Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Kasım '18

 
Kategori
Felsefe
 

Felsefe Tarihindeki Kadın Filozoflar

Felsefe Tarihindeki Kadın Filozoflar
 

1. Krotonlu Theano (M.Ö 600)
Antik Çağ’ın biline ilk kadın filozofu Krotonlu Theano’udur. M.Ö. 600-550 yılları arasında yaşadığı tahmin edilmektedir. Kendisi Pythagoras’ın (Pisagor) eşi, öğrencisidir. Matematik, geometri ve felsefe ile uğraşmıştır. Eşinin ölümünden ardından Pythagoras Okulu’nu yönetmiş ve kız öğrencilere ders vermiştir. Theano’ya göre, ruh yeniden doğacaktır, bunun için kişi erdemli bir hayat sürmelidir. Sırf madde diye bir şey yoktur, ruh ön planda olmalıdır. Matematik ve müzik önemlidir çünkü ikisinde de sayılar vardır. Öyle ki sayılar düzeni sağlayan tek unsurdur. Theano diğer Pythagorasçılar gibi evrenin sayılardan kurulduğunu öne sürmüş, matematik ve müziğe önem vermiş ayrıca reenkarnasyon öğretisini savunmuştur.
 
2. Miletli Aspasia (M.Ö 470 – 400)
Antik Çağ’da ele alabileceğimiz diğer bir düşünür Miletli Aspasia’dır. Hem Platon’un hem de Aristophanes ve Xenophon’un eserlerinde kendisinden söz edilmektedir. Devlet adamı olan Perikles’in partneri olmasının yanı sıra kimi tarihçiler Aspasia’nın genelev işlettiğini ve aynı zamanda fahişelik yaptığını belirtmişlerdir. Erişkin döneminin büyük kısmını Atina’da geçiren Aspasia, Perikles'i ve Atina siyasetini etkilemiş olabilir. 
 
Antik yazarlar Aspasia'nın aynı zamanda bir genelev işlettiğini ve fahişe olduğunu da yazar. Ancak bu bilgilerin, Perikles'i küçük düşürmeye çalışan komik yazarlar tarafından ileri sürüldüğünü söyleyen günümüz bilimadamları tarafından tartışmalı bir konu olarak görülür. Hatta bazı araştırmacılar Aspasia’nın hetaera ya da fahişe olduğu yönündeki tarihsel geleneği de sorgulayarak, Perikles ile evlenmiş olabileceğini de ileri sürmektedir. 
Aspasia'nın Perikles’ten olan oğlu Genç Perikles daha sonra Atina'da general olmuş ve Arginusae Savaşı'ndan sonra idam edilmiştir. Perikles'in ölümünden sonra, Aspasia'nın başka bir Atinalı devletadamı ve general olan Lysikles ile birlikte olduğuna inanılır.
 
Sosyal çevrelerde Aspasia, bir fiziksel güzellik objesi olmaktan öte güzel konuşma yeteneği ve akıl hocalığıyla dikkat çekmiştir. Plutarkhos’a göre Atina’daki evleri, içinde Sokrates’in de bulunduğu önde gelen birçok yazar ve düşünürü çeken bir entelektüel merkez hâline gelmiştir. Biyografisinde, Atinalı erkeklerin, ahlaksız yaşamına rağmen konuşmasını duymaları için karılarını da Aspasia'nın evine getirdiği yazar. 
 
Aspasia, Platon, Xenophon, Aeschines Socraticus ve Antisthenes’in felsefi eserlerinde yer alır. Bazı biliminsanlarına göre Platon Aspasia’nın zekâsı ve aklından öyle etkilenmiştir ki Sempozyum’daki Mantinealı Diotima karakterine temel olarak almıştır. Bazıları ise Diotima’nın gerçekten yaşamış olduğunu önerir. Pennsylvania Üniversitesi’nde felsefe profesörü olan Charles Kahn’a göre Diotima birçok yönden Aeschines’in Aspasia’sına karşı Platon’un bir cevabıdır.
 
Menexenus ‘da, Platon Aspasia’nın Perikles ile olan ilişkisini hicvederken, Sokrates’ten aktarma yaparak alaylı bir biçimde Aspasia’nın birçok hatibi eğittiğini söyler. Sokrates'in niyeti Perikles’in hitabet yeteneğini kötüleyerek yine alaylı bir şekilde Atinalı devlet adamının Aspasia tarafından eğitilmesi nedeniyle Antiphon tarafından eğitilen birinden daha üstün olacağını söylemektir. Aynı zamanda Cenaze Konuşması’nın yazarlığını da Aspasia’ya maleden Sokrates, çağdaşlarının Perikles’e olan saygısına saldırır. Kahn’a göre Platon, Aspasia’nın Perikles ve Sokrates’in hitabet hocası olduğu fikrini Aeschines’ten almıştır. Plato'nun Aspasia’sı ve Aristofanes'in Lysistrata’sı kadınların hitabet konusunda becerikli olmadığı düşüncesine bariz iki istisnadır ancak bu iki karakter bize kadınların Atina’daki gerçek statüsü konusunda bilgi vermez. Truman Eyalet Üniversitesi’nde tarih profesörü olan Martha L. Rose "yalnızca komedyalarda köpekler mahkemeye başvurur, kuşlar yönetir, ya da kadınlar söylev verir".
 
Xenophon, Memorabilia ‘da ve Oeconomicus ‘da Aspasia’dan iki kez söz eder. Her ikisinde de Sokrates Critobulus’a, Aspasia’nın tavsiyelerini almasını öğütler. Memorabilia ‘da Sokrates, Aspasia’dan aktarma yaparak çöpçatanın erkeğin iyi özellikleri hakkında doğru bilgi iletebileceğini söyler. Oeconomicus ‘da Sokrates, Aspasia’nın ev idaresi ve karı-koca arasındaki ekonomik ilişki hakkında daha bilgili olduğundan saygıyla söz eder.
 
Aeschines Socraticus ve Antisthenes bir Sokrat diyaloglarına Aspasia’nın adını vermişlerdir ancak her iki diyalog da ancak parçalar hâlinde günümüze gelebilmiştir. Aeschines Socraticus'un Aspasia ‘sı hakkında ana kaynaklarımız Athenaeus, Plutarkhos, ve Çiçero ‘dur. Diyalogda, Sokrates Callias’a oğlu Hipponicus’u eğitim alması için Aspasia’ya göndermesini öğütler. Callias, kadın öğretmen fikrinden irkilince Sokrates Aspasia’nın Perikles’i ve ölümünden sonra da Lysikles’i olumlu yönde etkilediğini belirtir. Diyalogun Çiçero tarafından Latince olarak korunmuş olan bir bölümünde önce Xenophon’un karısına sonra da Xenophon’a (bu ünlü tarihçi Xenophon değildir) bilgeliğe giden yolun kendini tanımaktan geçtiği konusunda tavsiye veren "kadın Sokrates" olarak yer alır. Aeschines Aspasia’yı bir öğretmen ve mükemmeliyetin ilham kaynağı olarak gösterir ve bu erdemleri hetaira olmasıyla bağdaştırır. Kahn’a göre Aeschines'in Aspasia’sındaki her bir bölüm yalnızca uydurma değil aynı zamanda inanılmazdır da.
 
