Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

15 Mart '10

 
Kategori
Futbol
 

Fenerbahçe'de Zihniyet Değişimi Olmadan Başarıların Sürekliliği Olmaz

Fenerbahçe'de Zihniyet Değişimi Olmadan Başarıların Sürekliliği Olmaz
 

Fenerbahçe ile ilgili duygusal bağlarımın güçlenmesi, çocukluk zamanlarıma kadar gider. Henüz daha ilkokula yeni başlamıştım ve o yıllarda en çok ilgimizi çeken futbolcu Cemil Turan’dı. Onun gibi olmak için bütün çocuklar türlü hayaller kurardı ve onun gibi gol atabilmek, onun gibi şut çekebilmek ve en nihayetinde onun gibi rakiplerine çalım atabilmek bütün çocuklar gibi benimde hayal dünyamı kaplamıştı. Aradan geçen onca yılın ardından dönüp de o yıllara baktığımda, Cemil Turan’ın benim Fenerbahçe’ye olan ilgimde önemli katkıları olduğunu düşünüyorum. Gerçi o yıllarda, yani 1970’li yılların ikinci yarısında futbol aman aman bir gelişme halinde değildi. Hatırlıyorum da o yılları, İnönü Stadının balçığında oynanan maçlarda göze hoş gelen, estetik yanı güçlü bir şeyler göremiyorduk sahada. Fakat yinede cazip bir şeydi ve bir hayli ilgi çekiciydi o yıllarda futbol. Pazar günleri oynanan lig maçlarını radyodan dinlemenin keyfide bir başka oluyordu. Akşamları ise hepi topu yarım saate sığdırılan bir spor programı içerisinde izlenen goller ve birkaç güzel pozisyon zihnimize yerleşiyordu.

O yıllardada her zamanki gibi başa güreşen takımlar Fenerbahçe, Galatsaray ve Beşiktaş’tı. Lakin aralarına Trabzonspor’da girmişti. Sanki dünya tersine dönercesine, Anadolu’nun Karadeniz kıyılarından bir takım çıkmış, ardı arkası kesilmeksizin İstanbul takımlarına kafa tutuyordu. Büyük başarılar elde etti Trabzonspor ama, ben hiçbir zaman Fenerbahçe sevgisinden kendimi alıkoyamadım.

1980’li yılların ikinci yarısından itibaren stadyuma maçları izlemeye gidiyordum. Hatırımda kalan o deni çok maç olduki, her biri ayrı ayrı birer eğlencenin veya hüznün ta kendisi oluyordu.

Hele hele bir Eskişehir spor maçı varki, hiç unutamam. Rahmetli Yımaz Yücetürk’ün Teknik Direktör olarak takımın başına getirildiği dönemde yaşanmış bir maçtı ve Eskişehirspor İstanbul’da Fenerbahçe’yi pekde öyle yabana atılmayacak bir skorla, 4-0 şeklinde yenmişti. O maçın sonrasında Yılmaz Yücetürk’ün görevine son verildi. Pek tabiki sezon tam bir felaketle sonuçlandı. Takım hiçbir başarı kazanamadan o sezonu bitirdi ve takip eden sezonlarda da sık sık Fenerbahçe benzer sorunları yaşadı.

Guss Hiddink dönemide tam bir fiyasko ile sonuçlanmıştı ve aslında meselenin özü de kendiliğinden ortaya çıkmıştı. Sorun büyük transferler yapmakta değildi, bütün mesele takım ruhu yaratabilmekteydi. Ne varki Fenerbahçe yönetimleri bir türlü bu somut gerçeği kavrayamadılar. Her yıl transferlere akıllara ziyan paralar döktüler ama ortada başarı diyebileceğimiz hemen hemen hiçbir şey yoktu. Arada bir gelen bir şampiyonluk, taraftarı mutlu ediyor ve gerisin geri takip eden sezonlarda aynı hüzünlü akıbetler devam ediyordu.

