Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

06 Mayıs '14

 
Kategori
Felsefe
 

Felsefe bütün bilimlerin anası mı?

Felsefe bütün bilimlerin anası mı?
 

reitix.com


 Öyle bir anlayış var.  Sanki Felsefe Kibele Ana gibi , diğer bütün tanrıları doğurmuş; sanki bilimlerin babası  Felsefe sanki bir büyük Yunan tanrısı Zeus gibi , diğer bütün bilimleri kapsamış, onlara analık, babalık etmiş bir örtü. Acaba öyle mi?

Bu noktada elbette sağlam tanımlar getirilmelidir. Ondan sonra Ahmet ne demiş, Mehmet ne demiş bu konuda, örnekler verilmelidir ama, her şeyden önce bir Bismillah çekmek gerekir. Çünkü yapılan iş, niyetlenilen iş hiç de kolay değildir. Altından her babayiğit kalkamaz. Bakalım biz ne yapacağız. Hadi eski yöntemi kullanalım. Bazı baba tanımlara başvuralım. Peki, felsefe nedir?

Yunanlılar onu “bilgelik sevgisi” yada “hikmet arayışı” anlamında yorumlamışlar.

Felsefe; varlık, bilgi, gerçek, adâlet, güzellik, doğruluk, akıl ve dil gibi konularda,  genel ve temel sorunlarla ilgili yapılan çalışmalardır; bu konularda ileri sürülen düşüncelerdir. Felsefe düşünce sanatı olarak da bilinir.”(Vikipedi)

Bu tanım sizce yeterli midir? Felsefe sadece , yalnızca bu kavramlarla mı uğraşır. Bunları mı açıklar?  Bence yetersiz…Filozoflar genellikle varoluş, ahlak , bilgi, gerçek ve güzellik konularıyla ilgilendikleri gibi, akıllarına gelen her türlü soyut kavramla da  ilgilenmişlerdir;  bu kavramlara açıklama getirmeye çalışmışlardır. Felsefe, bana göre, soyut kavramlara  yanıt getirme, açıklama işlemidir, denilebilir. Felsefenin kendine göre bir yöntemi vardır bu da “Mantık”dır. Eğer söylenenler kendi içinde tutarlı değilse; mantıki bir çerçeve içinde açıklanmıyorsa; ipi ve bucağı bir yere varmıyorsa, söylenen şeyler elbette havada kalacaktır. Söyle, anlat;  ama anlattığının söylediğinin bir tutarlığı olsun. Çevreyle, dünyayla, gerçeklerle açıklanabilir bir yanı olsun. Yoksa uydur uydur söyle… Bu felsefe değildir. Eğer düşüncelerdeki uyumsuzluk göze çarpıyorsa, bağıntısızlık varsa, tartışmanın, akıl yürütmenin ve analiz yapma çabasının gereği yoktur., hiçbir anlamı da yoktur.

Aslında felsefecilerin ilgilenmedikleri hiçbir konu yoktur. İnsanların kolayca cevap veremedikleri her konuyla ilgilenmişler, düşünmüşler ve kendi düşünüş biçimlerine göre mantıklı bazı yanıtlar getirmeye çalışmışlardır.

Tarihte bir  çok filozof, bir çok konuda çok derin açıklamalarda bulunmuşlardır ama, o açıklamalar açıklama yapılan tarihlerde geçerli olan açıklamalardır.  Çünkü insanın bilgisi, görgüsü, deneyimi artıkça , olayları açıklama biçimi de değişmektedir.

İnsanlar yüzlerce yıl çevrelerine bakmadan oturup kendi aralarında tartışmışlar. Öylesine saçma sapan şeyler üzerinde tartışmışlar ve bunlar üzerine kafa yormuşlar ki, bu gün bu konulara 10 yaşındaki bir çocuk bile güler.

Kocaman adamlar oturmuşlar; tavukların iki mi, yoksa dört tane mi ayağı  var, bunu tartışmışlar. İşe bakın..! Bu günün insanı böyle konulara nasıl gülmesin. Alırsın bir tavuğu bakarsın. İki tane mi ayağı var, yoksa dört tane mi?

Yani insanların çevreye bakmadan, çevrenin bilgisini izlemeden sadece kafalarını kullanarak, dünyayı ve onun bilgisini oturup açıklamaya çalışmaları bir yerde gülünç bir yere gelmiştir.

Ondan sonraları , bazı akıllı insanlar, bazı önemli soruların cevaplarını, birbirinin suratına bakarak değil de, doğaya bakarak, arayarak cevaplandırmaya başlamışlardır.

Felsefe düşünmektir. Düşünerek, kafasını kullanarak çevresindeki bazı sorulara cevap vermeye çalışmaktır. Böyle , “Doğru cevap”  bulunabilir mi. Eğer, apriori olarak kabul edilen ön bilgiler ve bunları karşılaştırma ve değerlendirme yolları doğruysa, bir dereceye  kadar olaylara açıklama getirmek mümkündür. Ama çoğu kez bunları doğrulamak da mümkün değildir. Doğrulamak ancak doğada araştırma yapmak, ölçmek , ve mantıki sonuçlara varmakla mümkündür.

