Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Mayıs '07

 
Kategori
Fotoğraf
 

Fethi Sabunsoy'u kaybettik

Fethi Sabunsoy'u kaybettik
 

Bu sayfadaki “Galerilerim” bölümünde “Fethi Sabunsoy’un objektifinden” başlığı altında yer alan fotoğrafları izliyorsunuzdur.

Her biri birbirinden güzel siyah-beyaz fotoğraflar…

Bu güzel fotoğrafları çeken güzel insan Fethi Sabunsoy’u geçtiğimiz günlerde kaybettik. Hani gazete sayfalarından aşina olduğumuz söyleyişle, “amansız hastalık” aldı onu aramızdan.

Adana’da, Türkiye’de ve hatta dünyada Fethi ile ilgili güzel anıları olan o kadar çok insan vardır ki.

Bu güzel insanla ilgili her şey gibi anılar da çok güzel. Hem de çok.

* * *

1980 yılının ekim ayıydı sanırım… Çukurova Üniversitesi Temel Bilimler Fakültesi’nin (YÖK’ten sonra okulun adı Temel bilimler Fakültesi oldu) Fizik Mühendisliği Bölümü’ne başladım. Çok sürmedi, Fethi ile tanıştık. Fethi fakültenin (hatta üniversitenin) video-tv ve fotoğraf sorumlusuydu.

Renkli televizyon yayınlarının başlamadığı, videonun henüz memleketimizde olmadığı o zamanlarda, dekan Prof. Dr. Hakkı Ögelman’ın girişimi ve çabası ile tam donanımlı denebilecek bir stüdyo kurulmuştu. Fethi bu birimin sorumlusuydu. Fakülte ve üniversite için çekimler yapıyor, tanıtıcı filmler hazırlıyordu.

Ama… Fethi deyince ilk akla gelen öncelikle fotoğraftı.

Tam bir fotoğraf aşığıydı Fethi. Hayatını fotoğrafa adamıştı desem yanlış olmaz.

Adana Fotoğraf Amatörleri Derneği (AFAD) üyesiydi.

* * *

Bizden yaşça epey büyük olduğu ve okulun idari personeli olduğu için, konuşurken “Fethi Bey” diye hitap ediyordum ona. Sonra bu “Fethi Abi”ye dönüştü…

Zamanla samimi olduk, arkadaş olduk… Fethi bir gün, “Olum abi deyip durma sen de!..” dedi yarı şaka, yari ciddi… O günden sonra (biraz zorlansam da) “Fethi” diye hitap etmeye başladım.

Samimiyetimiz ilerledi… Kazancılar’da rakı-kebaplı geceler başladı… Aramızdaki yaş farkına rağmen olağanüstü güzel, keyifli, tadına doyulmayan muhabbetimiz vardı.

Kazancılar’daki çalgıcıları çağırıp Orhan Gencebay çaldırırken, “Sen kısa donla gezerken dinliyorduk biz bunları olum!..” der takılırdı her seferinde. Ben de, “Siz pop dinliyordunuz, biz klasik dinliyoruz!..” diye cevap verirdim.

* * *

Fethi ilkokul mezunuydu… Hiç kimseye fark ettirmeden hazırlık yaptı… Dışarıdan ortaokulu ve liseyi bitirdi. Ardından üniversite sınavlarına girdi ve Çukurova Üniversitesi’nin Eğitim Fakültesi’ne kaydını yaptırdı. Bitirdi bu fakülteyi ve öğretim görevlisi olarak Güzel sanatlar Fakültesi’nde ders vermeye başladı.

Hani derler ya, “Başarı öyküsü” diye… Fethi’nin yaşamı, gerçek bir başarı öyküsüydü. Hiç yoktan, dar olanaklar (hatta olanaksızlıklar) içerisinden yaratılmış gerçek bir başarı öyküsü.

* * *

Bazı insanlar vardır… “Kardeşim, bir insan bu kadar da iyi olamaz yani!..” dedirtecek ve insanı şüpheye düşürecek kadar iyidirler. Fethi öyle bir insandı.

Onu çok özleyeceğiz.

Çünkü günümüzde “İyi insan”a rastlamak çok zor.

