Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Nisan '12

 
Kategori
Öykü
 

Fatura savaşı

Fatura savaşı
 

Arkadaşlar ile bir araya gelerek kafayı çekmiştik. Ben, Haydar, Cafer, Abuzer, asker arkadaşım Hıdır hepimiz toplanmıştık. Yedi sekiz kişilik eski arkadaş grubuyduk. Hepimiz de birbirimizden beter, terso sefil bir hayat sürdürüyorduk. Şimdilerde yanımıza gelmeyen eski arkadaşımız, yeni zengin arkadaşımız Hayri’nin dedikodusunu yapıyorduk. Hayri yıllar önce bizi terk etmişti. Çünkü o zengindi. Bizleri sefil hayatımızla başbaşa bırakıp çekip gitmişti. Tartışıyor, konuşuyorduk.

Hayri’nin dedikodusunu yapıyorduk. Böyle arkadaşlık olur muydu. Parayı buldu bizi terk etti diye öfkeleniyorduk. Çocukluğumuzda ona az mı kıyak yapmıştık. Ben bir seferinde ona gazoz ısmarlamıştım. Diğer bir arkadaşım ise Hayri’ye gofret aldığını söyleyince öfkemiz daha da çok artmıştı. Bu nasıl arkadaşlıktı. Yapılan iyilikler unutulur muydu. İnsanlık ölmüştü. Bu Hayri ne karaktersiz bir adamdı. Daha sonra sıra küfür faslına gelmişti. Hepimiz birden küfür yarışına girdik. Bu küfürlerden Hayri’nin sülalesi kanımca bayağı sarsıldı, zedelendi.
 
Sonra o kadar rahatladık ki sormayın gitsin. Ayrılma saati geldiğinde birbirimize sarılıp, defalarca şapur şupur öpüşmüştük.Kelle paça vaziyette eve gidip yattım. Sabah kalktığımda elimi yüzümü yıkadım, dişlerimi fırçaladım. Yedi sekiz kez de şınav çektim. Hanımın yüzü biraz asıktı. Çok üzgün görünüyordu. 
 
“Hayrola hanım, akrabalardan birisi mi öldü” diye sordum.
 
Hanım hiç cevap vermiyordu. Ağlamamak için kendisini zor tutuyordu. Düşündüm yoksa gece kafam kıyakken ters bir şey mi yapmıştım. Omuzlarını tutarak tekrar sordum:
 
“Canım sevgilim söyle bir şey mi oldu, beni telaşlandırıyorsun. Rica ederim lütfen ama lütfen ne oldu anlat. Bak tansiyonum yeniden yükseliyor.”
 
Eşim odaya girdi, elinde bir kağıtla geri döndü kağıdı uzattı. Bir de ne göreyim doğalgaz faturası ve dörtyüz liralık makbuz. Elim ayağım her tarafım titremeye başlamıştı. Sakinliğimi korumalıydım. Derin bir nefes alıp çarpıntımı hafiflettikten sonra sakince sordum:
 
“ Canım sevgilim, lanet olası kadın, bu fatura nedir?.. Allahın belası kadın. Bu gazı nasıl yaktın, bana bunu anlat yoksa kırıcam bir tarafını hadi çabuk anlat"  diye haykırdım.”
 
Eşim her kadının yaptığı gibi silahını kullandı ve hıçkırarak ağlamaya başladı. 
 
“Sen beni sevmiyorsun işte, sevsen böyle yapmazsın. Doğalgazın çoğunu sen şahsi kullanıyorsun, ayaklarını bile sıcak suyla yıkatıyorsun. Dişlerini dahi sıcak suyla fırçalıyorsun. Yazı yazarken sabaha kadar en az yirmi tane Nescafe üçü bir arada içiyorsun, sonra bana kızıyorsun” diyordu.
 
Birisini ağlarken gördüğümde gerçekten hüzünlenirim. Yirmi yıl önce yaşadığım günler hafızamda canlanmıştı. O günlerde her Türk genci gibi önüme kim çıksa hemen ona aşık olurdum. 
 
Tabii bu aşklarım tavşan dağ misali aşklardı. Ferdi Tayfur beni perişan etmişti. İlk aşkım Kasap Osman’ın kızıydı. Kasap Osman’dan tırstığımdan dolayı bu  kızı hemen terk etmiştim.Çünkü kızı istemeye gittiğimiz de beni satırla kovalamıştı. Daha sonra Kömürcü Rüstem’in kızına aşık olmuştum. Yani şimdiki eşim olan Safinaz’a.
 
