Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

18 Haziran '10

 
Kategori
Güncel
 

Film nasıl çekilir biliyor musunuz?

FİLM

Siz hiç Sean Bean'in başrolünde oynadığı yabancı bir filmde oynadınız mı?

Ben oynadım.

Kara bulutların durmadan dönüp durduğu, şimşeklerin arka arkasına gökyüzünü aydınlattığı bir günde Fransız askerleri İngiliz kalesine saldırmak için son hazırlıklarını yapıyordu. Yüzlerce Fransız piyadesi sıraya dizilmiş, hücum borusunun ötmesini bekliyorlardı. Başlarındaki Fransız komutan atıyla birlikleri dolaşıyordu. Komutan hazırlıkların son aşamaya geldiğini görüyor, askerleri yüreklendirecek sözler söylüyor, askerlerini başlayacak savaşa hazırlıyordu.

“Kahraman Fransız askerleri, bugün bu meydanda İngilizlerin kalesini yerle bir edeceğimizden hiç şüphem yok. Kalede taş üstünde taş koymayacağız. İngilizleri Fransız topraklarından sonsuza kadar atacağız. Hepiniz büyük Fransa Krallığının ve Yüce Fransız Kralının cesur askerlerisiniz. Hepinize inanıyorum ve güveniyorum. Zafer Fransızların olacaktır. Tarih Fransızların bu zafer gününü büyük harflerle yazacak. İngilizler bugünü asla unutmayacak. İngilizleri Fransız topraklarından sonsuza kadar kovacağız. Tanrı yanımızda olsun.”

Komutanın konuşmaları yer yer “Yaşasın Fransa”, “Yaşasın Fransız Kralı” gibi naralarla bölünüyordu. Piyadeler ellerinde silahları ile bir an önce koşmak için yerlerinde duramıyorlar, sabırsızlanıyorlardı. Meydanı ölüm sessizliği kaplamıştı. Bütün askerler savaşın bir an önce başlayıp bitmesini ve İngilizlerin bir daha geri gelmemek üzere ülkelerine gitmesini arzuluyordu. Borazan sesleri, şimşek sesleriyle birleşiyor, tek tük iri yağmur taneleri askerlerin üzerine düşüp onları uyandırıyordu ölüm sessizliğinden. Sanki başlayacak savaşta akacak kanları temizlemek için hazırlanıyordu yağmur. Beklenen an geldi. Ordu komutanının “Hücum !” diye bağırmasıyla Fransız askerleri İngilizlerin koruduğu kaleye doğru bütün güçleriyle koşmaya başladılar.

Bu arada İngiliz kalesinde son hazırlıklar yapılmış, Fransız askerlerinin kaleye hücumları bekleniyordu. Kalede çok az sayıda İngiliz askeri vardı. Askerlerin büyük bir kısmı kalenin burçlarına çıkmışlardı. Kadınlar ve çocuklar kalenin içinde askerlere yardım ediyorlardı. Kaynar yağların konulduğu dev kazanlar kaleye hücum edecek Fransız askerlerini bekliyordu. Kalenin burçlarına taşınmışlardı. Kalenin burçları tamir edilmiş, kale kapısı güçlendirilmişti. Eli silah tutan tüm kadınlar, erkekler ve gençler Fransızları bekliyordu. İngiliz komutan az sayıdaki İngiliz askerlerine sesleniyordu: “Biz İngiliz askeriyiz, İngiliz Kraliçesini temsil ediyoruz. Kalede son İngiliz kalıncaya kadar kaleyi teslim etmeyeceğiz. Hep birlikte Fransızları geri püskürteceğimizden asla şüphe duymuyorum. Yaşasın İngiliz Krallığı.”

Komutanın konuşmalarını “Yaşasın Büyük Britanya!”, “Yaşasın İngiliz Krallığı!” naraları takip etmişti. İngiliz kale komutanı da biliyordu savaşı kaybedeceklerini. Hem asker sayısı hem de silah ve mühimmat bakımından Fransızlardan gerideydiler. Fransızların kaleyi ele geçirmek için saldıracaklarını İngiltere’ye bildirmiş, ama yardım alalamış ve kendi kaderlerine terk edilmişlerdi.

