Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Ekim '08

 
Kategori
Gezi - Tatil
 

Fethiye notları - 2

Fethiye notları - 2
 

fethiye günbatımı


FETHİYE Çalış'ta, Sunset Beach Club'deyiz; burası yaz ortasında hizmete giren, çoğunluğu Rus ve İngilizler'in mülkiyetinde bir tesis. Yan yana dizili villalardan oluşan, her villanın kendi özel havuzu olan, ayrıca ortak kullanılan havuzların, restoranın, marketin, barın, kapalı havuzun, fitness salonunun falan bulunduğu sitede Coral-4 evinde konaklıyoruz.

Evin sahibi Rus bir bayanmış; site yönetiminden dileği, dönem dönem kiraya verdikleri evde sigara içilmemesiymiş.. Bir gün içmedim, iki gün içmedim, sonra dayanamadım, çaktırmadan tüttürdüm.. hem sonra evde kamera falan da yok ki, nereden bilecekler sigara içtiğimi? Bir hafta - on gün fazladan kalsak, perdelere sinen kokudan anlarlar ama, biz beş gün kaldık hepi topu.

İnsan sayfiyede erken düşüyor günün içine; bizim burada erken de kalksan her yanın ağrıyor, öğleden sonra ancak afyon patlıyor.. Orada afyonu patlatmış halde uyanıyorsunuz; çoğu sabah yedide, yedibuçukta fırladım yataktan.

Gittiğimizin ikinci günü sabah, kapının önünde bir adamı pandomim yaparken buldum.. Dışarıya çıkıp baktım ki, adam bizim oğlana laf anlatmaya çalışıyor.. "Hayırdır, n'oluyor" diye sordum; bizim oğlan, "ne bileyim, garip garip hareketler yapıyor, ne dediği anlaşılmıyor" dedi. "N'oldu beyamca, hayırdır" diye ses ettim; lagır lugur bir şeyler anlattı.. Meğer İngilizmiş!

O sabah, siteye yakın bir yerde su borusu patlamış, sular akmıyor.. Görevlilerden öğrenmiştim.. Beyamca da benden öğrenmek istiyor, suların neden akmadığını.. Ama karşısındakiler duvar; anadili var, başka bir şey yok; tın tın... O'nun da Türkçe'si yok; tarzanca anlatmaya çalışıyoruz artık.. Şimdi ben, "şu mevkide su borusu patlamış, o yüzden sular kesilmiş, görevliler öyle dedi, öğlene kadar gelecekmiş, sen de öğlene kadar helâya girmeyiver" türü bir cümleyi nasıl kurayım da, aksanına, şivesine bakmadan adama deyivereyim?.. Sekiz sene İngilizce okuduk mektepte ama, sınıf geçmek içindi, dil öğrenmek için değil.

Anlaşamayınca, kestirip attım: "No water, no water..."

Kel kafalı, tombalak göbekli, kısa boylu, sıska bacaklı İngiliz beyamca, göbeğini hoplata hoplata güldü; "No water, yeah; no water; keh keh keeeeh..."

Sonra bizim oğlana dönüp çıkıştım: "Hani senin İngilizcen süperdi, hani sınıfta en iyilerden biriydin, n'oldu leeyn, niye ses etmedin adama?"

Bizimki anlıyormuş ama konuşamıyormuş!..

***

SU akmayınca, ne elimizi yüzümüzü yıkayabildik, ne helâya girebildik.. Kahvaltı hazırlamak da mümkün değil.. Apar topar çıktık evden, çarşıya seyirttik. Liman'da, uzaktan kafeterya gibi görünen süslü bir yapı gördük; herhalde kafeteryadır, kahvaltı yapılabilir diye düşündük.. Girdik içeri; meğer kebapçıymış orası.. Ama bayramın birinci günündeyiz, kapıya gelen çevrilmez, ya şeker tutarsın, ya kolonya serpersin; küçük de olsa bir ikramda bulunursun yani.. Onlar da geri çevirmediler; mükemmel bir kahvaltı sofrası hazırladılar bize; karpuz bile kestiler!

Garson, "size Türk kahvaltısı hazırlayayım" dedi.. Sordum: "Gâvurlarınki farklı mı oluyor?.. Niye Türk kahvaltısı diyorsun?.."

Ballı, reçelli, tereyağlı, peynirli, yumurtalı, zeytinli, domatesli, biberli bir kahvaltı sofrası bize mahsus; gâvur dediğin iki lokma bir şeyler tıkınıp işi bitiriyor; biz maşallah öğleni ediyoruz kahvaltı sofrasında.

Gerçekten de öyle; sitedeki yabancı komşular pürdikkat bizi izliyordu her sabah.. Verandadaki masaya sofra kurarken kan ter içinde kalıyoruz her sabah.. Bir mutfağa, bir masaya.. Getir götür.. Adamlar iki dakika masaya oturuyor, şuncacık omlet parçasıyla meyve suyunu gübürdetip görevi tamamlıyor.. Herhalde, "bunlar kendilerine eziyet etmekten zevk alıyorlar" demişlerdir bizim için.

Yıldızı bol, herşey dahil otellerden de bilirsiniz; açık büfeye daldık mı, envai çeşit yiyeceği tabaklarımıza silme doldururuz biz; aç bırakacaklarmış gibi geberesiye yeriz.. Gâvur, kuş boku kadar bir şey alır tabağına, karnını doyurur... Gâvur işte!..