Antisthenes'in Aspasia ‘sından yalnızca iki ya da üç aktarma kalmıştır.] Bu diyalogda daha çok iftira olmasının yanı sıra Perikles’in biyografisine dair anekdotlar da bulunur. Antisthenes yalnızca Aspasia’ya değil oğulları da dahil olmak üzere Perikles’in tüm ailesine saldırır. Düşünür, büyük devletadamının erdemli yaşam yerine zevki seçtiğine inanır. Dolayısıyla Aspasia zevk ve sefa içinde yaşamı temsil eder.
 
Aspasia modern edebiyatın önemli bazı eserlerinde görünür. Perikles ile olan romantik bağlantısı, geçen yüzyılların bazı ünlü romancı ve şairlerine ilham vermiştir. Özellikle 19. yüzyılın romantikleri ile 20. yüzyılın tarihî romancıları onların öyküsünde tükenmeyen bir ilham kaynağı bulmuşlardır. 1835’te ABD’li kölelik karşıtı yazar ve gazeteci Lydia Child, Perikles ve Aspasia’nın zamanında geçen Philothea adlı klasik bir aşk romanı yayımladı. Bu kitap yazarın en başarılı ve özenli eseri olarak görülmektedir çünkü kadın karakterler, özellikle de Aspasia büyük bir güzellik ve özenle portrelendirilmiştir.
 
1836’da İngiliz yazar ve şair Walter Savage Landor, en ünlü kitaplarından biri olan Perikles ve Aspasia‘yı yayımladı. Bu kitap, içinde sayısız şiir barındıran bir dizi hayalî mektup aracılığıyla klasik Atina dönemini yorumlar. Mektuplar sıklıkla tarihî gerçeklere uymasa da Perikles Çağı’nın ruhunu yakalamaya çalışır. Robert Hamerling, Aspasia’nın kişiliğinden etkilenen bir başka romancı ve şairdir. 1876’da Perikles Çağı’nın davranış ve ahlâk kuralları hakkında bir kitap olan kültürel ve tarihî çalışması Aspasia ‘yı yayımladı. Romantizm akımından etkilenen İtalyan şair Giacomo Leopardi, beş şiirlik bir seri yayımladı. Bu Leopardi şiirlerinin ilham kaynağı, Fanny Targioni Tozzetti adlı kadına karşı olan ümitsiz ve karşılıksız aşkı sonucu yaşadığı acı veren deneyimleridir. Leopardi bu kadına, Miletli Aspasia'dan esinlenerek Aspasia adını verir. 
 
1918’de romancı ve oyun yazarı George Cram Cook ilk uzun oyunu olan The Athenian Women (Atinalı Kadınlar) ‘ı yayımladı. Oyunda Aspasia barış için greve giden bir kadın olarak gösterilir. Cook Antik Yunan döneminde savaş karşıtı bir konuyu işlemiştir. ABD’li yazar Gertrude Atherton The Immortal Marriage (Ölümsüz Evlilik) (1927) adlı eserinde Perikles ile Aspasia’nın öyküsünü anlatır ve Sisam Savaşı, Pelopones Savaşı ile Atina Veba Salgını dönemini açıklar. Taylor Caldwell'in Glory and the Lightning (İhtişam ve Yıldırım) (1974) adlı eseri Aspasia ile Perikles’in tarihî ilişkisini anlatan bir başka romandır.
 
Aspasia'nın ismi Perikles’in ihtişamı ve şöhretine çok yakından bağlıdır. Plutarkhos onu hem siyasi hem de fikrî yönden önemli bir kişilik olarak kabul eder ve "devletin önde gelen adamlarını memnun etmeyi başaran ve düşünürlerin hakkında uzun övgülerle sözetmesini sağlayan" bu kadına hayranlığını belirtir. Biyografi yazarı, Aspasia’nın çok ünlendiğini, öyle ki Pers Kralı II. Artaxerxes ile savaşan Genç Sirüs’ün, adı Milto olan eşlerinden birine Aspasia’nın adını verdiğini söyler. Sirüs savaşta öldükten sonra bu kadın yakalanarak krala götürülür ve daha sonra kral üzerinde büyük bir nüfuz sağlar. Lucian Aspasia’dan bir "erdem modeli", "hayranlık duyulan Olimpiyalı’nın hayranlık duyduğu" diye söz eder ve "onun siyasi bilgisi ve öngörüsünü, açıkgözlülüğüyle nüfuzunu" över. Süryanice bir yazıda, Aspasia’nın bir söylev yazarak bir adama mahkemede onun adına okuması için eğittiğinden sözederek Aspasia’nın hitabet yeteneğini doğrular. 10. yüzyıl Bizans ansiklopedisi Suda ‘ya göre Aspasia "kelimelerle kıvrak bir zekâya sahip" bir sofisttir ve hitabet öğretmiştir.
 
Bu değerlendirmelerin ışğında, Pennsylvania Eyalet Üniversitesi’nde profesör Cheryl Glenn gibi araştırmacılar, Aspasia’nın Antik Yunan’da toplum içinde ortaya çıkabilmiş tek kadın olduğunu savunur ve Perikles’in söylevlerinin yazımında etkili olmuş olacağını düşünür. Bazı bilimadamları Aspasia’nın iyi ailelerin genç kadınları için bir akademi açtığına ve hatta Sokratik yöntemi bulduğuna inanır. Ancak Northwestern Üniversitesi’nden Klasik Dönem profesörü Robert W. Wallace, "Aspasia’nın Perikles’e nasıl konuşması gerektiğini öğrettiği şakasını, dolayısıyla da usta bir hatip ve düşünür olduğunu tarihsel olarak kabul edemeyiz" diye vurgular. Wallace’a göre Aspasia’ya Platon tarafından biçilen entelektüel rol, bir Antik Yunan komedyasından gelmektedir.] Kagan Aspasia’yı "güzel, bağımsız, parlak bir zekâ sahibi, Yunanistan'ın en iyi beyinleriyle konuşabilecek ve kocasıyla herhangi bir soruyu tartışıp açıklığa kavuşturabilecek" biri olarak tanımlar. Kent Üniversitesi’nde sosyal antropoloji profesörü ve Klasik Dönem uzmanı olan Roger Just, Aspasia’nın istisnai bir kişilik olduğunu ve yalnızca onun varlığının bile, bir erkeğin sosyal ve entelektüel dengi olan her kadının hetaira olmak durumunda kaldığını gösterdiğini söyler.] Düşünür ve ilâhiyatçı Sr. Prudence Allen’a göre Aspasia, kadınların düşünür olma potansiyelini Sappho’nun şâirane ilhamlarından bir adım daha öteye taşımıştır.
 
Jona Lendering’in belirttiği gibi asıl problem Aspasia hakkında bildiklerimizin çoğunun yalnızca varsayımlardan ibaret olmasıdır. Thucydides Aspasia’dan söz etmez, tek kaynağımız, Aspasia’nın tarihsel bir kişilik olup olmadığıyla ilgilenmemiş olan edebiyatçıların ve düşünürlerin güvenilmez tasvirleri ve varsayımlarıdır.] Dolayısıyla Aspasia’nın kişiliğinde birbiriyle çatışan tanımlamalarla karşılaşırız. Aspasia, ya Theano gibi iyi bir eş ya da Thargalia gibi bir fahişedir. Modern biliminsanlarının Aspasia’nın tarihsel gerçekliğiyle ilgili kuşkuculuğunun nedeni de budur.]
 