* * *

Aşağıda Adana Fotoğraf Amatörleri Derneği’nin aylık yayını olan SUNU için Fethi ile yaptığım bir söyleşi yer alıyor. O tarihte açtığı “İstanbul İstanbul” isimli fotoğraf sergisi öncesinde yapmıştık bu söyleşiyi.

İSTANBUL İSTANBUL

- Neden istanbul?

- Sergimi oluşturan bu fotoğrafları çekerken, "İstanbul belgeseli" gibi bir düşüncem yoktu. Her şey kendiliğinden gelişti.1995-1996 yıllarında, geçen yıl yayınlanan fotoğraf albümümün hazırlık çalışmalarına başladım. Bu çalışmalar için, yaklaşık 20 yıl aradan sonra İstanbul'a gidip gelir oldum. Ve her istanbul'a gittiğimde, "Ben bu kenti, neden 20 yıl önce fotoğraflamadım" diye kendime kızdım. Ara Güler'in İstanbul fotoğraflarını her gördüğümde, İstanbul'u fotoğraflama isteğim daha da arttı. İstanbul'da bulunduğum zamanların her anını değerlendirmeye çalıştım. Bu çalışmalar sonucunda, sergide izleyecek olan fotoğraflar ortaya çıktı.

- Peki bu fotoğraflar, İstanbul'u anlatmaya yeterli mi?

- İstanbul'u dünyanın en önemli fotoğraf sanatçıları gelip çalışıyor. Dünyada en çok fotoğrafı çekilen kentlerden biri. Büyülü, gizemli bir kent. Tabii ki bu kenti 50-60 fotoğrafla anlatmak mümkün değil. Hatta, binlerce fotoğrafla bile anlatmak olanaksız.

- Seni, İstanbul'un en çok hangi yanı etkiliyor?

- Öncelikle, tarihi dokusu, mimarisi etkiliyor. Fakat insanlar ve bu insanların yaşam tarzları da günümüz İstanbul'una damgasını vurmuş bulunuyor. Dolayısıyla, insanları bazen üzüntüyle, bazen kızgınlıkla, bazen de şaşkınlıkla gözlemliyorum. Çünkü bu insanların büyük bölümü İstanbul'un gerçek sahipleri değil. Bu nedenle de, sahibi olmadıkları kent için sorumluluk duymayıp, hoyratça kullanıyorlar.

- Peki bu insanlar, yaşamın ve günümüzün gerçeği değil mi?

- Öyle ama bu insanların kıyısından, köşesinden de olsa bu kente sahip çıkmaları gerekiyor. Bu konuda herkese düşen sorumluluklar var.

- Serginin ana temasını hangi konu oluşturuyor? Yani, mimari mi, insan mı, doğal güzellikler mi?

- Ağırlıklı olarak insan. İnsan-mekan ilişkisi, tarihsel doku, çok fazla olmamakla birlikte doğa fotoğrafları da var.

- Bir konuyu fotoğraflamak için, o konu hakkında bilgi sahibi olmak gerekir mi? Eğer gerektiğini düşünüyorsan, çalışmaların öncesinde İstanbul hakkında bilgi sahibi miydin?

- Konu hakkında bilgi sahibi olmak tabii ki yararlı. İstanbul, Türkiye'nin popüler bir kenti olduğu için zaten bilgi sahibiyiz. Ama, çok derinlemesine bir bilgim de yoktu. Beyoğlu, Kadıköy, Eminönü gibi belli başlı semtler dışındaki yerleri bilmiyordum. Bu konuda, bazen kendi kendime, bazen sorarak bazen de İstanbul'da yaşayan arkadaşların yardımı ile çalıştım. Bazı günler 7-8 saat yürüdüğüm oluyordu. Mesela birgün, Cihangir'den çıktım, Karaköy, Galata Köprüsü, Balat, İMÇ, Topkapı Surları, Yenikapı, Kumkapı, Küçük Ayasofya, Ayasofya, Sirkeci'ye geldim. Oradan tekrar Galata Köprüsü-Karaköy güzergahından sırasıyla Dolmabahçe, Ortaköy ve Bebek'e kadar yürüdüm. Bu yürüyüş, yaklaşık 8-9 saat kadar sürdü.

