Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

25 Mart '13

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Fas gezi notları

Fas gezi notları
 

Mağrip ülkesi Fas

Afrika’nın kuzeybatı ucundaki Müslüman ülke Fas’a gezi için en uygun mevsim olan bir bahar ayını seçtik.

Fas; doğudan Cezayir, kuzeyden İspanya, güneyden de Moritanya ve Batı Sahra ile komşudur.

Resmi adı ”al-Mamlaka al-Magribiyya”  olan ülkenin; yüz ölçümü: 458 730 km2, nüfusu: yaklaşık 32 milyon, başkenti Rabat, en büyük şehri Kazablanka,  resmi dili: Arapça, kişi başına düşen geliri; 2290 ABD Doları, dini; yüzde 99’u sünni Müslüman, yönetim şekli; parlamenter monarşidir(1)

 Agadir’den Marekeş’e

  4 saat süren bir uçak yolculuğundan sonra Agadir ‘e indik. Küçük, temiz, düzenli hava alanında işlemlerimiz bittikten sonra dışarı çıktığımızda bizi entarili, fesli, kokartlı bir rehber karşıladı.  Eski bir otobüsle yola koyulduk. Mart ayındayız, buraya çoktan bahar gelmiş; ağaçlar çiçeğe durmuş. Dışarıda 23 derece sıcaklık var. Atlas dağları üzerinden Marakeş’e gidiyoruz.  Tırmandığımız dar yolda özel araba yok denecek kadar az olmasına karşılık,  yük taşıyan, tenteli kamyonlar dikkatimizi çekiyor. Mevcut trafiği de sık sık kontrol eden polislere rastlıyoruz.  Yol kenarlarında, vadilerde zeytin ağacına benzeyen argunu ilk defa görüyorum. 140. kilometrede bir dinlenme molası veriyoruz. Burada karşı yönden gelen başka turist grupları da duruyor. Bu guruplardan birinde geçen sene Amerika gezimizde tanıştığımız bir Alman öğretmenle karşılaşıp, konuşuyoruz. Dünya küçük.

 Hava karardı. Yolda kalacağız diye korkuyoruz. Amma eski otobüsümüz oflaya puflaya da olsa, saat 22.00’da Marakeş’de Büyük Atlas Oteli’ne varıyor.

Marakeş – Ouarzazate

Sabah erkenden yola koyuluyoruz. Atlas dağlarını aşan yolda giderken elektriği olmayan kerpiçten evleriyle,  fakir köyler görüyoruz.  Otobüs durup mola verince, çocuklar hemen koşarak geliyor, bir şeyler istiyor.  Sakız, şeker, tükenmez kalem veya para verince seviniyorlar. Yola devam ediyoruz. Güneş bizi ısıtıyor. Hava temiz. Öğle yemeğimizi Ouarzazate’de yiyoruz. Yemekten sonra bir Kasbah’a gidiyoruz. Kasbah; topraktan yapılmış, kale, kule karışımı derebeyi evlerine verilen isim. Kadınlar mahallî kıyafetlerini giyinmiş, evlerinin önünde oturuyor; fotoğraf çekenlere poz verip, sonra hemen para istiyorlar. Burada çok sayıda Amerikan filmi çekilmiş. Mahallî rehber bir çırpıda bu filmleri sayıyor. Kasbah’ın kenarından geçen dere üzerindeki ilkel köprü ve kerpiç evler, palmiye ve hurma ağaçları buraya egzotik bir hava veriyor.Hâlâ ortaçağı yaşayan bir dünya burası. Başka bir” Kasbah’a” gidiyoruz.   Mavi renkte,  yalnız gözleri açık, baştan aşağı örtülü, uzun entarili Tuareg gençleri bize nane çayı ikram ediyor. Tuaregler ; Nijer, Mali, Cezayir ve Fas’ta geniş bir alanda çöl ve steplerde yaşayan berberi dillerinden birini konuşan, sayıları 1,2 milyona ulaşan halk. Akşama doğru çölün kıyısındaki otelimize gidiyoruz.