Wallace’a göre "Aspasia’nın hiçbir tarihsel gerçekliği yoktur ve olamaz.".] Dolayısıyla Iowa Eyalet Üniversitesi’nde Klasik Dönem profesörü Madeleine M. Henry "Aspasia hakkında antik dönemde ortaya çıkan biyografik anekdotlar oldukça renkli, hemen hemen tamamen kanıtlanamaz ve yirminci yüzyılda bile hâlâ hayatta kalmayı başarmıştır" der ve sonuç olarak "[Aspasia’nın] yaşamı için yalnızca çok zayıf ihtimaller bulunur" diye bağlar. Klasik Dönem ve tarih profesörleri Charles W. Fornara ve Loren J. Samons II’ye göre ise "bilebildiğimiz kadarıyla gerçek Aspasia, öykülerde anlatılan karşılığından daha da iyi olmuş olabilir ".
  • Kaynak: Atatürk Üniversitesi Sosyoloji Bölümü 1. Sınıf "Felsefeye Giriş" ve 3. Sınıf "Çağdaş Felsefe Tarihi" Dersi Ders Notları (Ömer YILDIRIM)
 3. İskenderiyeli Hypatia (M.S 350 – 415)
Antik Çağ’ın en meşhur kadın düşünürü İskenderiyeli Hypatia’dır. Filozof, gökbilimci, matematikçidir. İskenderiye’de yaşayan Hypatia felsefe, matematik, geometri ve astronomi eğitimi almıştı. Daha sonra bu alanlarda ders de vermişti.  
 
Bir Pagan olan Hypatia, günümüze kadar ulaşmış olan sayılı kaynaktan biri olan Yunan tarihçi Socrates Scholasticus’un “Historia Ecclesiastica” adlı eserine göre, İskenderiye’nin en önemli iki figürü olan, İskenderiye Valisi Orestes ile İskenderiye piskoposu Cyril arasında anlaşmazlıklara sebebiyet verdiği ve politik işlere karıştığı gerekçesi ile 415 yılında Kıptî Hristiyan bir çete tarafından taşlanarak öldürülmüştür.  Yaşanan bu trajik olay özellikle Aydınlanma Dönemi’nde popülerleştirilerek bir Hypatia efsanesi haline gelmiştir. Kimileri gerçek, kimileri kurgusal nitelikler barındıran bu efsane günümüze kadar ulaşmıştır. İskenderiyeli Hypatia’nın hayatı “Agora” filminde sinemaya da aktarılmıştır. 
 
4. Bingenli Hildegard (1098 – 1179)
Bingenli Hildegard, 1098 yılında soylu bir ailenin çocuğu olarak doğmuştur, hayatının 30 yılını bir kadın hücresinde geçirmiştir. Sonrasında ise rahibelik yemini etmiştir. Almanya’nın Rheinland Bölgesi’nde erkek manastırlarından bağımsız kendi manastırını kurmuştur. Mistitizm akımın önemli temsilcilerinden biri olan Bingenli Hildegard bir azize olmasının yanı sıra 2012 yılında Papa Benedict XVI tarafından “Doctor of the Church” ilan edilmiştir. Bingenli Hildegard’a göre, birçok mistikte de olduğu gibi, Tanrı-insan ve kozmos bir bütündür. Bunu “Scvias” isimli kitabında yazmıştır. Bu eserinin dışında ahlâk üzerine düşüncelerini dile getirdiği “Liber Vintae Meritorum” ve yine insan-kozmos ilişkisini anlattığı “Liber Divinorum Operum” adlı eserleri mevcuttur.
 
5. Magdeburglu Mechthild
Dominikan rahibe ve mistiktir. Hayatıyla ilgili bilgiler çok sınırlıdır. 7 kitap yazmıştır. “The Flowing Light of Divinity” isimli eseri en bilinenidir.
 
6. Sienalı Katharina (1347 – 1380)
Dominikan bir rahibe, skolastik teolog ve filozof olan Sienalı Katharina bir azize olduğu gibi Katolik inancının 6 koruyucu azizinden biridir. Aynı zamanda Papa 2. Jean Paul tarafından “Doctor of the Church” ilan edilmiştir.  “The Dialogue of Divine Providence” isimli yaptında mistik görüşlerini dile getirmiştir.
 
7. Christine de Pizan (Pisan) (1364 – 1430)
Bu dönemdeki bir diğer kadın filozof ise İtalyan – Fransız Christine de Pizan’dır. Pizan genç yaşta dul kalması ile birçok soyluya kâtip olarak hizmet etmiştir.  Düz yazılar ve şiirler kaleme almıştır. Toplamda 30 kitap yazmıştır. “The Book of the City of Ladies” ve “The Treasure of the City of Ladies” isimli yapıtları en önemli çalışmalarıdır.
lk Feministlerden; Christine De Pizan
 
Dünya toplumlarında önemli roller üstlenen kadınlar, tarihin ve hayatın her alanında zorluklarla karşılaşmış insanlardır. Gerek Dinlerde, gerek sosyal toplum ve kültürlerde herzaman sorun kaynağı olarak görülmüş hassas konuların başında gelmişlerdir. Bu haksızlıklara dayanamayan insanlar ise gerek erkek gerek kadın olsun hayatın ve tarihin her döneminde, kadın haklarının önemini dile getirmişlerdir. Bu makalem ile, ilk Feministler olarakda bilinen tarihin unutulmaya bıraktığı bir kaç önemli şahsiyetleri araştırıp yazma gereği duydum.
 
Feminism’i kısaca tanımlamak gerekirse, kadın haklarını önemseyen bir örgütlenme diyebiliriz. Yalnız günümüz düşünürleri Feminism’i tanımlarken onu 3 döneme ayırmışlardır. Bunlar; İlk Feminist Dönem (First Wave of Feminism), ikinci Feminist dalgalanması (The Second Wave of Feminism) ve üçüncü Feminist dalgalanması (Third Wave of Feminism).
 
İlk Feminist dönem Feminism’in ilk ayaklanma dönemi olarak bilinmekte. Genellikle 19. Ve 20. Yüzyılda dünyanın her tarafında görülen bir ayaklanmadır. Bu dönemde en önemli olarak kadınlara seçme ve seçilme hakkının verilmesi vurgulanmaktaydı. Genel olarak 1789 yılında meydana gelen Fransız Devrimi ile beraber Feminism’inde tohumları atılmış oldu. 20.yüzyılın belkide en önemli Feminist’i olan Simone De Beauvoir bir çalışmasında, ‘’ kalemini cinsiyetine karşı kullanan ilk kadın’’ olarak Christine De Pizan’ı görmüştür. Simone’ye ve diğer bir çok tarihçiye göre ilk feministlerden biri İtalyan kadın yazar Christine De Pizan’dır. Pizan, 1364 yılında İtalya’da doğdu. İlk görevi mahkeme görevlisi olarak kayıtlar yazdı. Genel olarak, şiirler yazan yazar, dönemin kadınlarınada tavsiyelerde bulundu. Hayatı boyunca bir çok makale yazan Pizan, en önemli eserlerini 1405 yılında verdi. İlk önemli eseri ‘’Kadınların Şehri (The Book of the city of Ladies) ‘’ ve ‘’Kadın Şehri’nin hazineleri (The Treasure of the city of Ladies)’’ idi. Pizan’ın ilk eseri olan ‘’ Kadınlar’ın Şehri’’nde yazar hayali olarak bir şehir düşünmekte ve bu şehirde yine hayali olan 3 kadın yardımcısı bulunmaktadır. Bu hayali kadınların isimleri ise , Sebep, Namus ve Adalet olarak geçmekteydi. Christine Pizan bu arkadaşlarıyla bir nevi konsensüs oluşturup erkeklerin neden kadınlara karşı zalim, sert olduğunu tartışıp bir çözüm bulmaya çalışır.
 