- Bu çalışmaya bir proje çalışması diyebilir miyiz?

- Hayır. Çünkü az önce de söylediğim gibi, bu çalışmaya bir proje çalışması olarak başlamamıştım.

- Peki, proje çalışmaların var mı?

- Var. Şu an isim vermek istemiyorum ama, bir tanesine oldukça yoğunlaştığım ve önem verdiğim proje başta olmak üzere, üzerinde çalıştığım 2-3 proje var. Bunun yanısıra, İstanbul çalışmasında olduğu gibi çalıştığım ve sonradan projelendirdiğim 2 çalışmam var.

- Bu projelerden biten var mı?

- Yeterli düzeye gelen bir projem var. Fakat bu proje üzerindeki çalışmalarım devam etmekte.

- Bu proje, Adana içinde mi? Yoksa, yine Türkiye'nin başka bir kentinde mi?

- Bu çalışmam, sadece Adana değil, hatta Türkiye'nin de dışına taşan bir proje.

- Hangi ülkeler?

- Suriye, İran, Macaristan, Yunanistan ve tabii ki Türkiye. Önümüzdeki aylarda da, Rodos, Bulgaristan ve Gürcistan'da çalışmayı planlıyorum.

- Senin çalışmalarının neredeyse tamamı siyah-beyaz. Neden hep siyah-beyaz? Özel bir nedeni var mı?

- Neredeyse değil... Son 4-5 yıldır sadece siyah-beyaz çekiyorum. Daha önce renkli ve saydam çalışmalarım oldu. Siyah-beyaz fotoğrafın tüm aşamaları benim elimden geçiyor. Kendim çekiyorum, filmi kendim yıkıyorum ve kart baskısını yine kendim yapıyorum. Böylece, bu fotoğraf herşeyi ile bana ait olmuş oluyor. Renkli ve saydamsa ise fotoğraf çekimi dışında, tamamen dışarıya bağımlısınız. Renkli fotoğrafta konu kadar, renk de izleyenler üzerinde etkili. Siyah-beyaz fotoğrafta ise konu ön planda. Konu sizi alıp götürüyor, içine çekiyor; kendi renginizi kendiniz yaratıyorsunuz.

- Az önce, senin fotoğraflarında insanın, daha doğrusu yaşamın öneminden söz ettik. Neden insanların, yaşamın bu kadar içinde olmayı tercih ediyorsun?

- Durağan şeyler beni sıkıyor. İnsan fotoğrafı çekmek çok zor. Fakat, ülkemizin insanlarının çeşitliliği, değişik kültürlerin içiçe olması, benim de bu kültürlerin içinden gelmem ve kendimi yaşadığım andan, ortamdan sorumlu hissetmem nedeni ile her zaman insanların, yaşamın içinde olmayı yeğledim. Bundan sonra da bu tavrımın değişeceğini sanmıyorum. İnsanları, çevremi çok iyi gözlemliyorum. Zaten iyi bir gözlemci olmayan, iyi bir fotoğrafçı da olamaz. Benim de en büyük avantajım iyi bir gözlemci olmam, iyi bir göze sahip olmam. Bunun için de insan fotoğrafını çok rahat çekiyorum.

- Keşke fotoğrafını çekebilseydim dediğin bir konu ya da an oldu mu?

- 12 Eylül öncesi dönemi belgelemek isterdim. O zaman, birçok olaya tanık olmama, her zaman makina ile gezmeme rağmen çekemedim. Koşullar izin vermedi bir türlü. Bazen korktum, bazen dehşete düştüm, bazen fırsat olmadı, bazen de tembellik yaptım. Ama o dönemi her anı ile belgelemek isterdim.

- Peki eski Adana? Adana'nın en çok hangi yıllarını fotoğraflamak isterdin?

