Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

20 Şubat '12

 
Kategori
Sinema
 

Fetih 1453, İmdaat 2012 !

Fetih 1453, İmdaat 2012 !
 

Aslında niyetimiz cumartesi gitmekti; ama benim ekip moddan düşünce -pazar için biletlerimizi alıp- dağıldık! Ben de önce latte'mi içtim ve sütçünün çocuklarıyla şakalaştım, anne-babalarına suni gülücükler attım sonra da Hayyam Pasajı'na gidip fotoğraf dünyasına daldım.

Ben Osmanlı'nın gücüne hayran bir insanım. En güçlü dönemimizi de -şimdilerde TV'de Muhteşem Yüzyıl adlı dizide izlediğimiz- Kanuni Sultan Süleyman'ın 46 yıllık iktidarı süresince yaşamışız. O güç devam etseydi ve biz bugün İngiltere gibi, Üniter Parlamenter Anayasal Monarşi ile idare ediliyor ve Sultan Süleyman devrindeki Osmanlı sınırlarını koruyor olsaydık ne olurdu acaba!! Günümüzde Arap ülkelerindeki isyanlar sırasında Osmanlı bayrakları açılması düşündürücü değil mi?

Elbette ki İstanbul'un fethi Osmanlı İmparatorluğu'nun güzide başarılarındandır. Orta Çağ'ın ve 1100 yıllık Bizans İmparatorluğu'nun sonu olmuştur. Günümüzde yirmi yaşındaki delikanlılar kız peşinde koşarken aynı yaştaki Sultan II. Mehmed, Doğu İmparatorluğu'nun başkenti Konstantinopolis'i inanılmaz akıl oyunlarıyla fethetmiş, Fatih ünvanını almıştır. Bu fetihle Devlet-i Âliyye-i Osmâniyye'nin adı Osmanlı İmparatorluğu, 1930 yılına kadar Konstantinopolis ya da Konstantîniyye adları resmen kullanılmaya devam edilecek olan İstanbul da Osmanlı İmparatorluğu'nun payitahtı-başkenti olmuştur.
 
İşte, bu heyecanla girdik filme!
 
Film 672 yılında Hz Muhammed'in (s.a.v.) evinde başlıyor. Hz Peygamberimiz bir hadisinde İstanbul'un bir gün kesinlikle fethedileceği müjdesini veriyor; ama bunu kimin başaracağını söylemiyor. Şu sözlerin güzelliğine bakar mısınız;
 
Konstantîniyye elbet bir gün feth olunacaktır. Onu fetheden kumandan ne güzel kumandan, onun askeri ne güzel askerdir.
 
Sultan Mehmed'in İstanbul'u alma arzusu da şu sözleriyle vurgulanıyor: Biz Peygamber müjdesini gerçekleştirmeye geldik. Her halükârda kan dökülecek. Mesele; şehit olmak için mi, murdar olmak için mi döküldüğündedir. Ya ben İstanbul'u alırım ya da İstanbul beni.

Elbette ki kendi tarihimizi ve de filmi detaylıca anlatmayayım sizlere; ama dikkatimi çeken noktaları da yorumlayayım.
 
- Filmin yirminci dakikasında sıkılmaya başladım! Okul piyesi gibiydi. Senaryo resmen koşuyor, takip etmek olanaksız. Bir konu işlenmeye başlıyor, iki dakika sonra öylecene bırakılıp başka bir konuya geçiliyor! Tarihi bilenler için şaşkınlıklar silsilesi. Diyaloglar da çok amatörce.
 
- Oyuncu kadrosu çoğunlukla tanınmamış sanatçılar. Tanınan yüzler de TV dizilerinde ufak roller almış sanatçılar. Fatih Sultan Mehmed rolünü üstlenen Devrim Evin -gerçekte uzun boylu, adaleli ve kuvvetli bir padişah olan- Sultan Mehmed'in heybetli görünümünden çok uzak. Sanki burnunu da Fatih'in kartal burnuna benzetmeye çalışmışlar! Aşk-ı Memnu'nun Hilmi Bey'i Recep Aktuğ mor çizmeli XI. Konstantin Palaiologos rolünde biraz komik kaçmış! Sanatçı her rolü oynayabilmeli de her rol verilmeli mi? Kadir İnanır'dan Sümbül Ağa, Orhan Gencebay'dan Gül Ağa olur mu!!
 
