Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Aralık '10

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Farklı bir Bodrum rotası: Kapıkırı-Heraklia, Kıyıkışlacık Iasos

Farklı bir Bodrum rotası: Kapıkırı-Heraklia, Kıyıkışlacık Iasos
 

Bugün bir nisan sabahı yola düşüyoruz. Rotamız Bodrum. 24. evlilik yıl dönümümüzü Bodrum’da geçireceğiz. Aydın otoyolunda ilkbaharın keyfini çıkararak, ovaları dağları seyrederek yavaş yavaş ilerliyoruz. Hava boz bulanık, sıcak ve aşırı derece nemli. Yapış yapış bir hava. Daha fazla dayanamayıp otomobilimizin klimalarını açıyoruz. Otoyoldan Söke-Bodrum ayrımından çıkıyor, Söke ovasını boydan boya kat edip Bafa gölünü çevreleyen Beşparmak dağlarına doğru tırmanıyoruz. Yol Bafa gölünün kıyısında kıvrıla kıvrıla ilerliyor. Gölün suları da durgun, kımıltı yok, üzeride ince bir buhar tabakası kaplı. Gölü çevreleyen gümüşi zeytin ağaçlarından kuş sesleri yükseliyor.

İlkbahar ve doğa –tüm bungunluğuna, sıkıcılığına rağmen- tahrik ediyor ve ne zamandır yapmak istediğimiz ama hep ertelediğimiz bir şeyi yapmaya karar veriyoruz. Kapıkırı 9 km tabelasından sola dönüyor ve köy yoluna vuruyoruz. Diz boyu otla kaplı tarlalarda kuyruklarını savurarak otlayan ineklerin arasından Kapıkırı Köyüne varıyoruz. Göl ayaklarımızın altında. Çevremiz devasa kaya oluşumları ile kaplı. Köyün ortalarındaki Agora alanına giriyoruz. Daha önce tahminen okul olan bugün bir kısmı konut olarak kullanılıyor bir kısmı terkedilmiş yıkıntı halinde. Sepetlerindeki rengârenk oyalar ile çevrelenmiş çemberleri ve yazmaları satmaya çalışan köylü kadınlar karşılıyor bizi. Ayaküstü sohbet edip ürünlerini inceliyoruz. Gölü, önümüzdeki burunda inşa edilmiş görüntüsü göle yansıyan kaleyi fotoğraflıyoruz. Köyün girişinde gördüğümüz pansiyonda bir sabah çayı içmek çok iyi gelecek. Her yerde bir dinginlik ve huzur egemen. Pansiyonun çardağına oturuyoruz, çayımızı söylüyoruz. Pansiyon işletmecisi .. Bey güler yüzlü ve hoşsohbet. Biz aşağıdaki çayırlığa yayılmış makro çalışması yapan fotoğrafçı gurubunu izlerken O, bize Heraklia’yı anlatıyor.

“…Eteğinde Kapıkırı Köyünün kurulduğu LATMOS –Beşparmak- dağının mitolojik öyküsünü anlatıyor. Baştanrı Zeus’tan Latmos Dağının zirvesinde sonsuza dek kadar uyumayı dileyen ve dileği gerçekleşen yakışıklı çoban Endimion’un ve. Sonsuz uykusundaki Endimion’u görüp ona vurulan ve her gece gelip onunla sevişen Ay Tanrıçası Selene’nin öyküsü..

Heraklia bir dönemin en önemli limanı ve ticaret merkeziymiş. Ta ki Meandros (Büyük Menderes) Irmağının getirdiği alüvyonların Latmos Körfezinin ağzını kapatıp, denizle bağlantısını kesinceye kadar. Heraklia zamanla önemini yitirmiş ve terkedilmiş. Kent altın çağını Karia Kralı Mausolios döneminde M.Ö 4. yüzyılın ortalarında yaşamış. Terk edilen şehri Bizans döneminde daha çok din adamları tercih etmiş ve çevresine çok sayıda manastır ve kale inşa etmişler.”

Bize elindeki Almanca Latmos broşüründen Didim tapınağına götürülürken düşen, kırılan ve olduğu yerde terk edilen mermer sütun parçalarının fotoğraflarını gösteriyor.

Yolcu yolunda gerek diyerek, bu sessiz sakin huzur dolu köye bir hafta sonu konaklamaya gelmeyi planlayarak veda ediyoruz.

Bu kez biraz daha aceleci davranıyoruz. Bir an önce Gümüşlüğe varıp, sessiz sakin kıyıdaki restoranlarda balığımızı yemenin derdindeyiz. Saat öğleyi devirdi ve acıktık.