Bir diğer çalışması olan ‘’Kadın Şehrinin hazineleri’’ çalışmasında. Yazar, kadınların gerek konuşmalarını gereksede hal ve hareketlerini kullanarak insanların arasında barışı sağlamasını istemiştir. Görülduğı gibi tarihin ilk feministlerinden olan Christine De Pizan eserleri bu şekilde kadının toplumdaki rolünü betimlemiştir. Yine diğer ilklerden olan Alman yazar, Cornelius Ağrıppa ve İtalyan yazar Moderata Fonte 16. Yüzyılın önemli Feministlerindendir. Yine Fransız yazar Marie de Gournay ‘’Kadın ve Erkek eşitliği’, ‘’ Kadınların sorunu’’ adli Feminist çalışmalarıyla bilinen 17. yüzyılın önemli şahsiyetlerindendir. Anne Bradstreet, İngiliz Edebiyatı’nın ve tarihinin önde gelen Feministlerinden biriydi. Bunların yanında Mary Wollstönecraft Feminist aktivistleri tarafından bilinen en önemli şahsiyetlerden biridir.
  • Mehmet Sadık Bektaş
  • The University of Opole
  • İntercultural Communication
8. Marguerite Porete (1255 – 1320)
Bu dönemin diğer bir kadın düşünürü Fransa’da yaşayan Marguerite Porete’dir. Mistisizm akımının temsilcilerindendir.  “Yalın Ruhun Aynası” isimli eserinde, ruhun tamamen özgür olması gerektiğini savunmuştur. Bu bakımdan kiliseden ve ruhban sınıftan koparak Tanrı ile bireysel bir ilişki kurulması gerektiğini öne sürmüştür.  Dinî açıdan sapkınlık suçlaması neticesinde, yakılarak öldürülmüştür. 
 
9. Isotta Nogarola (1418 – 1466)
Yazar ve düşünür Isotta Nogarola, Rönesans’ın en ünlü kadın hümanisti, düşünürü ve sanatçısıdır. “Adem ve Havva Üzerine Diyalog” isimli eseri günümüze kadar süregelen cinsiyet kimliği ve kadın doğası tartışmalarının kapısını açmıştır.
 
İtalya’da iyi bir ailede doğan Nogarola, on kardeşten biridir ve yaşadığı hayat İtalyan Rönesansı dönemine tekabül etmiştir. İtalyan rönesansı süresince yani antikçağ kültür geleneğinin “yeniden doğuşu” ile, 14. ve 15. yüzyılda yeni bir kadın tipi “Virago” kültürlü “erkek kadın” tipi ortaya çıkmıştır. Bu dönem, felsefe tarihi bakımından hiçbir yeni sistemin ortaya çıkmadığı bir geçiş dönemi sayılmaktadır. Antikçağın düşünce dağarcığının yeniden doğuşu bu çağın kadın düşmanı düşüncelerinin de değişmeye başlamasına neden olmuştur.
 
Sanat, eğitim ve kültürel zenginliklerin aristokrat ailelere ait olduğu bu dönemde İtalya şehir devletlerine bölünmüş durumdaydı ve en ünlü şehirler Cenova , Floransa ve Venedik’ti. Siyasi alanda kadınlara yer bulunmuyordu ve erkek egemen bir toplum vardı.  Bu dönemde zengin ve aristokrat ailelerin çocukları iyi eğitim almış, Roma ve Antik Yunan eserleri bu eğitimlerde önem arz etmiş ve hümanist eğitim ön plana çıkmıştır.
 
Nogarola, bu dönemde ortaya çıkan bir aydın olarak  okullarda verilen şiir, gramer, retorik, tarih ve ahlak felsefesi derslerini de almış, o zamanların en iyi öğretmenlerinden eğitim almıştır. İlk öğretmenleri hümanist düşünürlerdendir. 
 
Nogarola ve kız kardeşleri; erkeklerin egemen olduğu İtalya’da kamusal hayata katılımın imkansız olmasına rağmen bir kadının alabileceği tüm teorik eğitimleri almışlardır. Isotta Nogarola, latince olarak aldığı eğitiminde yetenekli bir öğrenci olduğunu kanıtlamış ve saygı uyandırmıştır. 
 
Isotta Nogarola, kendi kişisel gelişimine büyük önem vermiş ve hayatı boyunca bilim ve aydınlanma uğruna çalışmış; yalnız bir hayatı tercih ederek hiç evlenmemiştir. Isotta Nogarola 1466 yılında 48 yaşında ölmüştür. 
 
Adem ve Havva Üzerine Diyalog
Rönesans’ın önemli kadın hümanisti, düşünürü ve sanatçısı olan Isotta Nogarola’nın “Adem ve Havva Üzerine Diyalog” isimli eseri günümüze kadar süregelen cinsiyet kimliği ve kadın doğası tartışmalarının başlangıcını oluşturmuştur.
 
Isotta Nogarola, ardılları olan düşünür ve sanatçılar için ilham kaynağı olan önemli bir aydındır. Adem ve Havva Üzerine Diyalog isimli eserinde, Adem ile Havva’nın göreli günahkarlığını bilimsel olarak tartışmış; dogmatizme bilimsel bir isyan gerçekleştirmiş, henüz Avrupa’da aydınlanma fırtınalarının esmediği dönemde erken dönemde ilk entellektüel kadınlardan olmuştur. 
 
Isotta Nogarola : “Eğer teolojinin öğrettiği gibi Havva’nın doğal olarak düşünme gücü ve dayanıklılığı daha azsa; o zaman onun sorumluluğu da daha az olacaktır.”
 
10. Tullia d’Aragona (1510 – 1556)
İyi bir eğitim alan İtalyan filozof Tullia d’Aragona, ünlü “Aşkın Sonsuzluğu Üstüne Diyalog” isimli eserinde Platoncu bir yaklaşım ile sonsuz aşk üzerine düşüncelerini dile getirmiştir. Cadı ve fahişe olduğu gibi suçlamalar ile karşı karşıya kalmıştır.
 
11. Avilalı Teresa (1515 – 1582)
Gençliğinde güzelliği ile tanınan ve Hıristiyanlık’taki en ünlü azizelerden olan Avilalı Teresa mistik bir düşünür ve rahibeydi.
 
12. Marie Le Jars de Gournay (1565 – 1645)
Rönesans dönemini düşünürlerinden Marie Le Jars de Gournay felsefenin yanı sıra fizik, geometri, tarihle de ilgilenmiştir. Montaigne ile tanışması hayatındaki önemli noktalardan biridir. Onunla tanıştıktan sonra düşüncelerini daha özgür biçimde getirme olanağı bulmuştur.  “Erkeklerin ve Kadınların Eşitliği Üzerine” kaleme alır ve bu eserinde erkek ve kadının ruhen eşit olduğunu savunur. Dilin önemi üzerine de dikkat çekici araştırmalar yapmıştır. 
 