- Film daha çok belgesel tadında! Gerçi senaryo vasat ve senarist de tarihi kendince yeniden kurgulamış ama...
 
- Savaş sahneleri tek kelimeyle muhteşem! 300 Spartalı ve Truva'yı aratmayacak sahneler var. Bravo!! Ama keşke savaş öncesi yapılan planlar ve savaş taktikleri de anlatılsaydı. Kendimizi bir anda kılıç-kalkan seslerinin arasında bulduk!
 
- Sultan Mehmed'in sarığı Sultan Süleyman'ın ihtişamlı kavuklarına göre çok mütevazıydı. Hatta, çoğu sahnede vezirlerininkiyle aynı büyüklükteydi. Aslında o sarığın padişahın kefen bezi olduğunu biliyor muydunuz? Düşünsenize, bir cihan padişahı ömrü boyunca kefenini başında taşıyor!
 
- Günlük giysiler zırhlı savaş giysileri kadar başarılı değil. Eskitilmemişler, yepyeni görünüyorlar.
 
- Takma sakal-bıyıklar çok belli oluyor!
 
- Tarihte Konstantinopolis bir imparatorluk başkenti değil de adeta dini bir merkezdi. Hristiyan dünyasının İslama karşı son kalesiydi ve kaybedilmemeliydi. Rum Ortodoks Kilisesi Katolik Kilisesi'ne boyun eğmediği için de Avrupa'nın desteği gecikiyordu. Grandük Lukas Notaras, Konstantinopolis'te kardinal külahı görmektense, Türk sarığı görmeye razıyım diyordu. Ama Sultan Mehmed'in bunaltıcı kuşatması karşısında Ortodokslar Katoliklere boyun eğdi ve güya Macar ordusu da Bizans'a yardım için yola çıktı. Sultan Mehmed'in fetih sonrasında patriği ekümenik ilan ettiği yönünde bir rivayet varsa da aslında patriğe etnarj-millet başı sıfatını uygun gördü. Biliyoruz ki bugün de Fener Rum Patrikhanesi Balat'ta -Vatikan gibi- ekümen bir devlet olabilme hayali kurmaktadır. Keşke filmde fetih sonrası Sultan Mehmed ile Patrik Gennadios arasındaki görüşmeler de yer alsaydı. Böylesine önemli bir konu es geçilmiş ya da aman bulaşmayalım denmiş!
 
- Notaras, Sultan Mehmed için "Henüz çok genç olabilir; ama o, Deccal'in ta kendisidir." tanımlaması yapıyor!
 
- Hoca Akşemseddîn'in Sultan Mehmed'e şu sözü ne kadar güzel: En sert rüzgârlar yüksek dağlarda eser.
 
- Ulubatlı Hasan rolündeki İbrahim Çelikkol çok başarılı. Filmin başlarında Sultan Mehmed'le kılıç düellosu ve Osmanlı Sancağı'nı -vücudunda oklarla- Bizans surlarına dikişi oldukça görkemliydi.
 
- Ulubatlı Hasan'ın aşkı -Urban Usta'nın manevi kızı- Era'nın Ulubatlı Hasan surlarda can verirken ona bakarak gebeyim mesajı verircesine karnını okşaması çok komik ve amatörceydi.
 
- Sultan Mehmed'in eşlerinden Gül-Bahar Hatûn ve üvey oğlu Bayezid bir göründü bir yok oldu!
 
- Boğaz'ın kontrolünü sağlamak için beş ayda inşa edilen Rumeli Hisarı'nın harcına deve kuşu yumurtası kırılması atlanmamış önemli bir detaydı.
 
- Kadırgaların karadan Haliç'e çekilmesi görsel olarak başarılıydı; ama daha uzun işlenmeliydi. Sultan Mehmed vezirleri ve paşalarıyla ters düşmüştü. Bu kararın öncesi daha detaylı anlatılsa fena mı olurdu. Hoca Akşemseddîn Sultan Mehmed'e yürü koçum sen yaparsın diyor, bir bakıyoruz kadırgalar karada! Osmanlı tarihinin en mucizevi başarısı böyle basit bir gaza getirmeyle mi kazanılmış !!
 
- Tarihte Akşemseddîn kösedir; ama filmde gür beyaz sakallı-bıyıklı !
 
- Senaryoda dini değerler ön planda tutulmuş. Sultan Mehmed'in babasına lâyık olma çabaları; vahiy gibi rüyalar gören, imanlı bir sultan portresi çizmesinin askeri dehasının önünde işlenmesi de hep günümüze uygun gişe başarısını hedeflemiş ticari taktikler.
 