Gümüşlük en son dört yıl önce gördüğüme göre biraz daha büyümüş, o tarihte boş olan kıyıya yeni restoranlar yapılmış, salaş köy kahvesi yenilenmiş, biraz daha turistik olmuş. Restoranların cam buzdolaplarında çeşit çeşit mezeler, kalamarlar, ahtapot salataları tüm albenileriyle bize bakıyor. Deniz kıyısında bir masaya oturup siparişlerimizi bekliyoruz Beyaz şarabımızı da açıp bu huzur dolu, dingin kıyı restoranında lokmalarımızı bacaklarımızın arasında dolanan kedilerle paylaşarak evliliğimizin 24. yılını kutluyoruz. Nice mutlu ve sağlıklı yıllara..

Akşam saatlerinde Bodrum’a, otelimize giderken geçtiğimiz Dereköy’de sıra sıra asılmış su kabakları dikkatimizi çekiyor. Aracımızı park edip kabakların arasına dalıyoruz. Rengârenk, model model işlenmiş, her biri doğanın verdiği kendine özgü şekliyle arzı endam eden su kabaklarından fenerleri inceliyoruz. Karaburun İnecik’teki köy evimizin çardağına asmak için iki tane satın alıyoruz. Çok güzel bir evlilik yıldönümü armağanı oldu

Otelimize yerleşiyoruz. O kadar çok yemişiz ki tekrar akşam yemeği yememeğe karar veriyoruz. Bodrum Marinaya inip, muhteşem bir havada yürüyoruz. Bodrum sezona hazırlanıyor. Çok değil bir ay sonra şimdi salına salına yürüdüğümüz bu kaldırımlarda omuz omuza, çarpa çarpa yürüyeceğiz.

Sabah güzel bir kahvaltıdan sonra Gümbet’te bir tıp merkezi işleten sevgili Dr. Suat Güllüoğluna uğrayıp hem hasret gideriyoruz hem de yola düşmeden bir sabah kahvesi içiyoruz.

Dönüşte de farklı bir rota izlemeye karar veriyoruz ve havaalanını geçtikten sonra kahverengi Iasos tabelasından sol dönüyoruz. Hava yine boz bulanık ve yapış yapış sıcak. Yol oldukça kötü. Bir çatalda yolumuzu kaybediyoruz ve yol üzerindeki bir işletmenin bekçisine soruyoruz. Tabela, bilgi levhası hak getire. Toz toprak içinde, çukurlara düşmemek için küçük slalomlar ve büyük slalomlar yaparak ilerliyoruz. Sonunda kıyıkışlacığa varıyoruz. Kalenin altında, küçük koyun bittiği alana aracımızı park edip kaleye yöneliyoruz. Kaleye nasıl çıkacağımıza dair bir iz yok yine, girişte ahşap bir bekçi kulübesi var ama içinde kimse yok. El yordamı ve yön duygumuza güvenerek yolu bulmaya çalışıyoruz. Her yan öbek öbek sığır dışkısı dolu. Bir yandan bu dışkıdan mayınlara basmamaya bir yandan yolumuzu bulmaya çalışarak, bir yandan da başımıza üşüşen sinekleri kovarak tırmanıyoruz. Kalenin kapısından geçip, surları izleyerek buruna doğru yürüyoruz. Sol tarafımızda Güllük Körfezi. Önümüzde uzanan deniz kımıltısızca uzanıyor. Nemli sıcak ile tırmanışın eforu birleşince ter içinde kalıyoruz. Çıktığımız patikadan inerek aracımıza ulaşıyoruz. Terli çamaşırlarımızı değiştiriyoruz. Şimdi buz gibi bir biranın zamanı. Sevgili Suat’ın tarif ettiği kalamarıyla meşhur CEYAR’ın yerini buluyoruz.. Sabah kahvaltısını hem geç hem de iyi yaptığımızdan henüz acıkmadık ama duble bir kalamar söylüyoruz biranın yanına. Kıpırtısız, dingin denizin kıyısında yorgunluğumuzu atıyoruz.

Bira – kalamar keyfinin ardından, Ceyar’a yolu sorup yolumuza devam ediyoruz. Didim Akyaka üzerinden Söke’ye çıkıp, oradan Otoyola giriyoruz. Farklı bir rota yapmanın ve yeni yerler görmenin keyfi, sarı sıcağın ve kötü yolların yorgunluğu ile İzmir’e dönüyoruz.

 
Toplam blog
: 20
: 1258
Kayıt tarihi
: 04.10.10
 
 

1959 yılında İzmir'de doğdum. İlk ve orta öğrenimimi İzmir'de tamamladım. İzmir Atatürk Lisesini ve ..