13. Mary Astell (1666 – 1731)
Bu dönemin bir diğer kadın filozofu Mary Astell’dir. Mary, bir din adamı olan amcasından aldığı matematik, felsefe dersleri ile kendini geliştirmiş, daha sonra Londra’ya yerleşmiştir.  Düşüncesinde Descartes ve Locke’un etkileri hissedilir. Düşüncelerinde kadın haklarına yönelik ilk nüveler görülür: Kadınların iyi bir eğitim alması ve toplumsal hayata katılım göstermeleri gerektiğini savunur.
 
14. Mary Wollstonecraft (1759 – 1797)
Mary Wollstonecraft, İngiliz yazar, filozof ve kadın hakları savunucusudur. O zamanlar kadınlara açık olan meslek ya da uğraşların hemen hepsine el atmıştır: Zengin kişilere çeşitli gezi ve etkinliklerinde ücret karşılığı refakat etme, mürebbiyelik, öğretmenlik, okul müdireliği, toplumsal eleştiri ve roman yazarlığı gibi birçok uğraşı olmuştur. Fransızca, Almanca ve İtalyanca öğrenen Wollstonecraft genelde tercüme yapmaktaydı. Onu önemli kılan feminizmin ilk sistematik eseri olan “Kadın Haklarının Savunulması”nın yazarı olmasıdır.
 
15. Olympe de Gouges (1748-1793)
Aydınlanma döneminin diğer bir kadın düşünürü Olympe de Gouges’dur. Kadın hakları üzerine ilk kez düşünce üretenlerden biridir. Kilise ve evlilik kurumu üzerine eleştirel düşünceler kaleme almıştır. Toplumsal sorunları gündeme getiren romanlar yazmıştır. “Kadının ve Kadın Yurttaşın Hakları Bildirisi” isimli yapıtında kadın-erkek eşitliğini savunmuştur.  Düşünceleri yüzünden önce tutuklanmış, ardından giyotin ile idam edilmiştir.
 
16. Clara Zetkin (1857 – 1933)
Clara Zetkin Alman Marksist siyaset teorisyeni ve düşünürdür. Kadın hakları savunucusu ve aktivisttir. 1911 yılında “Kadınlar Günü”nü ilk kez düzenleyen kişidir.
 
17. Rosa Luxemburg (1871 – 1919)
Polonya doğumlu Alman marksist politika teorisyeni, filozof ve siyasî aktivist. Düşünür kimliğinin yanında devrimci kimliğiyle de tanınan Luxemburg komünist faaliyetlerinin bedelini trajik biçimde ödemiştir: Ölene kadar dövülmüş ve cesedi nehre atılmıştır…
 
18. Fatma Aliye Hanım (1862 – 1936)
Ve ülkemize gelelim… Fatma Aliye Hanım Türk edebiyatının ilk romancısıdır ve ilk felsefecisi olarak kabul edilmektedir. Tarihçi Ahmed Cevdet Paşa’nın kızıdır. Evde özel hocalar vasıtasıyla iyi bir eğitim almıştır.  Edebi yaşantısı 1889 yılında Georges Ohnet’in “Volonté” adlı romanını “Meram” adıyla çevirmesi ile başladı. Bu romanı “Bir Hanım” imzasıyla yayımlamıştır. 1892 yılında “Muhadarat” adlı ilk romanını kendi adıyla yayımladı. Fikirlerini dile getirdiği başka eserler de kaleme aldı. 
 
Günümüzde kullandığımız 50 TL’nin arka yüzünde onun portresi bulunmaktadır.
 
1862’de İstanbul’da doğdu 1936’da yine İstanbul’da yaşamını yitirdi.İlk kadın romancımız, ilk kadın felsefecimiz, edebiyatımızda ilk kez çeviri yapan, kadın haklarından ve kadın-erkek eşitliğinden ilk kez bahseden, hakkında ilk defa monografi yazılan yazar. Tanzimat döneminin ünlü devlet adamı Ahmed Cevdet Paşa’nın kızı. Babasının konağında özel öğretmenlerden Fransızca, tarih, edebiyat ve felsefe dersleri aldı. Yazmaya Fransızca’dan yaptığı çevirilerle başladı. İlk çevirisi George Ohnet’den Volente. O dönemde edebiyatla uğraşmak kadınlar için hoş karşılanmadığından çevirisi Meram adı ve “Bir Hanım” imzasıyla yayınlandı. Sonraları “Meram Mütercimi” olarak tanındı. Bir çok makalesi “Mütercime-i Meram” adıyla yayınlandı. Nisvân-ı İslâm adlı anı kitabı Fransızca, İngilizce ve Arapça’ya, Udî adlı romanı Fransızca’ya çevrildi. Fatma Aliye Hanım’ın felsefeye merakı gençliğinde başladı. Olayları dikkatle incelemesi, çeşitli ailelerdeki gözlemleri onu felsefeye götürdü. Felsefeye merakı arttıkça daha çok kitap okudu, babası ve arkadaşlarıyla felsefe tartışmalarına girdi. Babasıyla birlikte Aristotales ve Platon ile İbn-i Rüşt ve Gazali’nin felsefelerini karşılaştırdı. 1904’te ilk felsefe tarihini yazdı. Thales’le başlayıp ilk çağ felsefesini anlattığı bu kitabın ikinci bölümünü İslâm Felsefesine ayırdı. Kahramanları kadın olan öyküler ve romanlar yazdı. En önemli eseri sayılan Muhâdarât’ta bir kadının ilk aşkını unutamayacağı tezini çürütmeye çalıştı. Romanlarında zaman zaman toplumsal sorunları ele aldı, felsefeye yer verdi. Udî adlı romanında müziğin felsefe ile ilişkilerine değindi. Bu romanda, babasının etkisiyle müziğe ilgi duyan bir kızın daha sonra hayatını kazanmak amacıyla dersler vermesi anlatılır. Fatma Aliye Hanım, düşünceleri ve yaşam biçimiyle ilk kadın kadın hakları savunucularından. Döneminin toplumsal koşulları gözönüne alındığında düşünceleri ve savunduğu görüşlerin son derece cesur olduğu ortaya çıkar. Kadın-erkek eşitliğine inanan ve savunan Fatma Aliye Hanım, her iki cinsin aynı eğitim olanaklarından yararlanmasını istedi. Çok kadınla evliliğe karşı çıktı. Boşanmada kadınların da söz hakkı olması gerektiğini savundu.
 
Fatma Aliye HanımESERLERİ:
ROMAN:
Hayal ve Hakikat (Ahmet Mithat ile 1891)
Muhâdarât (1891)
Ref’et (1897)
Udi (1899, Fransızca’ya çevrildi)
Enin (1912)
ÇEVİRİ:
Meram (Roman, 1889)
ANI-İNCELEME-MEKTUP:
Nisvan-I Islam (Tefrika, 1891)
Levayih-i Hayat (1897-1898)
Taaddüt-ü Zevcata Zeyl (1898-1899)
Namdaran-ı Zenan-ı İslamiyan (1899-1901)
Ahmet Cevdet Paşa ve Zamanı (1912-1913)
TARİH: 
Kosova Zaferi-Ankara Hezimeti (1912-1913)
FELSEFE:
Teracim-i Felasife (1899-1900)
 