Gülhane parkında ne çekirdekler, ne naneler yemiştik. Safinaz ağlaya dursun bilgisayarın başına geçtim. Safinaz bulunduğum odaya girdi, iki elini bağdaştırıp bu kez tepemde dikildi. 
 
“Niye cevap vermiyorsun, söyler misin?” diye sordu. 
 
“Sevgilim, canım eşim. Aslında kızgınlığım sana değildi. İGDAŞ’a kızmıştım. Yoksa seni harbiden seviyorum, bundan şüphen mi var. Bak yirmi yıllık süren bir evliliğimiz ve aşkımız var. Seni tanıdığımda çıtır çıtır taze bir kızdın. Şimdi lahana gibi bir karı olmuşsun. Buna rağmen hala sana katlanıyorum. İşte sevgimin belgesi bu değil mi” diye sordum..
 
Safinaz kızdı ama kızgınlığını hiç belli etmedi. Bir erkek bir kadınla asla baş edemez. Bunu bana yaşadığım hayat tecrübesi öğretmişti.
 
-“Peki beni seviyorsun da niçin bana bir şiir yazmadın ve ya bir öykü yazmadın?.. Öykülerine baktım, Cafer  diye bir maganda var. Onun için üç tane öykü yazmışsın. Adanalı Celal diye bir manyak için öykü yazmışsın. Cuguş Ali denen ihtiyar bunak adamı yazmışsın ama bana bir şiir yazmıyorsun. İşte beni sevmiyorsun” diye sorduğunda biraz şaşırdım.
 
Ağlıyor, sızlıyor beni bunaltıyordu. 
 
“Tamam, tamam söz yazacağım, vallahi billahi unuttum, pardon hemen yazıyorum. Yeter ki sen odadan çık” dedim. 
 
Safinaz odadan çıktıktan sonra bir siteye girip  şiirlerden birisini seçtim. Yazıcıdan çıkarttım. Yaptığım korsanlıktan dolayı aslında utanmıştım.Ama ne yapayım, başka bir çarem de yoktu.Şiir özürlü amatör bir yazardım.. Dördüncü sınıfa giden oğlumu çağırdım. 
 
“Oğlum al bunu annen öbür odada zırıldıyor. Git ona oku, hadi aslan oğlum…” dedim.
 
Az sonra oğlum tekrar geri döndü. Sarıldım birkaç kez öptüm. Oğlum da bana kızdı:
 
“Yeter öpme baba, of ağzın leş gibi kokuyor” dedi. Ben güldüm:
 
“Benim aslan oğlum, ilerde aynı baban gibi olacaksın” dedim.
 
Oğlumun hiç neşesi yoktu. 
 
-“Baba ilerde senin gibi olmak istemiyorum, geleceğimden endişe ediyorum” dedi..
 
Önce güldüm, sonra öfke için de parladım..
 
--Ulan eşşoğlueşek, ben de sizin yüzünden geleceğimden endişe ediyorum.Defol odamdan çık diye haykırdım..
 
Oğlum paniğe kapıldı.Koşar adım odadan çıktı.Neden o hatayı yapmıştım.Evlilik denen kurumun allah belasını versin dedim. Geçim sıkıntısı yüzünden, üç günlük dünyam cehenneme dönmüştü. Eşim benden, ben eşimden çocuklar benden, ben çocuklardan nefret etmiştim. Artık birbirimizi sevmiyorduk. Obur bir kadın ve onu aratmayan üç çocuk. Başım gerçekten, büyük bir belaya girmişti. Evlendiğimiz de o gerçeği fark etmiştim.Eşim  korkunç iştahı ile  adeta bir hayvan gibi masada ne bulursa silip süpürüyordu. Ürkmüştüm, çok korkmuştum. Üstelik onu defalarca kez uyarmıştım:
 
"Sevgilim, lütfen az ye, aldığım maaşı biliyorsun. Bu gırtlakla geleceğimizi ipotek altına alıyorsun, farkında değil misin?.." diye onu ikaz da ediyordum.
 
Fakat neye yarardı  ki, o kadar uyarmama rağmen, sanki bir ağaca konuşmuştum.Yıllar geçtikçe, her tartışma da çenesi düşük eşim, ağzını açtığın da ortalığı makinalı tüfek gibi tarıyordu..
 