Fransızların savaş çığlıklarını duyan çocuklar ve yaşlı kadınlar kalenin içine saklanmışlardı. Kaleye doğru koşan Fransız askerlerinin ayak sesleri kalenin her bir köşesini inim inim inletiyordu. Kalabalık Fransız piyade askerleri kalenin önüne gelmişlerdi. Kalenin önüne gelir gelmez düzgün bir şekilde sıralanan Fransız askerleri hemen merdivenleri hazırladılar ve kalenin duvarlarına dayayıp kaleye hücum etmeye başladılar. Fransızlar kaleye dayadıkları merdivenlerle kaleye çıkmaya çalışırken, bir yandan da bir grup asker kale kapısını kırmak için hücum ediyordu. Fransızların kaleye hücumlarında kazanlardaki kızgın yağlar askerlerin üzerine dökülüyor ve askerler cayır cayır yanıyorlardı. Yanan askerlerin yerini hemen yenileri alıyordu. Kalenin çevresinde insanların bağırışları, naraları kara dumanlar arasında kaybolup gidiyordu. İngiliz komutan kalenin burçlarında askerlerinin bir bir öldüklerini görüyordu. Sonunda beklenen oldu ve kalenin kapısında Fransız askerleri görüldü. Kale düşmüştü. Geride kalan askerleri, kadınları ve çocukları kurtarmak için İngiliz komutan kalenin burçlarına çıktı ve teslim bayrağını çekti. Fransız komutan Fransız askerlerinin zafer naraları arasında kaleden içeri girdi. Kaleyi İngiliz komutandan teslim aldı. Kaleye Fransız bayrağı çekildi. Artık savaş bitmişti. Fransa’daki son İngiliz toprağı; son kale sahibine geri iade edilmişti. Zafer Fransızlarındı.

Film bitmişti. Filmi izledikten sonra uzun süre etkisinde kaldım ve yerimden kalkamadım. Filmin benim için önemi büyüktü. Bu filmde önemli birkaç rolde oynamıştım. Aslında filmde kendimin oynadığı sahneleri gördüm, ama ne kendimi ne de filmde oynayan arkadaşlarımı tanıyamadım. Üniversitede öğrenciydim. Öğrenci yurdunda kalıyordum. Birgün bir arkadaş geldi ve film çekimi için figüran arandığını söyledi. Hatta bizden önce giden arkadaşlar çok memnun kalmışlardı. Akşama kadar açık büfede yiyip içtiklerini ve çok iyi de para aldıklarını söylediler. Bir günde neredeyse bir hafta da harcadığımız parayı kazanabilecektik. Günlerden pazardı. Bizde artist olmak, figüranlık da olsa bir filmde oynamak, en önemlisi de bir günde çok fazla miktarda para kazanmak için gitmeye karar verdik. Sabah erkenden iki otobüs geldi. Atladık otobüslerden birine. 2 saatlik yolumuz vardı. Film Alanya yakınlarında bir yerde çekiliyordu. Filmde başrolü karakter rollerinin büyük aktörü “Sean Bean” oynuyordu. Film çekiminin yapıldığı yere gelir gelmez, bizi hemen ikiye ayrıldılar. Büyük çoğunluğumuz mavi renkli Fransız askeri üniformasını giyecekti. Yine az sayıda da İngiliz askerine ihtiyaç vardı. Ben ve birkaç arkadaş Fransız askeri üniformasını giydik. Giyindikten sonra sıra makyaja geldi. Yüzümüzün her yerine at kılından uzun fauller, bıyık, sakal yapıldı. Birbirimizi tanıyamıyorduk makyajdan sonra. 20’li yaşlardaki bizler olmuştuk 30-40 yaşlarında Fransız ve İngiliz askerleri. Sürekli olarak birbirimize bakıp gülüyorduk. Elimize ucu süngülü tahta tüfekler verildi. Sırtımızda da tahtadan çantalar. Giyim ve makyajdan sonra kale dedikleri küçük eski bir harabenin önündeki yaklaşık 500-600 m2’lik bir arazide sıraya geçtik Fransız askeri olarak. Kale İngiliz askerlerine aitti. Kale eski tarihi bir harabeydi. Kalenin bir iki tane sağlam burcu vardı. Geri kalan burçlar köpük dediğimiz dolgu maddesinden yapılmıştı. Ama bize o burçların dolgu olduğu söylenmeseydi kesinlikle anlayamazdık. Kale haline getirilen harabe küçük bir yerdi. Neredeyse 150-200 m2’lik bir apartman dairesi kadar bir alandaydı. Harabenin bir tarafı hemen yanındaki çam ağaçlarından oluşan ormanla bitişikti. Zaman içinde harabenin kuzey kısmı orman toprağı ile kaplanmıştı.