19. Hannah Arendt (1906 – 1975)
Dünyaca ünlü filozof Martin Heidegger’in Marburg Üniversitesi’nde öğrencisi olan Hannah Arendt felsefe eğitimi almasına ve birçok kişinin kendisini filozof olarak görmesine karşın, o kendini “siyaset kuramcısı” olarak görür. Bir Yahudi olan Arendt, Nazilerden kaçarak, ABD’ye yerleşmiştir. Arendt’in çalışmaları otoriterlik, totalitarizm ve kötülük gibi konular üzerinde yoğunlaşır. Ayrıca bir Nazi olan Adolf Eichmann’ın 1960 yılındaki duruşmasındaki gözlemciliği oldukça önemlidir. Eichmann Nazi döneminde Yahudilerin kamplara gönderilişini organize etmiş, bu nedenle son Hannah Arendt (14 Ekim 1906 - 4 Aralık 1975), Alman siyaset bilimcidir. Çoğu kişi tarafında felsefeci olarak da bilinmekle birlikte, kendisi felsefenin "bireyin kendisi"ne dair sorunlarla uğraştığını söyleye?ek bu sıfatı ?eddetmişti?. Siyaset bilimci ola?ak tanımlanmayı istemesinin sebebi çalışmala?ının "tekil ola?ak insana değil, dünyada yaşayan ve dünyayı ka?layan insanlığa" odaklanmış olmasıdı?. A?endt, o zamanla? bağımsız bi? şehi? olan Aşağı Saksonya'nın Linden şeh?inde (şimdiki Hanove?'in bi? pa?çası), seküle? bi? Yahudi ailenin çocuğu ola?ak dünyaya geldi ve Königsbe?g (hay?anı olduğu Immanuel ?ant'ın şeh?i, bugünkü adı ile ?alining?ad) ile Be?lin'de büyüdü.
Ma?tin Heidegge? ile bi?likte Ma?bu?g Ünive?sitesinde felsefe çalışan A?endt'in onunla uzun, fı?tınalı ?omantik bi? ilişkisi oldu. Bu ilişki, Heidegge?'in Nazi sempatisi yüzünden zaman zaman eleşti?ilmişti?. Heidegger'den ayrıldığı dönemlerden birinde Heidelberg'e taşındı ve orada varoluşçu felsefeci ?arl Jaspers'in danışmanlığında Aziz Augustine'in düşüncesinde aşk kavramı üstüne bir tez yazmaya başladı. Arendt'in tez çalışması 1929 yılında yayınlandı ancak 1933 yılında Yahudi olduğu gerekçesi ile gerekli hocalık niteliklerine sahip olmadığı belirtilerek Alman üniversitelerinde ders vermesi engellendi.   Bunun üzerine Paris'e kaçan Arendt orada edebi eleştirmen ve Marxist gizemci Walter Benjamin ile tanışıp onunla dost oldu. Fransa'da kaldığı süre boyunca Yahudi göçmenlere yardım ve destek sağlamaya çalıştı. Ancak Fransa'nın II. Dünya Savaşı sırasında savaş ilan etmesi ve Alman askeri kuvvetlerinin Fransa'nın bazı bölgelerini işgal etmesi sonucunda Yahudilerin toplama kamplarına gönderilmesinden ötürü Fransa'dan da kaçmak zorunda kaldı. 1940 yılında Alman şair ve felsefeci Heinrich Blücher ile evlendi.
 
1941 yılında kocası ve annesi ile birlikte, ona ve yaklaşık 2500 Yahudi göçmene yasadışı vize veren Amerikalı diplomat Hiram Bingham IV yardımı ile ABD'ye kaçan Arendt New York'taki Alman-Yahudi topluluğun aktif bir üyesi oldu ve haftalık Aufbau i?in yazılar yazdı. II. Dünya Savaşı bittikten sonra Heidegger ile ilişkisini sürdürdü ve Almanya'nın Nazilerden arındırılması etkinliklerinde onun lehinde tanıklık etti. 1950 yılında Amerika Birleşik Devletleri'nin doğal vatandaşı ve 1959'da da Princeton Üniversitesi'ndeki ilk tam kadrolu kadın profesör oldu.
1975 yılında, 69 yaşında hayata gözlerini yumduğunda Annandale-on-Hudson, New York'ta kocasının uzun süre ders vermiş olduğu Bard Koleji'nin mezarlığına gömüldü.
 
20. Simone de Beauvoir (1908 – 1986)
Fransız yazar ve filozof. Roman, felsefe politik ve sosyal deneme, biyografi ve otobiyografi yazarı, gazeteci. En önemli eseri 1949’da yazdığı, kadınların gördüğü baskıların bilimsel incelemesini yaptığı ve modern feminizmin temellerini kurduğu “İkinci Cins”(Le Deuxième Sexe) sayılabilir.
 
21. Martha Nussbaum (1947 – )
Yaşayan en önemli kadın filozoflardan olan Martha Craven Nussbaum, Chicago Üniversitesi’nde Hukuk ve Etik Bölümü’nde çalışıyor. Hukuk ve siyaset felsefesi, feminizm, etik ve hayvan hakları çalışma alanları arasında. Chicago Üniversitesi'nde ders veren 1947 doğumlu ünlü bir bayan akademisyen, filozof, klasisist olan Martha Nussbaum; özellikle antik Yunan ve Roma felsefesi, etik ve hukuk alanlarındaki çalışmalarıyla tanınmıştır. Ayrıca Nobel ödüllü ünlü fakirlik düşmanı dahi ekonomist Amartya Sen’le beraber yaptığı çalışmalar da vardır. Aristo’ya özel ilgisi bulunan Nussbaum, ayrıca John Rawls, feminizm ve sosyal demokrasi teorilerinden etkilenmiştir. Kendisinin en ünlü eseri “Aristotelian Social Democracy (Aristocu Sosyal Demokrasi)” adıyla bilinen ve Aristo’dan yola çıkarak Nussbaum’un kendi sosyal demokrasi kuramını oluşturduğu ve “ben liberalim” diyenlere tokat gibi bir cevap verdiği eseridir.
 
22. Judith Butler (1956 – )
Günümüzün en önemli filozoflarından kabul edilen Judith Butler, feminizm, queer kuramı, siyaset felsefesi ve etik alanlarında çalışıyor. Kaliforniya Berkeley Üniversitesi’nde ve European Graduate School’da akademik çalışmalarına devam ediyor.
 
Judith Butler (d. 24 Şubat 1956); feminist felsefe, queer kuramı, siyaset felsefesi ve etik dallarına katkı sağlamış ABD'li postyapısalcı filozof. Kaliforniya Üniversitesi, Berkeley'de Retorik ve Karşılaştırmalı Edebiyat bölümlerinde profesör olmanın yanı sıra European Graduate School'da Hannah Arendt Felsefe Profesörü'dür. Butler 1984'te Yale Üniversitesi'nden, akabinde Arzu Özneleri: Yirminci Yüzyıl Fransa'sında Hegelci Yansımalar adıyla basılan felsefe dalında doktora derecesi aldı.
 
1980'lerin sonuna doğru, farklı öğretim/araştırma merkezleri arasında (en dikkate değer olanı Johns Hopkins University - Humanities Center, İnsanbilimleri Merkezi), feminizmin "önkabullenilmiş terimlerini" sorgulamak için Batılı feminist teorinin içinde "post-yapısalcı" çalışmalarda bulundu.
 
Butler, Türkiye'nin güneydoğu illerinde süregelen sokağa çıkma yasaklarının ve şiddetin bir an önce son bulmasını talep eden akademisyen ve araştırmacılardan oluşan bir inisiyatif olan Barış İçin Akademisyenler inisiyatifinin bildirisine imza atan 1128 akademisyen arasındadır.
 