Fenerbahçe bu sezonda büyük ümitlerle sezona başladı ama gelinen noktada şampiyon olabilme ihtimali bir hayli zayıf hale büründü. Ardı arkası kesilmeksizin kaybedilen puanlar Fenerbahçe’yi zirvenin uzağına attı. “Nedeni neydi bu durumun?” sorusuna verilecek yanıtta belli aslında. Takım ruhu yok. Hele hele bu konuda sabıkası bir hayli tavan yapmış olan Teknik Direktör Daum’un, takım ruhu yaratabilmesi hemen hemen imkânsız gibi görünüyor. Hoş, Daum’un böyle bir derdide yok zaten. Sadece belli bir çizgide, aynı düzeyde oynanan oyunlar sayesinde, ayakları ve zekâsı iş yapan birkaç futbolcunun çabası ile elde edilen puanların neticesinde şampiyonluk ipini göğüsleme telaşında bir Teknik Direktör profili çiziyor Daum. Fenerbahçe bundan sonraki süreçtede puan kaybetmeye devam edecektir. Çünkü Fenerbahçe’de heyecan adına hiçbir şey kalmamış. Son Gençlerbirliği maçı bu hususta somut delillerle dolu. Koca bir doksan dakika süresince tek bir tane bile gol pozisyonuna girememiş bir takımın şampiyon olabilme ihtimali olur mu? Pek tabiki şampiyon olsa bile, o şampiyonluğu hak edilmiş bir şampiyonluk olarak niteleyebilir miyiz?

Fenerbahçe’nin var olan sorunları tarihseldir. Tarihten gelme alışkanlıklar sonrasında inşa edilen takım yapılanması, Fenerbahçe’ye bir hayli zarar veriyor. Günü birlik basit bir takım başarıların adına da bu meanda başarı ismi veriliyor. Bencileyin bu durum koca bir “hayır” dır. Fenerbahçe başarılı değildir. Başarılı olabilmesi için, kurumsallaşmaya doğru hızla evirilen bir yapı inşa edilmişse, aynı şey takımın yapılanması, inşa edilmesi süreci içinde geçerlidir. Anlık alınan kararlarla Teknik Direktör belirlenmesi ve yine anlık kararlar doğrultusunda yapılan transferler, kurumsal hedefleri olan bir takıma yakışmayan tavırlardır.

İstikamet yazılı olarak belirlenir ve o belirlenen istikamete küçük sapmalarla ve günün koşullarının dayatmış olduğu gerçeklikler paralelinde emin adımlarla ulaşılmaya çalışılır.

2009-2010 sezonunun ilk yarısına baktığımızda Fenerbahçe arka arkaya sekiz maç kazanmıştı ve tüm zamanların en başarılı sezon açılışını yaşıyordu Fenerbahçe. Rekor kırmıştı. Aynı Fenerbahçe çok kısa bir zaman dilimi içerisinde adeta çöküşe doğru kulaç attı. Neden? Bu durum nasıl açıklanabilir? Bir takım birden tavan yapan bir durumdan, yerlerde gezen bir duruma doğru nasıl hızla çakılıveriyordu?

Fenerbahçe tipi yapılanmaların çözülmesi son derece kolaydır. Çünkü bu ülkede bir Beşiktaş gerçeği yaşanmıştır ve o Beşiktaş gerçeğini ortaya çıkartan, takımın iskeletini kendi içerisinden, bünyesinden çıkan futbolcularla oluşturmuştu Beşiktaş. Yıllarca o iskelet sayesinde arka arkaya üç sezon şampiyon oldular. Yıllarca ligin tozunu attı Beşiktaş’ın o kadrosu. Benzer bir başarının daha fazlasını Galatasaray’da gördük. Kendi bünyesinden çıkardığı futbolcuların arasına serpiştirdiği kaliteli birkaç transferle UEFA kupasını aldı ve o dönemde dört kez arka arkaya şampiyon oldu. Ne zamanki Beşiktaş ve Galatasaray bu anlayışlarını terk ettiler, işte o zaman bu takımlarda çöküş süreci başladı. Bol transferli sezonlar, ikinci sınıf düzeydeki futbolculara akıtılan milyonlarca dolar ve bozulan mali alt yapı sonrasında koca bir “hiç”’e yapılan eyvallahlar.

Türkiye’de futbol endüstrisinin lokomotifi olan bu üç büyük kulüp, ciddi bir zihniyet değişimine gitmediği sürece başarılı olabilme şansları yoktur. Başarılarının belirleyeni, sadece o dönemdeki jenerasyonun kalitesine bağlıdır. O jenerasyon dağıldığı anda tekrar aynı noktaya gelebilmek için adeta göbek çatlatırcasına transferler yapıyorlar ve yine dönüp dolaşıp kendi bünyesinden çıkardıkları futbolculara kalıyorlar.

Bu blog Canlı Maç Anlatımı sayfamızda da yayınlanmaktadır

 
Toplam blog
: 1509
: 1145
Kayıt tarihi
: 07.08.07
 
 

Yazarım... Okurum... Öğrencilik yıllarımda çok yazdım... Kompozisyon derslerinde yazdım... Duvar ..