Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

01 Kasım '06

 
Kategori
İş Yaşamı - Kariyer
 

Fazla mesai melankolisi

Fazla mesai melankolisi
 

Akşam oldu, servisler plazanın kapısına yanaştı. Tüm çalışanlar işlerini hızlandırdı. Telaşla servise yetişmeye çalışıyorlar. Benim böyle bir telaşım yok. Çünkü benim işten çıkış saatim belli değil. Ben bir denetçiyim. Beni işe alırken kimse 0900-1800 çalışacağımı söylememişti.

Tüm çalışanlar iş yerini terketti. Dağılan bir ilkokulu izliyor gibiyim. Hepsi neşe dolu, hele ki bugün cumaysa, değmeyin keyiflerine.

Annem arıyor, her akşam ısrarla arıyor. "Yemeğe gelecek misin?" Hayır anne, yemeğe gelmeyeceğim, peki anne doğru dürüst bir şeyler yemeğe çalışırım.

Bir sessizlik çöktü. Bütün denetim ekibinin odası ve muhasebe servisi arasında yaptığım ring servis, fotokopi makinası ile olan güreşim ve müşteriye neyi ne için istediğimi anlatma çabam nihayet bitti. Artık oturup çalışabilirim.

Temizlik görevlilileri geldi. Hızlı hızlı, üstten bir temizlik yapıyorlar. Seviyorum onları. Mis gibi "Fabuloso" kokuyor ortalık. İşlerini bitecek ve gidecekler.

Ekip şefimiz yemek siparişi verelim diyor. Daha doğrusu benden yemek siparişi vermemi istiyor. İşe benden iki yıl önce başladığı için benden herşeyi ama herşeyi isteme hakkı var ve o bunu kullanıyor. Peki, verelim yemek siparişini. Salatanızı nasıl arzu edersiniz? Tavuklu, hellimli, ? Deniz mahsülü salatamız kalmadı malesef! Siparişin verilmesi ve bize ulaşması bir saat. Yemeği yiyip ortlalığı toplamamız ise yarım saat. Mecburen sohbet ediyoruz onbeş dakika kadar. İşte mesainin iki saati gitti bile.

Tekrar açıyoruz bilgisayarlarımızı. Kah çalışıyorum kah hayallere dalıyorum. Yaratıcı bir fikir gelmiyor aklıma. Ekolojik bir çiftlik kursam diyorum. Ne kadardır maliyeti? Ne kadar büyük bir arsa lazım acaba? Türkiye'nin neresi uygundur bunun için? Dedemin Çanakkale'de bir arsası var ama küçük galiba orası. Hem Çanakkale'de olur mu bu iş? Olur yahu neden olmasın.

İrkiliyorum aniden. Benim adım geçti. "Efendim" diyorum. Bir soru soruyor ekip şefim. Dilim döndüğünce anlatıyorum. Anlamıyor fakat. Bende çok hevesli değilim daha iyi anlatmak için. Saat onbire geliyor. "Bak onu not al, yarın müşteriye soralım" diyor. Sor demek istiyor. Sormuştum zaten. Fakat anlamıyorsun sen, ne yapabilirim? Diyemiyorum tabi. Isıra ısıra yara oluyor dilim. Köprüyü geçiyorum, dayı demek durumundayım. Hiç yakıştıramıyorum kendime bu alttan almaları.

Derken saat onikiyi geçiyor. Ben farkında değilim çünkü windowsun saatini bozmuşum saati farketmek istemiyorum. Jim, Hendrix dinliyorum, başka türlü uyanık kalamam çünkü. Artık çıkalım yavaş yavaş diyor ekip şefim. Aman bir seviniyorum, anlatamam. Derken hevesim kursağımda kalıyor. Kerem, senden bir ricam var diyor. Akşam eve gidince şu işi bitirebilir misin, yarın sabah bakalım. Akşam mı? Ne akşamı? Saat oniki otuz. Akşam biteli dört saat olmuş. Yeni güne beş saat kalmış. Hangi akşam? Dilimi ısırıyorum. Tabi diyorum. Köprüyü geçiyoruz. Hem çok iyi bir firmada çalışıyorum. Burada çalıştığım bir yıl, başka bir işte çalıştığım üç yıla bedel. Tabi yaparım.

Evlere dağılıyoruz. Fakat benim çalışacak halim kalmamış artık. Saati beş buçuğa kuruyorum. Saat yedide işteyim. Ekip şefim geldiğinde işim hazır. Buyrun. Saat dokuz oluyor, personel yeniden işe geliyor. Bilgisayarlar yavaş yavaş açılıyor. Çaylar ve poğaçalar eşliğinde yarım saatlik sabah keyfide yapılıyor. Saat onda benim mesaimin üçüncü saati tamamlanıyor. Biraz dinlenmem gerek. Tuvalete gidip kapıyı kitliyorum. Klozete oturuyorum. Kafamı arkamdaki duvara dayıyorum. Sadece beş dakikaya ihtiyacım var. Sakinleşiyorum. Burada geçireceğim bir yıl başka bir işte geçireceğim üç yıla bedel. Devam.

K.

Benzer içerikli bir yazı için: "İşkoliklerin toplam kaliteye zararları" http://blog.milliyet.com.tr/Blog.aspx?BlogNo=12833

 
Toplam blog
: 295
: 733
Kayıt tarihi
: 28.09.06
 
 

Bugün ölseniz mesela, ya da hafifletelim biraz hadi, bu giriş çok karamsar oldu. Bugün ortadan kay..