: 563
Kayıt tarihi
: 12.11.07
 
 

1962Tunceli doğumluyum.Lise mezunuyum. Çocukları ve okumayı çok seviyorum. Bunlara birde yazmay..