Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Nisan '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Ferrocarril / Demiryolu - 2

Ferrocarril / Demiryolu - 2
 

Klasik olacak belki ama; veda etmeyi hiç sevmem, gerçekten sevmem. O kadar çok yerden ve o kadar çok insandan ''gittim'' ki şimdiye kadar, artık bıkmış olma ihtimalim var. Ve fakat mutlaka gerekiyor bir yerde veda, kampanalar çalıp peron telâşlandığında, içinde olduğunuz tren yavaş yavaş hareket ettiğinde ve arkanızda bıraktıklarınız koşar adımlarla bir süre sizi takip edip sonra filmlerdeki gibi geride kaldığında hiç gerekmese de tuhaf bir hüzün basıyor içinizi. Hani; öyle uzak bir yere gitmiyorsunuz, birkaç günlüğüne gidip döneceksiniz alt tarafı ama tren istasyonundan uğurlanırken garip bir şekilde daha zor geliyor insana veda etmek. Niyeyse?...

Tren demek hiç kesilmeyen bir tıkırtı, bir süre sonra alışılan sallantılı ritm ve uzun düdük sesleri demek olduğu kadar biraz da dar-uzun koridorlar demektir. Kilolu kişileri yer yer zorlayabilecek bir darlıktır bu, özellikle yataklı vagonun koridoru, zaten daha geniş olması beklenemez bu koridorun. Normal vagonlarda her iki tarafa dizilmiş yolcu koltukları ortasından geçilir. Yataklı vagonların kendine özgü bir sükûneti, kapalı kompartıman kapıları ardında insanlar olduğunu bilseniz de görünürde bir tenhalığı vardır. Öyle ki; yolculuk başladıktan sonra koridorda kimseyle karşılaşmaz, nezaket icabı hafiften sırıtarak yana dönüp yol verme durumu yaşamazsınız. Kondüktörünüz yolculuğun başında gelip bir ihtiyacınız olup olmadığını sorar, yatağın açılabilmesi için özel kilidi büyük bir anahtarla açar, gerektiği hallerde üzerinde ''eleman'' yazan düğmeye basarak kendisini çağırabileceğinizi söyler ve gider. Sonra koridor kimsesiz kalır, gelen geçen olmaz. Benim gibi hayatın seyircisi yolcular üzerlerinde pijamaları ile ikide bir kafalarını uzatıp sağa sola bakınmazlarsa, koridorun sonundaki tuvaletleri ziyaret edip kompartımanlarına dönerken camdan akan görüntüleri merak ederek bir süre oyalanmazlarsa yataklı vagon koridoru ıssız, içine kapanık ve gayet kendi halindedir...

''Hayatın seyircisi olmak'' demiştim. Ben hayatı tren penceresinden seyrederken beni seyreden biri olsa bir köşeden, eminim ''zavallı, delirmiş olmalı...'' diye geçirirdi içinden. Çünkü; ben gökyüzünde asılı duran aya lâf atan, gecenin ıssız karanlığında geniş ovalarda dolaşmakta olan hayvan siluetleri gördüğünde onlar için yüksek sesle dua eden, sabahın er vaktinde gözüne giren güneş ışığı ile ansızın uyandığında yataktan fırlayıp ortalama bir hızla geçilen tarlalardaki kuzular ve buğday filizleriyle birlikte sabahı kutlayan, hâttâ abartıp sevincinden gözleri yaşaran, o sevinçle pencereyi açıp kurda kuşa, ota böceğe, traktörü üzerindeki köylüye ''heeeeey, günaydıııııın!'' diye bağırmakta bir sakınca görmeyen son derece acaip, anormal biriyim. Normaller genellikle battaniyeyi başlarına çekip uyumayı, pencerenin perdesini dibine kadar indirip uçlarını sıkıştırarak güneş ışığını engellemeyi ve trenin anlattıklarına kulaklarını tıkamayı tercih edenler. Onlar için bu sadece ''sıradan bir yolculuk'', bir an evvel bitmesinden başka ne istenebilir ki? Elinde fotoğraf makinesi durmadan anları yakalamaya uğraşan, küçük kasaba hemzemin geçitlerinde trenin geçmesini bekleyenlere el sallayan, demiryolu kıyısı köy evlerinin bahçelerinde hoplaya zıplaya oynayan köpekleri gördüğünde kendi kendine gülen, henüz yeşermemiş bir tarlada uzun gagası ile toprağı dürterek dolaşan leylekle umutlanıp, üzerinde modern hayata dair her türlü pislik, atık yüzen suyu azalmış derelerle karamsarlaşan gereksiz bir yolcu bu yolculuğun sıradanlığını ne kadar değiştirebilir ki zaten? Hiç...

Kâh ağladım, kâh güldüm 15 saatlik tren yolculuğum sırasında. Ağlamak için de, gülmek için de çok haklı sebeplerim vardı ama bunları burada anlatarak ''normal'' insanları şaşırtmak istemem doğrusu:) Aranızda hiç uzun mesafeli tren yolculuğu yapmamış olanlar varsa bence demiryoluna bir şans verin, deneyin bakalım, ne hissedeceksiniz. Ayrıntılı bilgi www.tcdd.gov.tr adresinde, biletinizi internet üzerinden aldığınızda ek indirimi de var üstelik. Hatları inceleyin, kalkış-varış saatlerine bakın, bulunduğunuz yerde bir tren istasyonu varsa eğer (nereye gittiği öyle çok önemli değil aslında) atlayın bir trene, gidin. Sıkılırsanız bir sonraki istasyonda inersiniz, trenler her yolcuya başka bir hikâye anlatır, belli mi olur, belki siz kendi treninizi ve hikâyenizi seversiniz...

 
Toplam blog
: 23
: 772
Kayıt tarihi
: 24.02.07
 
 

Kendimi olduğum gibi seviyor ve onaylıyorum. "Gibi olmak" bana göre değil. Sevmeye evvelâ kendisinde..