Erfoud

 Sabah, otel ve Ouarzazate’den ayrılıp, yeşil bir vadiye geliyoruz. Kilometreler uzunluğundaki bu vadide hurma ağaçları, ekili alanlar, çiçeklerini açmış ağaçlar, mandalina, portakal bahçeleri,  derelerde çamaşır yıkayan kadınlar, çocuklar ve yerleşim merkezleri görüyoruz. Yolda mola veriyoruz. Öğle yemeğinde sebzeli, etli kuskus yiyoruz. Yemekten sonra dere kenarında yürüyoruz. Tekrar güzel vadi boyunca, başka bir zamana aitmiş gibi görünen bu bölgeden geçip, sıcak, tozlu çöle giriyoruz. Yüzleri kapalı berberi erkekler ve çocuklarıyla karşılaşıyoruz. Saat 18.00’de çölün yakınındaki Erfoud şehrine ulaşıyoruz. Bizi mahallî folklor gurubu ellerinde bendir büyüklüğünde teflerine vurarak, büyük zillerini çarparak, oynayarak karşılıyor. Otel yeni olmasına rağmen beklentilerimizden uzak.   

Fes

Sabah Erfoud’dan hareket ediyoruz. Yoldaki molalarımızda tahta kutular içinde değişik taşlar satan adamlar etrafımızı çeviriyor. Başlarında çobanlarıyla deve sürülerini görüyoruz. Öğle yemeğini bir çadır lokantada yiyoruz.  Sedir ağaçları ve karla kaplı Atlas dağlarına tırmanıyoruz. Hava ve iklim değişiyor. Dağdan indikten sonra modern Fes’i görüyoruz. Fransızlar sömürge döneminde eski Fes’e dokunmamış, yanına yeni Fes’i yapmışlar. Akşam üzeri otele ulaşıyoruz. Bu otel Fas’ta bugüne kadar kaldığımız otellerin en iyisi idi. Yemekten sonra bir Faslı müzisyen salonda udla Fas şarkıları çaldı, söyledi. Faslıların udu bizim udlara göre daha büyük. Müzisyen ilgilendiğimi, görünce bakmam için udu bana verdi. Ben de bu kocaman udun tınısını duymak için Türk müziğinden bir parçayı  çalınca salondaki Faslılar çok şaşırdı.

Fes’teki gezimiz ertesi gün Kral Sarayı ile başladı. Sonra eski şehrin labirent gibi sokaklarına daldık. Bu dar sokaklarda zorlukla gezerken; çocuklar, örtülü, kadınlar, fesli erkekler, atlar, eşekler, dilenciler, satıcılar, hamallar, yiyecek, hatıra eşya satanlar, şerbetçiler, sucular ile evler ve câmiler, gördük. Bu manzaraya kalabalık, pislik ve düzensizlik hâkimdi.Camilere turistleri sokmuyorlar; dışarıdan bakılıyor. Her şehri ve bölgeyi mahallî rehberler gezdiriyor. Ünlü tarihçi-sosyolog İbn Haldun’un evini ziyaret ettik.  İbn Haldun 14. yüzyılda yaşamış en büyük tarihçi-sosyologlardan biridir. Aynı zamanda da bir tarih felsefecisi ve toplum bilimcisidir. İbn Haldun 1332 yılında Tunus da doğdu. Fıkıh, Kur’an, matematik, mantık ve kelâm eğitimi alan İbn Haldun Tunus, Cezayir, Fas, Endülüs arasında dolaşmış toplum düzeni, insanların gelenek ve göreneklerini yaşayış biçimlerini incelemiş, toplumlar arasındaki ayrılıkları görmüş ve tarih felsefesine gözlemci ve deneyci bir açıdan yaklaşmıştır.

 Bu şehirde gördüğümüz en ilginç yer, deri yıkama ve boyama kuyuları idi. Kur’an kursları ve tezgâhlarda çalışan çocuklar da unutmayacağım manzaralar olarak aklımda kaldı. Öğle yemeğini bir kervansarayda yedik. Öğleden sonra Fes’te ve Fes şehrini çevreleyen surları boyunca dolaşmaya devam ettik.