Senaryo gereği arazide 1-1.5 m aralıklarla dizilmiş biz Fransız askerleri, İngilizlerin koruduğu kaleye saldıracaktık. Filmin baş rolünü oynayan Sean Bean İngiliz komutan rolündeydi. Aylardan Haziran’dı. Sıcaklık 35-40 derece. Üzerimize giydiğimiz elbiselerin içinde epey terlemiştik. Çekim bir türlü başlamıyordu. Uzun süredir de arazide bekliyorduk. Kalenin hemen önüne dev mikrofonlar konmuştu. İngilizce konuşan yönetmenin bütün söylediklerini bize anlatan genç bir Türk kadın tercüman vardı. Tercümanın söylediğine göre “Action (Hareket)” dendiğinde normal tempoda koşarak kalenin önüne kadar gelecektik. Kalenin önüne geldiğimizde sahnenin çekimi bitecekti. Çekim geciktikçe gecikmiş, geldiğimize pişman olmaya başlamıştık. Sonra yönetmen “Action” dedi ve “Allah Allah” sesleriyle biz Fransız askerleri kaleye doğru hücum ettik. Yönetmen ne olduğunu anlamamıştı, ama tercüman kız anlamıştı. Tercüman çekimi durdurdu ve bize bağırmaya başladı. “Arkadaşlar ne yapıyorsunuz, dev mikrofonları görmüyor musunuz ? Ben size hiç ses çıkarmayacaksınız demedim mi ? Fransız askerleri nasıl “Allah Allah” diye bağırır, ” diye konuşuyordu. Sıcaktan iyice bunalmıştık ve çekim başlayınca da gaza gelip Fransız askeri rolünde de olsak, içimizdeki potansiyeli durduramamış ve bağırmıştık. Sonra çekim tekrarlandı. En büyük ve en kapsamlı çekim buydu.

Büyük çekim sahnesinden sonra daha az sayıda kişinin katılacağı küçük çekimler ve Rus dublörlerin katıldığı çekimler vardı. Biz çekim aralarında bol bol soğuk sandviç, meyve suyu, kola falan içiyorduk. Hatta bir ara arkadaşlardan biri “Bu salam ve sosisler domuz etinden yapılmış olmasın” şeklinde bir tartışma bile başlatmıştı. Türk görevlilerden birine sorduktan sonra sosisleri ve salamları yemeye devam ettik.

Rus dublörlerin rol aldığı ve bizim oynamadığımız bir sahnenin çekimi vardı. Rus dublörlerden bir kısmı İngiliz askeri rolünde, bir kısmı da Fransız askeri rolündeydi. Kalede bulunan İngiliz komutan rolündeki Sean Bean ve diğer İngiliz askerleri kaleye yaklaşmaya çalışan Fransız askerlerine bomba atıyorlardı. Bombanın atılmasıyla birlikte kalenin önündeki Fransız askeri rolündeki Rus dublörler, kendilerini sağa sola atıyorlar, havaya hoplayıp düşüyorlar, ortalık toz duman oluyor, göz gözü görmüyordu. Bir diğer sahnede de Rus dublörler ellerindeki merdivenleri kalenin duvarına dayıyorlar ve kaleye çıkmaya çalışıyorlardı. Senaryo gereği İngiliz komutanın da duvara dayanan merdivenlerden tırmanan dublörlerden birini merdiveniyle birlikte geriye doğru itip düşürmesi gerekiyordu. Yönetmen “Action” dedi ve çekim başladı. Dublör merdivenden tırmanmaya başladı, tam kalenin burcundan çıkmak üzere iken İngiliz komutanın onu geri itmesi gerekiyordu. Ama İngiliz komutan rolündeki Sean Bean merdiveni itemedi ve çekim durdu. Savaş filmi çeken bir aktör merdiveni bile geriye doğru itemiyordu. Bu duruma çok gülmüştük. Bu nasıl savaş filmiydi böyle. Diğer merdivenler geriye doğru itilince Rus dublörler merdivenlerden kalenin dibine konulmuş karton ve süngerlerin üzerine düşüyorlar, burunları bile kanamıyordu.