***

ŞİMDİKİ durağımız Gemile Koyu. Aslında Gemiler Koyu da deniyor, ama tabelalarda 'Gemile' yazıyor hep. "Neden Gemile" diye sordum kendi kendime; ve yine kendi kendime şu yanıtı verdim: Bizim Ege insanı kırık şiveyle konuşurken bazı harfleri yutar; Balıkesir'de de böyle konuşuruz kendi aramızda. Örneğin, "akşama Ayşe teyzele bize gelcek" gibi.

Muğlalı, Fethiyeli milleti de, 'Gemiler'i söylerken, 'Gemileee' dediğinden olsa gerek, koyun adı Gemile kalmış. Bu benim tezim tabi, ayrıca "bu isim nereden geliyor" diye de kimselere sormadım.

Gemile Koyu'na, Kayaköy'den sonra, yukarılara tırmanan yoldan, yemyeşil ormanların içinden geçerek ulaşıyorsunuz. Güzergahtaki köylerin sakinliği de insanı fena halde dinlendiriyor. Koyu gördüğünüzde ise kendinizden geçiyorsunuz; harika bir yer.. Hali hazırda birinci derece sit alanı.. Karşıda Gemiler Adası duruyor; bir koyu, bir denizin rengini, bir de adayı seyrediyorsunuz peş peşe kendinizden geçiyorsunuz. Orada Kayaköy Muhtarlığı'nın işlettiği bir kır gazinosu da var; ortam son derece doğal.. O manzarayı izlerken çay içmek oldukça keyifli; ayrıca "manzara satıyoruz" diye çaya üç beş kat fiyat gazlamıyorlar.

Öyle bir manzaranın tadı, öğle saatindeyse, 'öğle rakısı' ile, akşam saatiyse eğer, tabi ki akşam rakısıyla çıkar... "İçmeyenler ne yapacak" diye sormayın, içen içer, içmeyen içmez, bana ne.. İlle de sorarsanız, "için, açılın" derim... Tabi ben çay içtim, rakı değil.. Öğle rakısı adetim yok; büyük ustaların "güneş batmadan başlama" öğretisiyle büyüdüm...

Amma da uzattık bu rakı faslını.. 'Şeker Bayramı' ifadesine tahammül edemeyenlerin pıtırak gibi çoğaldığı bugünlerde, cümle içinde geçen 'rakı' sözcüğü adam marizleme nedeni olabilir; dikkat etmek lazım!

***

GEMİLE Koyu'nda millet sere serpe uzanmış denize giriyor.. Pahalı yatların, son model teknelerin cirit attığı bir mıntıka.. Onlar tekneden bize, biz kıyıdan onlara bakıyoruz karşılıklı. Tabi onlar değil, biz onların bulunduğu ortama imreniyoruz.

Karşıdaki Gemiler Adası'nın eski adı, St. Nikolas'mış; Bizans döneminden kalma kalıntılar falan varmış adada.. Kıyıdan bakınca görünmüyor tabi, gitmek lazım. Biz gidemedik; bir dahaki sefere artık.

Koy kadar, ormanlık alan da muhteşem.. Yemyeşil çam ormanlarının kokusu ciğerlerinize doldukça, yaşamın anlamına daha iyi vakıf oluyorsunuz.

***

DÜNYADA gün batımının en güzel fotoğraflandığı yerlerden biriymiş, Fethiye'nin Çalış plajı.. Eh, biz de oradayız işte.. Akşam saatinde verandaya kurulup makinamı ayar ettim, güneş batana kadar deklanşöre bastım.. Harika fotoğraflar çektim, tabi bana göre harika; sanat fotoğrafçıları görse mutlaka bir kulp bulur, eleştirir. Sayfa siyah beyaz olduğundan o fotoğraflardan bir ikisini burada yayımlamamın anlamı yok; gazeteye gelirseniz gösteririm.

Ama gerçekten de çok gün batımı gördüm, çok fotoğraf çektim, Çalış'taki gün batımı gibisini görmedim.. Hele de sörfçüleri denk getirdiğim kareler var ki, kendimle gurur duyuyorum yani...

Ertesi sabah bizim kızla plaja indik ikimiz.. Denize girmeyeceğiz, dalga çok.. Taş kaydıracağız beraber.. Plaja oturup denizi seyrettik biraz, sonra taş attık bol bol.. Bir an nal sesleri geldi uzaktan.. Başımı sola çevirmemle, bizim kızı tutup kenara attığım bir oldu.. Onlarca atlı üstümüze üstümüze geliyor!

Meğer turist milletinin buradaki yeni keyfi, binicilikmiş.. Dağı bayırı beygir sırtında dolaşmak yetmemiş, plaja da inmişler... Adamlar yaşattırıyor bizim memlekette.. Dört çarpı dörtlerle dağ yolculuğu onlarda, beygir sırtında tepeleri aşıp koylara ulaşmak onlarda, paraşütle su kayağı yapmak onlarda.. Hele de Ölüdeniz tarafındaki yamaç paraşütçüleri... Adamlar tepelere çıkıp bırakıyor kendini aşağıya; sonra ağır ağır, süzüle süzüle iniyorlar.. Adrenalin tutkusu bambaşka bir şey; ne ki ben de öyle tutkular yok, fena halde korkarım.

 
Toplam blog
: 17
: 1020
Kayıt tarihi
: 02.04.08
 
 

Şehr-i Balıkesir'de mevkutesel işlerle iştigal ediyorum; yirmi küsur yıldır yazıp çiziyorum... Yaz, ..