Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Mart '07

 
Kategori
Felsefe
 

Farklı mabetlerin objektif ritüelleri

Farklı mabetlerin objektif ritüelleri
 

Felsefenin damarlaşmış bedeni tüm benlikleri kavrayıp kucaklamak için can atarken, muallakta kalakalmış travmatik reaksiyon sergileyen bataklık gar(i)beleri o izbelerde tel tel dökülürken, buna karşılık gelen ve var olanı tespit edip satırlara dökenler hayat verirler Felsefeye...

Kaynağını tespit edemediğim ilk görüşte deniliyor ki: Sular yükselince balıklar karıncaları yer... Sular çekilince de karıncalar balıkları... Kimse bugünkü üstünlüğüne ve gücüne güvenmemelidir... Çünkü kimin kimi yiyeceğine (Suyun akışı) karar verir.

Başka güzel bir tespitte ise Anita Roddoick diyor ki: Bir fark yaratmak için çok küçük olduğunuzu düşünüyorsanız, bir sivrisinekle yatağa hiç girmemişsiniz demektir. Sarsıcı bir tespit bana göre. Yine kaynağını tespit edemediğim bir başka görüş ise şöyle: Dünyada üç grup insan vardır: Bir şeyi yapan veya yaratan (küçük) bir seçilmiş grup. Bir şeyin yapılmasını seyreden (büyükçe) bir grup. Ne olup bittiğini bilmeden yaşayan (muazzam) bir kalabalık.

Son olarak Filozof Schopenhauer’ın (Okumak, Yazmak ve Yaşamak Üzerine) adlı kitabında belirttiği 'İnsan kendi özüne has olan bilgilerin, özgün temel görüşlerin, yani seçkin bir kafanın dünyaya hediye edeceği olgunun temel malzemesi gençliğinde toplayıp depolamış olmasında saklıdır. Ancak ilerleyen yaşlarında, bu malzemenin ustası olabilir. Buna uygun olarak, büyük yazarların başyapıtlarını çoğunlukla ellili yaşlarında yazmış olduklarını görürüz. Yine de, bilgi ağacının kökleri gençliktedir; meyveleri ise ancak tepedeki dallar taşır...'

Bir diğeri ise ' 'Okurken bir başka kimse bizim için düşünür; biz sadece onun zihin sürecini takip etmekle yetiniriz. Nasıl ki öğrenci yazmayı öğrenirken öğretmen tarafından kalemle çizilmiş yerleri takip edip okuyor ise okur için de durum tıpkı bunun gibidir; düşünme işinin büyük bir bölümü zaten yazar tarafından bitirilmiştir. Bunun içindir ki kendi düşüncelerimizle meşgul olurken kimi zaman elimize bir kitap almak bizi her zaman bir parça rahatlatmıştır.

Zihnimiz okuma işlevini gerçekleştirmeye başladığı andan itibaren yazarın kurgulanmış düşünselliğindeki oyun alanının bir parçasıyızdır artık. Ve dolayısıyla öyledir ki, çok fazla yani neredeyse bütün gün okuyan ve arada düşünmeksizin geçirilen eğlence veya herhangi bir uğraş ile kendisini eğlendiren kimse yavaş yavaş kendi kendine düşünme yeteneğini kaybeder, tıpkı at üstünden inmeyen adamın indiğinde yürümekte zorlanması gibi...

Birçok eğitimli adamın durumu bundan farklı değildir. Ellerinden kitap düşürmeyen, ağır, oturaklı, düşünceli, bilge tavırlı kişiler vardır...Acaba bu kişiler gerçekten bilge midir? Çok okumak insanı çok kültürlü yapar mı? Yoksa içselleştirilmeden yapılan okuma işlevi bireyleri ahmaklaştırır mı? '' İkisinin de mümkün olduğunu söyleyen Schopenhauer’e göre bu tür dezenformasyonların etkisinden korunma yolunun Okunan konuların üzerine irdeleyerek eğilmek ve derinlemesine içselleştirip hazmetmekten geçiyor.

Birey benliğini yalın kılıç koruma ahmaklığını bir kenara bırakmayıp yerle gök, gökle sonsuzluk arasında sıkıştırılmış zavallılığını ilham perilerinin insafına bırakıyorsa eğer Tanrı yardımcı olsun demekten başka bir şey kalmıyor demektir.

 
Toplam blog
: 40
: 1069
Kayıt tarihi
: 25.07.06
 
 

İzmirli'yim. Felsefe mezunuyum. İlgi alanlarım Felsefe, edebiyat, sosyoloji, tarih, toplum ve kültü..