"Sen ne biçim erkeksin, elalemin kocaları evlerine gül gibi bakıyor.Saçımı  süpürge ettim.Maaşın yetmiyorsa ek iş yap.Çorap sat, limon sat.Tembel herif, her ay elektiriği, suyu, doğalgazı kesmeye geliyorlar"
 
Sehpanın üstünde duran, bir yığın fatura bana bakıyordu. Bir çaresini bulmam şarttı. Biraz düşündüm.Tek çare yine  Safinazdı. Sakinliğimi muhafaza ederek odadan çıktım. Safinaz sabah haberlerini izliyordu.Yine ağlıyordu.Şefkatli bir gülümsemeyle, yumuşak bir ses tonu ile sordum:
 
"Canım eşim bu dünyaya sanki ağlamak için gelmişsin.Gene ne oldu anlat bakayım"
 
Safinaz hıçkırırken titriyordu.Ekranda selllerde,  barajlar da, bir gölde  boğulan insanları işaret ederken baş parmağı titriyordu.
 
"Bak görmüyor musun  adamlar   boğuluyor birazdan ölecek. Başbakan nerede, onu niye kurtarmıyor"  dedi.
 
Sinirlenmiştim. Allahı belası kadın yakın da beni öldürecek, hala farkın da değil ama üzüldüğü olaya
bak dedim kendi kendime.Zora ki gülümsedim.Safinazın kartal burnuna bir öpücük kondurdum.Onu ikna etmek için bazen bu numarayı yapardım.
 
"Safinaz Başbakanımız kendisini zaten zor kurtarmış.Bu adamı nasıl kurtarsın. Bu adamı kurtarsa kurtarsa Nasuh Mahruki kurtarırdı ama  onun da Everest tepesin de işi varmış." diye cevapladım.
 
"Bu insanlar neden ölüyor ama suç kim de?.." diye hala soruyordu.
 
"Bak hayatım, bu adamlar burda ölmeseydi, mutlaka başka bir yerde ölecekti. Yani ölmek için kendilerine yer arayan insanlar. Sonra takdir-i ilahi derler. Kader alın yazısı işte. Bu adamların kaderinde de sularda  fareler gibi gebermek  varmış, herhalde" dediğimde ağzımdan çıkan son cümleler  biraz sertti.
 
Tekrar yumuşadım. Gülümseyerek yanına oturdum. Bir elimi ensesine  koyarak hafif bir masaja başladım. Onu da yumuşatmam lazımdı.
 
"Safinaz faturaların toplamı, bin Türk lirasını geçiyor. Aklıma bir fikir geldi. Canım sevgilim, bizim aşkımızı hiç kimse bitiremez. Ne seller, ne depremler  ne de faturalar bunu engelleyemez .Bu yıl da geçen sene olduğu gibi aynı taktiği uygulayacağız. Ben beş yüz lirayı babamdan isterim, sende beş yüz lirayı annenden istersin, bir anda borçları sıfırlamış oluruz ne diyorsun" diye sordum. 
 
Safinaz birden ayağa kaktı, kızmıştı.
 
"Hayır olmaz hayır ben yaşlı emekli insanların parasını isteyemem, yazık günah değilimi onlara ben  isteyemem olmaz" dedi.
 
Sinirlensem de kızmadım, tane tane anlatmaya başladım:
 
"Bak canım sadece biz annemizden babamızdan para almıyoruz ki. Nerede ise yetmiş milyon nüfusun alayı artık böyle geçiniyor. Farkında değil misin. Hemen herkes bir şekilde  annesine, babasına, amcasına, dayısına yaslanmış, geçinip gidiyor. Bu ülke ekonomisini yıllardır emekliler ayakta tutuyor. Emeklilerin maaşı olmasaydı çoktan bir iç savaş çıkardı. Canım sevgilim sen evde börek,  dolma yaparken herhalde bunların farkında değilsin" dedim.
 
Bana hak vermiş olacak ki sesini çıkarmadı, düşündü.Tam sırasıydı:
 
"Annen ile konuşursan eğer rica etsem şu arsanızı da pay etsinler bari. Psikopat kardeşlerinle sonra uğraşmayayım .Olur mu sevgilim o parayla da en az iki sene daha idare ederiz" dedim.
 
Demez  olsaydım. Son hatayı yapmaz olsaydım. Evden koşar adım çıktığımda Safinazın cırtkak sesi camları dahi titretmişti. Adeta çıldırmıştı.  Allah kahretsin dedim. Kahvehaneye doğru giderken, yeni planımı düşündüm. Acaba babamı nasıl kandıracaktım?.. 
 
Toplam blog
: 39
: 393
Kayıt tarihi
: 19.01.12
 
 

Serbest ticaret ile iştigal ediyorum. Çeşitli sivil toplum örgütlerinde aktif görevlerde bulundum..