Yine bir sahnede kaleye çıkan ve İngiliz komutan ve askerlere arkadan ateş eden bir sahne çekimi üç Fransız askeri arıyorlardı. Ben ve iki arkadaşım gönüllü olduk. Biz çok meraklıydık. Diğer arkadaşlar ya çam ağaçlarının gölgesinde uzanıyorlardı ya da soğuk hamburgerleri yiyorlardı. Bu sefer elimizdeki tahta silahlar değiştirilmişti. Kuru sıkı ateş eden silahları almıştık. Onlar da tahtadan yapılmıştı. Ama ateşleme mekanizmaları metaldendi. Ateş açılınca patlıyor ve ortaya sadece duman çıkıyordu. Senaryo gereği yönetmen “Action” deyince birkaç adım atıp, bir ayağımızla diz üstü çöküp ateş edecektik. Ateş edince İngiliz komutanın yanındaki İngiliz askeri rolündeki üç Rus dublör ölmüş gibi sağa sola devrilecek, Sean Bean ve yanındaki iki üst rütbeli asker rolündeki yardımları bizim olduğumuz tarafa doğru koşacaklardı. Yönetmen “Action” dedi ve çekim başladı. Üçümüz birlikte koştuk ve 2-3 metre kadar gittikten sonra diz çöküp ateş açtık. Silahlarımız “Pat” diye patladı, duman çıktı ve karşıda burçların kenarında İngiliz asker rolündeki üç Rus dublör sağa sola devrildi. Sonra da İngiliz komutan ve iki arkadaşı bize doğru koştular. Sean Bean’in elinde gerçek bir kılıç vardı. Bana doğru koştu. Kılıçla bana doğru hamle yaptı ve kılıç neredeyse burnuma değecek vaziyette iken çekim bitti. Kılıcı bana sokacak sandım bir an. Çok korkmuştum ve şaşkın gözlerle donakalmıştım neredeyse. Sean Bean beni elimden tuttu ve kaldırdı, bana göz kırptı. Ben de ona gülümsedim. Sonra da dinlendiği karavana doğru gitti.

Benim ve birçok arkadaşın oynadığı filmi izleyince şok olmuştum. Bizim oynadığımız sahneleri zor tanıdım. Sanki film küçük bir harabede ve harabenin önündeki küçük bir arazide çekilmemiş gibiydi. Büyük bir kale gözüküyordu filmde, yüzlerce de Fransız askeri. Çekimlerde hava güneşli ve çok sıcaktı. Fakat filmde yağmur yağıyor, şimşekler çakıyordu. Kalede kazanlardan kızgın yağlar dökülüyordu. Biz film çekiminde çok eğlenmiştik. Ama oynadığımız film muhteşem bir sanat yapıtına dönüşmüş, daha doğrusu dönüştürülmüştü. Herhalde yedinci sanat dedikleri sinema bu olsa gerekti. Sinema gerçekten muhteşem görsel bir şölendi ve insanlar çoğu zaman yoktan var ediyorlardı bir şeyleri. Filmde oynadıktan ve oynadığım filmi izledikten sonra artık sinemada veya televizyonda film izlerken başka bir gözle izliyordum filmleri. Seyirciden ziyade eleştirmen gibi bakıyordum filmlere çoğu zaman. Hatta başka bir savaş ve kahramanlık filmi olan ve başrolünü Mel Gibson’ın oynadığı “Cesur Yürek” filmini sinemada birkaç defa izleme fırsatı bulunca; özellikle en son izleyişimde bazı sahneleri fark etmiştim. Savaş sahnelerinin birinde filmin önemli rollerinde oynayanlar birbirleriyle dövüşüyorlar, diğer kalabalık figüran grubu ise arka planda savaşır gibi yapıyor, gürültü çıkarıyor ve birbirlerine dokunmuyorlardı neredeyse.

Sinemayı seviyorum ve sevmeye de devam edeceğim.

 
Toplam blog
: 537
: 1884
Kayıt tarihi
: 10.06.10
 
 

Gündemi ve olayları yakından takip etmeye çalışıyorum. Sinema, kitaplar, spor, doğa, siyaset, miz..