Rabat - Kazablanka

Sabah Fes’den Meknes’e giderken yolda Volubilis’de Romalılara ait kalıntıları gördük. Okuduğum Fas’ın tarihi Romalılar’ dan  önce başlıyor; Türklerle de sıkı ilişkileri olan Fas tarihinde  şu hususları dikkat çekici buldum;

 “Fas, Akdeniz uygarlığına Fenikeli tüccarlar sayesinde girdi. Kuzey Afrika’nın bu köşesi Moritanya adıyla Roma’nın bir eyaleti oldu.5.yüzyıldan İslam orduları gelinceye kadar burada yerleşik bir hükümet yoktu. 

7. yüzyılda, , Ukba ibn Nafi komutasındaki İslam ordusu Hz.Muhammed’in vefatından yalnız 38 yıl sonra Atlas Okyanusu kıyılarına ulaştı. 670 yılındaki bu ilk fethin ardından Fas'ın fethi 683 yılında tamamlandı ve ülkeye "Maghreb al Aqsa" (En Uzak Batı) adı verildi.

Arap kültürünün etkisi altında kalan Berberîlerin büyük çoğunluğu; Arapların geleneklerini, kültürlerini ve İslam dinini benimsedi. İdrisîler'in ardından Arap göçmenler Fas'taki politik güçlerini yitirdiler. Berberîler, yeniden ülkenin hâkim gücü haline geldiler.

1492’de Gırnata’nın düşmesinden sonra Hıristiyanlar Müslümanları ve Yahudileri ya Hıristiyan olmaya veya İspanya’yı terke mecbur etti.  Vahşetten kaçan Müslümanlar Kemal Reis’in Osmanlı Donanması gemileri ile Fas’a ve diğer Kuzey Afrika ülkelerine sığındı. İspanya’nın yükselen gücüne Kuzey Afrika’daki Araplaşmış feodal Berberi devletleri de karşı koyamazdı. Bu görev İslam Âlemi’nin lideri olan Türklere düşüyordu. Bu misyonu önceleri Türk devleti değil, Bir Türk sipahisinin oğlu olan Oruç Reis başlattı.

 İspanyollarla Türklere karşı anlaşan Fas kralına karşı 1554 yılında Salih Paşa komutasındaki Türk ordusu Cezayir’den Fas’a girdi. Taza şehri yakınlarında ve Fes şehri surları önünde Fas ordusunu iki defa yendi. Din ve milliyetine ihanet ederek İspanyollarla birleşen Fas kralı II. Muhammed filmlere konu olacak bir hikâye ile Sâlih Kâhya isimli bir Türk kumandanı tarafından ortadan kaldırıldı.  Böylece Türklerin Fas imparatorluğunda bir asra yakın sürecek nüfuz ve hâkimiyeti başladı. Türklerin Kuzey Afrika hâkimiyeti, Avrupalıların bu bölgeyi ele geçirmesini önledi.

Faslılar daha sonraki yıllarda Türklerin bütün Avrupa devletleriyle savaştığı Viyana Kuşatması sonrasında Cezayir’deki Türk topraklarını fethetme sevdasına düştü. Divan Meknes’e görüşme ve ikaz için bir heyet gönderdi. Buna rağmen 28 Nisan 1701’de 50 bin kişilik Fas ordusu Cezayir’deki Türk ordusuna yeniden saldırdı ise de yenilip geri çekildi. (2)

Daha sonraki yıllarda Osmanlı İmparatorluğunun zayıflaması, buna karşılık sömürgelerden gelen altın ve ham maddelerle zenginleşen Avrupalılar karşısında Müslüman ülkelerin birlik ve dayanışmaya gitmemeleri onların Avrupalıların sömürgesi olmalarına yol açtı. Nitekim Fransa, 1830'lu yılların başlarında Fas ile ciddi şekilde ilgilenmeye başladı.1906’da, Fas tam olarak bir Fransız sömürgesi haline geldi ve Kuzey ile Güney Sahra sınır bölgeleri İspanya'ya bırakıldı. Faslıların 1932’de başlattıkları bağımsızlık mücadelesi 1956’de Fransa ve İspanya’nın Fas’ı bağımsız ülke olarak tanımalarıyla sona erdi.”