23. İoanna Kuçuradi (1936 -)
Son olarak ülkemizin felsefe alanında çınarı olan hem de dünyada saygın bir akademisyen olarak tanınan İoanna Kuçuradi ile bu galeriyi noktalayalım. 
 
Prof. Dr. İoanna Kuçuradi Rum kökenli Türk felsefecidir. Kendisi Türkiye Felsefe Kurumu’nun Kurucu Başkanıdır. Aynı zamanda Hacettepe Üniversitesi Felsefe Bölümü’nün kurucusudur. Türkiye İnsan Hakları Vakfı Etik Komitesi Başkanlığı’nı yürütmüştür. Kuçuradi, literatürde yer edinmiş kendine özgü bir etik görüşü geliştirmiştir. Başta etik, insan felsefesi ve insan hakları alanında hem kurumsal çalışmalar yürütmüştür hem de telif ve çeviri birçok eser vermiştir.
 
İstanbul Üniversitesi, Atatürk Üniversitesi, Hacettepe Üniversitesi, Yeditepe Üniversitesi ve son olarak Maltepe Üniversitesi’nde görev almıştır. Hâlihazırda bu üniversitenin Felsefe Bölümü’nde öğretim üyesidir; İnsan Hakları Araştırma ve Uygulama Merkezi’nin Müdürüdür ve ayrıca UNESCO Felsefe ve İnsan Hakları Kürsüsü’nün Başkanıdır.
 
Değer felsefesini temel alan bir yaklaşımın öne çıkmasını sağlayan Kuçuradi, 4 Ekim 1936'da İstanbul’da doğdu. İlköğrenimini İstanbul Merkez Rum Ortaokulu'nda, ortaöğrenimini ise Zapyon Rum Kız Lisesi'nde yaptı. 1954'te girdiği İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü'nden 1959 yılında mezun oldu. Aynı yıl Takiyettin Mengüşoğlu'nun asistanı olarak bu bölümde göreve başladı. Ancak bir yıl sonra görevden ayrıldı. 1965'te hazırladığı "Schopenhauer ve Nietzsche'de İnsan Problemi" adlı çalışma ile doktorasını tamamladı.
 
1965-68 yıllarında Atatürk Üniversitesi Edebiyat Fakültesi'nde Felsefe ve Latince dersleri verdi. 1968'de Hacettepe Üniversitesi Sosyal ve İdari Bilimler Fakültesi Eğitim Bölümü'ne geçti. 1969 yılında yeni kurulan Felsefe Bölümü'nün başkanlığına getirildi. 1970'te "İnsan Felsefesi Bakımından Değer Problemi" adlı teziyle doçent; 1978'de ise "Aristoteles'in Ousia'sı ve Substans Kavramı" adlı çalışmasıyla profesör oldu. Hacettepe Üniversitesi Felsefe Bölümü'nün kuruluşundan bu yana başkanlığını yapmaktadır.
 
İonna Kuçuradi, 1970'li yılların ortalarından itibaren ve özellikle de 1980'lerden sonra felsefenin ne işe yaradığını gösterebilmek için önemli faaliyetlere girişti. 1973 yılında Varna'da gerçekleştirilen XVI. Dünya Felsefe Kongresi'ne ilk kez katıldığı sırada edindiği izlenim sonucunda Türkiye'nin ülke olarak bu kongrelerde temsil edilebilmesi için gereken bir mesleki örgütün kurulması ihtiyacından hareketle 1974 yılı başlarında Ankara'da "Felsefe Kurumu" adıyla kurulan derneğe öncülük etti. Felsefe Kurumu'nun adı 1979'da Bakanlar Kurulu kararıyla "Türkiye Felsefe Kurumu" olarak değiştirildi. Bu değişiklik, aynı yıl içinde kurumun Uluslararası Felsefe Kurumları Federasyonu'na (FISP) üye olmasını sağladı. Türkiye Felsefe Kurumu'nun 1980 yılına kadar genel sekreterliğini yürüten Kuçuradi, o yıl Nusret Hızır'ın ölmesiyle başkanlığa getirildi. 1982'de Uluslararası Felsefe Kurumları Federasyonu'nun yönetim kurulu üyeliğine seçilerek 1988'de genel sekreter oldu. 1998'de ise federasyonun başkanlığına getirildi.
 
Türkiye Felsefe Kurumu, Kuçuradi'nin gerek genel sekreterlik döneminde gerekse bugüne kadar süren başkanlık döneminde, özellikle Hacettepe Felsefe Bölümü'nün öğretim üyelerinin katkı ve çalışmalarıyla yurt içinde hem yayın olarak değerli ürünler vermiş hem de seminerler, konferanslar, paneller, anma toplantıları gibi çeşitli önemli etkinlikler gerçekleştirmiş; yurt dışındaki çeşitli etkinlikler ve kongrelere katılmada da öğretim üyelerine yardıma olmuştur. İoanna Kuçuradi, felsefi antropoloji alanındaki çalışmalarını "yüzyılımız felsefesi antropolojisine bir katkı" olarak değerlendirdiği hocası Takiyettin Mengüşoğlu'nu Hacettepe Üniversitesi Felsefe Bölümü'nde özellikle felsefi etik açısından izlemiş bir felsefeci olarak dikkati çekmektedir. Yalnız hocasının çalışmalarını izlemekle kalmamış; aynı zamanda felsefi bilginin ancak gerçekliğe bakarak üretilebileceği noktasında felsefe anlayışı bakımından da Mengüşoğlu'nun etkisinde kalmıştır.
 
İoanna Kuçuradi'nin "değer" ve "değerler"e olan ilgisi de Mengüşoğlu'nun Nietzsche üzerine verdiği derslerle başlamıştır. "Max Scheler ve Nietzsche'de Trajik" adlı çalışmasında Scheler'den hareketle bir "insan fenomeni", bir "yaşam fenomeni" olarak trajiğin "özü"nü belirlemeye çalışırken, onun "her zaman değerler ya da değer karşılaştırmalarıyla ilgili" olduğunu, "mekanik bir dünyada trajik" olanın ortaya çıkamadığını vurgulayarak trajedinin günlük hayatla olan ayrılmaz ilişkisine değinir. Yaşanan hayatın olup bitmeleri içinde sanatın ve felsefenin bir araya getirildiği bu çalışmasında, bir fenomen olarak insanın trajik durumunu temellendirmeye çalışır. Doktora aşamasında değer felsefesine doğrudan doğruya eğilmeyen Kuçuradi, Mengüşoğlu'nun felsefi antropolojiyi esas alan yaklaşımını Schopenhauer ve Nietzsche'de insan problemini araştırırken de sürdürür. Kuçuradi için daha sonra giderek belirginleşen ve vurgulanan bir görüşe, "moral" ile "etik"i birbirinden ayırma konusuna ilk kez değinmesi itibariyle Schopenhauer'un onun felsefesinde ayrı bir önemi vardır.
 