Evet, doğrulamak mı istiyorsunuz. Doğaya gideceksiniz, bakacaksınız, ölçeceksiniz, karşılaştıracaksınız ve sonra bir karara varacaksınız. İyi-Kötü; Doğru-Yanlış;  Eksik-Tamam.. Bütün bunlar ancak eldeki bir  “miyar”la  karşılaştırmak suretiyle denetlenebilir. Yoksa kafadan karar vermek her zaman insanı yanlışa götürebilir. Sizin kafa ölçüleriniz çoğu kez doğru olmayabilir.

Şunu diyebilir miyiz? Her bilimin başlangıç noktasında felsefe vardır. Çünkü aşağı yukarı şöyle  üçyüz yıl önceye gittiğimiz zaman bu gün düşünebildiğimiz bilimlerin  temeli bile atılmamıştı;  belki ilk kanıtlar üzerinde insanlar yeni yeni düşünmeye başlamışlardı : madde nedir, cisim nedir; dünya nedir..? Böylece binlerce kavrama anlam getirilmeye çalışıldı. Bunlar için  eski Türklere-Araplara ve Eski Yunanlılara  teşekkür etmek gerekir, Bunlar ilk kez çevreye bakmak zorunluluğu hissettiler

Bu sayısız, “nedir” sorularının cevaplarını bulmak hiç de kolay olmadı; yüzlerce yıl geçti aradan, Ve bilgiler birbirine ulana ulana kocaman bir bilgi okyanusuna ulaştık. Dünyayı, evreni, insanı açıklamaya çalışan yüzlerce bilim dalı ortaya çıktı … Şimdi de her birinde binlerce bilim adamı , çocuk gibi :”Bu nedir, bu nedir?” diye sora sora yol alıyorlar. Ondan sonra ,  “Bu neden oluyor ki ?” sorusuna geçiyorlar.  Ama yanıtlar hep doğada ve deneylik ortamında gözlemek suretiyle ortaya çıkıyor.

Bilim adamlarının tümünün kafasında her zaman ispatlamak istedikleri modellere ilişkin bir “paradigma” doğar; bunu açıklamaya çalışırlar, ama önce kafalarında bazı açıklamalar getirmeleri gerekir; bu açıklamaların ilişkilerini, bütünlüklerini göstermeleri gerekir. Bunlar işin belki de felsefe yanıdır. Ama ondan sonra bilim adamı, işi lafta bırakmaz, doğaya döner, deneyliğine girer ve orada işi  kanıtlamaya çalışır. Kanıtladıktan, defalarca deneyini tekrarladıktan sonra bunu dilsel düzeyde göstermeye çalışır. İşin mantiki  yapısını kurar ve gösterir. İşte burada da felsefe vardır. Getirilen kuramların mantıki olarak insanlara anlatma, inandırma çabası vardır.

Felsefe,  belki de,  kısaca, karmaşık olayların , anlaşılabilir bir şekilde dilsel olarak tanımlanmasıdır. Bu da her zaman mümkün olmaz; onun için filozoflar dünyalarını kocaman kitaplara dökerken; bilim adamları , “ete kemiğe büründüm..”” diye özlü, kısa bir şekilde ve mümkünse matematiksel olarak işi formüle ederler; üç beş sayfada açıklarlar. Tabii ancak anlayan anlar..

Felsefe düşünmektir. Bazı çağlarda bunu bile yasaklamaya çalışmışlar; “Senin o söylediğin eski bilgilere uymaz…” demişler; onun için durmadan yeni bilgileri, yeni düşünme biçimlerini reddetmişler ; hep eskiye bağlı kalmayı seçmişler.

Düşünmek, kafayı çalıştırmak; ondan sonra Doğaya ciddi gözlerlerle bakıp, anlamlar çıkarmak zor iş. Aslında her babayiğitin işi de değil. Ama çalışkan, fedakar bilim adamları, bilime en ufak bir katkıda bulunabilmek için o mikroskoplarının, teleskoplarının başında bütün ömürlerini harcarlar.  “Gerçek”i bulduklarına inandıkları andan itibaren de tartışmaya girerler. İnsanların çoğu da onlara inanmaz ya… Deliler gibi, “Dünyanın yuvarlak olduğunu” ispata çalışırlar.

İşin zorluğunu , bilmem anlatabildim mi..???

Artık bilim akıllı adamların işidir ama felsefe belki de çok çok akıllı adamların işidir. Çünkü giderek , felsefenin işi zorlaşıyor. Çünkü mantık olmazsa felsefe boşuna bir çaba. Sadece gevezelik olarak kalmaya mahkum.

 
Toplam blog
: 2579
: 848
Kayıt tarihi
: 24.10.10
 
 

Mesleğim eğitimcilik… Şimdi artık emekli bir vatandaşım… biraz şairlik, biraz hayalcilik, biraz s..