Sırtını dağa vermiş, beyaz boyalı evleriyle Meknes güzel bir şehir. Buradan Fas’ın başkenti Rabat’a gidiyoruz.  Önce kral sarayını, kral Hasan’ın babasının türbesini ve Hassan kulesini görüyoruz. Türbe,  sadelikten uzak. Şehirde çeşitli ülkelere ait elçilikler var. Her tarafa Kral Hasan’ın sözlerini yazmışlar. Fas’da İslâm ve kral aleyhinde konuşmak yasak. Öğleden sonra Kazablanka’dayız. Aklımıza ve gözümüzün önüne H.Bogart’ın “Kazablanka” filmi ve bu filmdeki sahneler geliyor. Atlantik Okyanusu’na bakan bir tepeden güneşin batışını ve  deniz feneriyle harika bir manzara oluşturan ufuktaki muhteşem kızıllığı seyrediyoruz.Kazablanka’daki otelimize geç saatlerde geliyoruz.

Kazablanka – Marakeş

 Kazablanka Fas’ın gizli başkenti imiş. Fas’ın sanayisi burada toplanmış. Bu kalabalık ve canlı şehri geziyoruz. Kral Hasan’ın büyük camisine dıştan bakıyoruz. Turistler camiyi gezmek  istedikleri takdirde giriş parası olarak  10 Euro istiyorlar. Ben “Müslümanım” dediysem de, “o zaman namaz vakti gelin" deyip, benden de para aldılar. Câminin mimarisi hoşuma gitmedi. Prestij için yapılmış hantal bir yapı. Minare; binayla uyumsuz, büyük,  kaba bir kule. Kazablanka’dan Marakeş’e geldik. Önce eski şehir kısmını gezdik. Sokakları Fes’de gördüğümüz karışık sokaklara benziyor. Ancak dünyada eşi benzeri olmayan “Cuma el fina” isimli meşhur bir meydanı var. Bu meydanda ne ararsan bulunuyor. Yılan oynatanlar, şarkıcılar, orkestralar, su, şerbet satıcıları, jonglerler, cambazlar, akrobatlar, dişçiler, berberler, lokantalar, meyve ve sebze satıcıları, kumaş pazarcıları. Buraya” dünyanın en büyük sirki” dendiği kadar var. Bir kahvenin terasından meydanın fotoğrafını çekiyorum. Akşam saatlerinde meydan daha da kalabalıklaşıyor. Yalnız bu meydanı görmek için bile Fas’a gelmeğe değer.

Akşam yemeğini kaldığımız otelde değil başka bir otelde yiyoruz. Burada teflerle, zillerle kadın erkek oynanan Fas mahallî danslarını izliyoruz.

Agadir’e dönüş

Marakeş’den Atlas dağları üzerinden 4 saat sürecek bir yolculukla Fas gezimizin başında geldiğimiz Agadir’e haraket ediyoruz. Yolda argun ağaçlarına tırmanmış keçileri görüyoruz. Fotoğraflarını çekiyorum. Çocuklar bunun için bile bahşiş istiyor. 2000 metre yükseklikten deniz seviyesine iniyor ve hava alanına geliyoruz.

Fas gezimizle atalarımızın tarihte Afrika’da en son ulaştıkları topraklara gidiyor ve bir İslam ülkesi olan Fas’ta Türkiye’den farklı bir toplum yaşayışına şahit oluyoruz.

 

Kaynakça;

1.Der Fischer Weltalmanach 2013, Fischer Taschenbuch Verlag, Frankurt am Main, 2012

2.Yılmaz Öztuna, Büyük Türkiye Tarihi, Ötüken Yayınevi, İstanbul, 1977

 

Nisan / 2013

 

www.zekionsoz.com

 

 

 

 
Toplam blog
: 100
: 2186
Kayıt tarihi
: 28.01.12
 
 

1945 Bayburt'ta doğdu. Yüksek öğreniminden sonra çeşitli liselerde öğretmen ve yönetici olarak ça..