İoanna Kuçuradi'nin felsefi antropolojiden etiğe doğru yol alan düşünce gelişiminin en önemli basamaklarından biri, aslında doçentlik tezi olan “İnsan ve Değerleri”dir. Her ne kadar tezin adı "İnsan Felsefesi Bakımından Değer Problemi" olsa da felsefi antropoloji burada artık yalnız bir yaklaşım biçimidir. Temel sorun önceki çalışmalarında olduğu gibi bir fenomen olarak insan problemini araştırmak değil, bir fenomen olarak de ğer problemini ortaya koymaktır. Böylece felsefi etiğe giden yolda önemli bir problemi açıklığa kavuşturmak amaçlanır. Ancak Kuçuradi burada da Mengüşoğlu'ndan hareket etmiştir. Mengüşoğlu, “Değişmez Değerler ve Değişen Davranışlar -Felsefi Ethik İçin Kritik Bir Hazırlık-“ adlı eserinde etik fenomenleri antropolojik-ontolojik bir yaklaşımla ortaya koymaya çalışırken, araştırmasını "değişen davranışlar"la değil "değişmez değerler"le temellendirmek isterken, antropolojik-ontolojik bir etik kurma amacındadır. Kuçuradi'nin yaptığı da hocasının bu girişimini daha sınırlı bir alanda, "değer problemi" çerçevesinde gerçekleştirmektir. Onun da vurgusu, değerlerin ve değerlendirmelerin değişmesine karşılık, "değer" in değişmez olduğu üzerinedir.
 
Böylelikle Kuçuradi etik ile ahlâkı birbirinden ayırma amacında oldukça önemli bir mesafe kaydetmiş olur. Öte yandan onun değer problemiyle ilgilenmesinde artık salt felsefi bir kaygı değil, aynı zamanda bugünün fenomenlerini kavrama, "çağı" arılamayı antropolojik bir değer felsefesi çerçevesinde ele alırken bir yandan da yaşanan hayattaki değer problemlerini "aydınlatma" da söz konusudur. Kuçuradi, soyutlamayı esas alan geleneksel etikteki kavram analizi yerine, bugünkü etikte fenomen analizinin değer problemini ortaya koymak bakımından daha uygun bir yaklaşım olduğunu belirtir ve etikle antropoloji arasındaki ilgiyi özellikle vurgular.
 
Değer konusunda antropolojiyi temele aldığı kadar zaman-üsrü ve evrensel olmaya da önem veren Kuçuradi, hareket ettiği Scheler ve bir ölçüde Hartmann'ın ve dolayısıyla da Mengüşoğlu'nun görüşlerinden ayrılarak ahlâk yasasını evrensel bir ölçü olarak alıp "numen"in metafiziğini temellendiren Kant'a yönelir. Fakat Kuçuradi, her çağa özgü niteliklerin değer probleminde dikkatten uzak tutulamayacağını da göz ardı etmez. Hatta bu durumu insan gerçekliğinin değerlendirilmesindeki çağdan çağa değişen insan anlayışlarını işleyen sanat eserlerinden örneklerle açıklar. Ancak yine de çağın insan anlayışının ve buna dayalı olarak yapılan değer biçmelerin "antik" bir temelden yoksunluğunu dikkate almak gerektiğini vurgular. Çünkü Kuçuradi için bütün insanları aşan ama tek tek kişilerin haklarını ve değerini ortaya koyacak bir etiğin kurulması esas amaçtır. Bu amaçla kurulacak bir değer felsefesinin başarabilecekleri can alıcı önemdedir.
 
Kuçuradi'nin eserlerinde karşılaşılan insan-değer-çağ üçlemesi, onun felsefe yolculuğunda oldukça önemli kavramlardır. Öyle ki irdelemelerinde felsefe tarihi bilgisinden çok "çağ"a ilişkin problemleri dile getirmeye çalıştığı, felsefe tarihine ait bilgilere genellikle bugünü anlamak için başvurduğu görülür. Nitekim hazırladığı Hacettepe Felsefe Bölümü'nün lisans programındaki hemen hemen tüm sistematik derslerin tanımında, ilgili felsefe problemlerinin tarih içindeki gelişimi yanında "bugünkü durum"u da vurgulanmaktadır.
 
Gerçekten de Kuçuradi'de felsefeye salt kuramsal bir yaklaşım ya da düşünce cambazlığı gözüyle bakılmaz. Onda "felsefi bilgi"ye dayanarak, "yaşanan hayat"ta "yapılanlar veya olan bitenler ile değerler bilgisi arasındaki aykırılığı" görme anlamında kazanılacak "problem bilinci" aracılığıyla "çağın olayları”nı anlamak, temel hedef olarak belirginleşmektedir. Böylece onun düşünüşünde felsefenin bu hedef adına işe koşulması gibi bir amaçla karşılaşılır. Onun felsefeye sanat felsefesiyle başlayıp felsefi antropoloji ile devam ettikten sonra etikte karar kılmasında bu amacının önemli bir etkisi vardır. Kuçuradi'nin felsefe eğitimi anlayışı da böyle bir felsefe anlayışına dayanır. Bu anlayışta "felsefi bilgi" aracılığıyla "felsefi bakış"ı kazanmak, böylelikle de "çağın olayları"nı ve başta değerlendirmeler olmak üzere her günkü fenomenleri anlamak temel amaç olmaktadır.
 
Başta Goethe Madalyası olmak üzere birçok uluslararası ödülü olan İonna Kuçuradi, 2003 yılında düzenlenen 21. Dünya Felsefe Kongresi’nin Türkiye’de yapılmasına öncülük etti. UNESCO, 21. Dünya Felsefe Kongresi’nin başarılı bir şekilde yapılmasına büyük katkısından ve bu alanda yaptığı bilimsel çalışmalardan dolayı, İoanna Kuçuradi’nin, 2003 Felsefe Ödülü’ne layık görüldüğünü bildirdi.
 
Üye Olduğu Kuruluşlar: 
- Türkiye Felsefe Kurumu (1979dan beri Başkan) 
- Klasikçağ Araştırmaları Kurumu 
- Türk Sosyal Bilimler Derneği 
- Unesco Türkiye Millî Komisyonu, İnsan Bilimleri Komitesi (Mart 1997ye kadar) 
- Alman Kültür Merkezi (Ankara) 
- Fédération Internationale des Sociétés de Philosophie (1983ten beri Yönetim Kurulu Üyesi, 1988-1998 yıllarında Genel Sekreter, Ağustos 1998den beri de Başkan) 
- Afro-Asian Philosophy Association (Asya için Başkan Yardımcısı) 
- Greek Philosophical Society (Ömür boyu üye) 
- Institut international de philosophie (Paris) 
- Humboldt Bursiyerleri Derneği 
- Birleşmiş Milletler Türk Derneği 
- Atatürkçü Düşünce Derneği 
- Türkiye Ekonomik ve Toplumsal Tarih Vakfı 
- T.C. Başbakanlık İnsan Hakları Başmüşavirliği, İnsan Hakları Yüksek Danışma Kurulu (Kurulduğu Ekim 1994ten, kaldırıldığı Mart 1996ya kadar Başkan) 
- International Council for Philosophical Inquiry with Children 
- World Futures Studies Federation 
- International Academy of Humanism 
- Centre de Recherches Interdisciplinaires en Bioéthique (Onursal Komite Üyesi, Brüksel) 
- Türkiye İnsan Hakları Vakfı Etik Komitesi (Başkan) 
- İnsan Hakları Eğitimi On Yılı Ulusal Komitesi (Başkan) 
- v.d.
 
 
Kaynaklar
Felsefe Sözlüğü - Bilim ve Sanat Yayınları
The Independent
Wikipedia
Açık Bilim
Dünyalılar
 
 
Toplam blog
: 7
: 3276
Kayıt tarihi
: 05.11.15
 
 

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Felsefe Bölümü mezunuyum. Uzun yıllar muhabirlik ve edit..