- Devrinin en büyük ulemalarından olan Sultan Mehmed'in tasarımı 18 ton ağırlığındaki bronz Şâhî Topu çok etkileyiciydi. Granit güllesinin 700 kilo olduğuna inanabiliyor musunuz! O sahnelerle ilgili tespitim: Filmde topu çeken 2 çift manda görülüyor. Oysa tarihte elli çift manda Edirne'den İstanbul'a iki ayda çekmiştir. 
 
- Muhteşem Yüzyıl'da bir türlü göremediğimiz lağımcıları da nihayet gördük. O bölümlerin hikayesi filmin en beğendiğim sahnelerindendi.
 
- Meryem Ana tasviri halka güç vermesi için Konstantinopolis sokaklarında dolaştırılmaya başlandı ancak bir süre sonra yüz üstü yere düştü. O sırada sağanak yağmur başladı ve fırtına çıktı. Halk da Meryem Ana'nın artık onları korumadığına ve Osmanlılardan yana olduğuna inandı.
 
- Fetih sonrasında Sultan Mehmed'in, Konstantin Palaiologos'un cesedi etrafında toplanan komutanlarına, imparatorunuzu kendi dini vecibelerinize uygun olarak gömebilirsiniz demesi anlamlıydı.
 
- Büyük Taarruz öncesi korkuyla Ayasofya Katedrali'ne sığınan halk, Osmanlı'nın şehri yağmalayacağını, onları kılıçtan geçireceğini düşünüyordu. Sultan Mehmed şehre girince doğruca Ayasofya'ya gitti ve korkudan titreyen halka: Korkmayın! Ben Sultan Mehmed, hepinize söylüyorum ki ne hürriyetlerinize ne de hayatlarınıza müdahale edilmeyecektir. Kimsenin malı yağmalanmayacak, kimseye zulmedilmeyecektir. Hiç kimse dini inanışlarından dolayı cezalandırılmayacaktır dedi. Bu sözlerden sonra halkın yüzüne bir gülümseme yerleşti ki sormayın gitsin! Ağızlar kulaklardaydı. Ön sıralarda duran bir amcanın kardan beyaz protez dişleri göz kamaştırıyordu! Sultan Mehmed bir de kucağına kız çocuğu aldı. Kızcağıza çok gül demişler, o da çok gülüyordu! Mehmed Amca'sı da savaştan değil de saraydan geliyormuşçasına dingin ve neşeliydi. Fethin en önemli anlarından biri olan bu sahnede sevinç nidaları, gülüşmeler ve hareketler son derece abartılı ve yapmacıktı.
 
- Bizim izlediğimiz salonda film başlamadan önce ve arada toplam 50 dk reklam verildi. Kaçacak yer yok! Ben de telefonumun ayarlarını gözden geçirdim, maillerime cevap verdim, gazete okudum!
 
- Oskarlı filmlerde bomboş olan salonun bu kez dolu olması hoşuma gitti.
 
- En enteresanı ise yanımızda iki de Rus seyirci olmasıydı. Türkçe bilmiyorlardı; ama filmi heyecanla izliyorlardı. Medyadan takip ettiğim kadarıyla Rusya'da Muhteşem Yüzyıl adlı diziye de büyük ilgi varmış.
 
- Türk Sineması’nın en pahalı -ve bence kötü senaryolu- yapımı olan Fetih 1453'ün 17 milyon dolarlık bütçesinin 12 milyon doları sadece fetih sahnesine harcanmış. Zaten filmin amiral gemisi de o bölüm. Filme ikinci yarıda girseniz de olur!
 
160 dakikalık filmi puanlamam gerekirse, on üzerinden altı. Gideyim de İstanbul nasıl fethedilmiş göreyim diyorsanız, gitmeseniz de olur. Çünkü tarih kaba hatlarıyla -zaman zaman gerçeklerden de uzaklaşılarak- işlenmiş ve anlatım yavan kalmış; ama kanlı savaş sahnelerini, havada uçuşan kol-bacakları görmek istiyorum diyorsanız, kaçırmayın!
 

Bu blog Sinema sitesinde de yayınlanmaktadır

 
Toplam blog
: 462
: 1159
Kayıt tarihi
: 07.03.09
 
 

Ne güzel bloglar yazdık, ne muhteşem dostluklar kurduk; onlar kaldı baki... ..