- 60'lı yılları fotoğraflamak isterdim ama 70'li yıllardan sonra fotoğraflayacak durumdaydım. Fotoğraflayamadığıma üzüldüğüm çok yer var. Örneğin, Atatürk Caddesi, eski Gazipaşa Bulvarı'ndaki Öğretmen Evleri, Kızılay Caddesi'nin eski hali, Abidinpaşa Caddesi'nin eski hali, Kuruköprü, şimdiki Çetinkaya'nın yerinde Yüksekkahve vardı, orası... Küçüksaat'in çevresindeki arasta; ayakkabıcılar, kuyumcular... Çekmek istediğim o kadar çok şey var ki!.. Mesela, şeyi çok çekmek isterdim; at arabasının üzerine yüklenip gezdirilen yazlık sinema afişleri olurdu. Sırtsırta konmuş iki büyük tahta üzerine yapıştırılan bu afişler, teneke bir megafonla bağırılarak mahalle mahalle dolaştırılırdı. O görüntüleri fotoğraflamayı çok isterdim.

- Adana'da belli bir düzeye gelen sanatçıların çoğu İstanbul'a gider. Orayı, suyun gözü olarak görürler. Sen neden İstanbul'a gitmedin?

- İstanbul'da çalışmak gerçekten zor. Benim işim buradaydı. Hala da burada çalışıyorum. Öte yandan, beni besleyen kaynaklar bu bölgede. Benim tarzımda fotoğraf çeken bir insanın İstanbul'a gitmesi şart değil. Eğer iyi işler yapabiliyorsan, sadece İstanbul değil, tüm dünyaya kendini duyurmak mümkün. Örneğin, ben İstanbul'da değilim ama, İstanbul'daki ve Türkiye'deki fotoğraf çevresi beni tanır. Fotoğraf albümüm İstanbul'da yayınlandı; Almanya'da bir sergi açtım; yine Almanya'da bir fotoğraf grubumuz var; 11 fotoğrafım Macaristan Fotoğraf Müzesi'ne alındı. Bu örnekler çoğaltılabilir. Yani, iyi fotoğraflar üreten bir fotoğrafçı için coğrafyanın çok fazla önemi yok.

- Adana'da fotoğraf üreten arkadaşlarımızı nasıl buluyorsun?

- Adana'da çok iyi fotoğraf üreten arkadaşlarımız var. Bir çoğu bırakın Türkiye'yi, dünya çapında fotoğrafçı olacak düzeyde. Fakat, rahat davranıyorlar; işlerini ciddiye almıyorlar. Çoğu da, haftasonu fotoğrafçılığı düzeyinde kalıyor. "Pazar günü biryerlere gidelim, fotoğraf çekelim" anlayışı hakim. Fotoğraf, öyle bir sanat ki, rehaveti kaldırmıyor. Çok fazla emek istiyor. Çok fazla üretim gerekiyor. Bazen öyle durumlar oluyor ki, çok fazla bilgi bile yetmeyebiliyor. İşin bir başka yanı, özellikle siyah-beyaz çalışan fotoğrafçıların, karanlık odayı çok iyi bilmesi gerektiğini düşünüyorum. Fotoğrafı çekenle, karta basan aynı kişi olmalı.

- AFAD üyesi olarak, yaklaşık 20 yıldır fotoğraf üretiyorsun. Derneklerin fotoğraf üretenlere katkısı konusunda birşeyler söylemek ister misin?

- Özellikle, fotoğrafa yeni başlayanlar için bir fotoğraf kurumunda bulunmaları, faaliyet göstermeleri faydalı olur. Böylece, birçok şeyi daha kısa sürede öğrenip, uygulama olanakları olur.

- Son olarak söylemek istediğin bir şeyler var mı?

- Bu serginin oluşmasında büyük emeği geçen, serginin teknik altyapısına, tanıtımına sponsor olan arkadaşım, AFAD'ın Yönetim Kurulu üyesi Süleyman Eşli'ye çok teşekkür ediyorum.

- Biz de, SUNU'nun bu yeni formatındaki ilk sayısına konuk olduğun için sana teşekkür ediyoruz.


(Mustafa Öncül - Ocak 2002)

>> Fethi Sabunsoy'un fotoğrafları için, www.fethisabunsoy.net

 
Toplam blog
: 118
: 1658
Kayıt tarihi
: 20.06.06
 
 

70'li yılların sonlarına doğru (1977 veya 1978... Belki de 1979...) tüm zamanların efsane dergisi..