Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

04 Aralık '14

 
Kategori
Sinema
 

Filmlerle geçmişe yolculuk

Filmlerle geçmişe yolculuk
 

Çocuk gözüyle ve başka bir ruh haliyle izlemiştim.


Bugün iki eski Türk filmi izledim.

Susuz Yaz ve Hudutların Kanunu.

Çocukluğumun sinema filmleriydi ikisi de. Yanlış hatırlamıyorsam her ikisini de o yıllarda izlemiştim.

Van'daki Emek ve Şehir sinemalarının ya birinde ya da ötekinde; belki de yazlık Yıldız Sinemasında çocuk gözüyle ve başka bir ruh haliyle izlemiştim.

Şimdi bir yetişkin olarak, yolun ortasını geçmiş biri olarak yeniden izledim.

O günkü merak, heyecan, duyarlılık yerini dinginliğe, nostaljiye ve tanımlayamadığım başka tatlı bir duyguya bırakmıştı.

İki filmde de önemli rollerden birini oynayan Erol Taş'ta, Hudutların Kanunu filminin başrol oyuncusu Yılmaz Güney'de, yakın zamanda yitirdiğimiz büyük karekter oyuncusu Tuncel Kurtiz'de, Danyal Topatan'da ve diğer ismini zikretmediğim kimi oyuncular da artık aramızda değildi.

Erol Taş'ın, Tuncer Necmioğlu'nun, Aydemir Akbaş'ın, Atilla Ergün'ün gençlik zamanlarının filmiydi ikincisi.

Susuz Yaz filmindeki Hülya Koçyiğit bir yandan güzelliği ile öte yandan oyun performansı ile her anlamda tam not alacak durumdaydı. Bütün bunlar vaktiyle değerlendirilmiş, ödüllendirilmişti.

Filmlerin senaryoları o günün Anadolu'sunun doğal çizgilerini çok güzel yansıtıyordu. Köyler, köylüler, ilişkiler, anlayışlar, beklentiler, yaşam biçimleri hepsi, her şey adeta insanı düşünmeye zorluyordu.

Henüz eşeklerin, atların çarşılarda dolaştığı çocukluk günlerime de götürdü beni bu filmler. O zamanlar şehir merkezinde, mahallelerde hayvanlar beslenirdi. Sütümüzü, yumurtamızı eğer kendimiz üretmiyorsak karşı komşudan alırdık.

Gerçi babamın anlattığı o aşağı mahallelerde, mesela Van'ın Şamranaltı kesiminde bahçeli evlerinde yaşayan ve Cuma günleri şehir merkezine namaz için beyaz şam eşeği ile gelen zenginleri ben tanımamıştım ama öküz arabalarına da, atlara da, eşeklere de yetişmiştim.

Filmdeki köy sahneleri de, şehir sahneleri de benim yaşadığım yerlerin benzerleriydi. Oralardaki yoksul giysili insanlar, çarşılar, kahvehaneler benim kendi siyah beyaz zamanlarımı anlatıyor gibiydi.

O siyah beyaz filmlere hemen sinemaların yakınında çizgi roman satarak ya da çizgi romanlar için tombala çektirerek kazanndığımız paralarla giderdik.

Bazen komşumuz Hünkar Abla elimden tutar sokardı beni sinemaya. Biletçinin itirazını bir yolunu bulur susturur içeri girdikten sonra kendisi bayanlara ayrılmış yere giderken beni de salıverirdi.

Bilirdim onunla gireceğim zaman biletçinin itiraz edeceğini. Utanırdım da aslında. Bir iki kez içeri alamadığı da olmuştu. O elinden geleni yapmıştı. Ona karşı da ben mahçup hissederdim ama kendisi o tarz yenilgilere pek aldırmazdı.

Sonraları sinema tahtalarını taşıyarak da içeri girdiğimiz oldu. Evet, biz sinema kapısında beklerdik ve film başladıktan yaklaşık on - on beş dakika sonra biri bizi ana caddenin köşesine bırakılmış olan üzerinde o günkü filmin afişleri bulunan tahtayı getirmeye yollardı. İki kişi tutar getirirdik tahtaları ve bizi içeri alırlardı. Ne büyük sevinç yaşardık içeri girince.

Film başlamış olurdu tabii. Sahnede Yılmaz Güney'in silahla kötü adamları sıkıştırdığını, Cüneyt Arkın'ın perande atarak Bizans askerlerini dağıttığını, Ediz Hun'la Filiz Akın'ın araya giren kötü insanlar yüzünden mutluluklarının sıkıntıya girdiği zamanlar yaşadıklarını, meyhaneci, balıkçı, eski kumarcı rolündeki, Ayhan Işık'ın baba dediği Nubar Terziyan'ın öğütler verdiğini, Hulusi Kentmen'in zengin baba olarak gençlere güzellikler yaptığını izlerdik. Ağzımız yarı açık ileri doğru yürürken oturacak yer bakardık. Önce arka taraflar dolardı, bazen en önde oturup kafamızı havaya kaldırıp karşımızdaki kocaman perdedeki filme adeta dalardık.

Sadri Alışık'ı, Yılmaz Köksal'i, Süleyman Turan'ı, Ekrem Bora'yı, İzzet Günay'ı ve bütün diğerlerini keyifle izlerdik.

Elbette Yıldıray Çınar, Orhan Gencebay, Ferdi Tayfur, Necla Nazır, Pervin Par, Türkan Şoray, Fatma Girik, Göksel Arsoy, Hüseyin Zan, Hüseyin Baradan, Reha Yurdakul, Nebahat Çehre ve diğer pek çok isim de çocukluğumun artistleriydi.

Cikletlerden onların resimleri çıkardı. Alır biriktirirdik.

Şimdi yine evde zaman zaman televizyon kanallarında yayınlanan o siyah beyaz filmleri ben keyifle izliyorum. Hem de evdeki diğer herkesin itirazlarına rağmen.

Eski İstanbul sokaklarını, ahşap evleri, eski ağaçlıkları, mahalle çeşmelerini, taş döşeli yokuşları seyretmekten büyük keyif alıyorum.

Sonraki yıllarda Yılmaz Güney'in hemen hemen bütün filmlerini izledim. Arkadaş, Umut, Baba, Zavallılar, Ağıt, Duvar, Vurguncular, Sürü ve onun yazmış olduğu Yol ve diğerlerini.

O zamanlar televizyon yoktu. Sinemalar ve kitaplar vardı. Ben kitap da okurdum ama film izlemek daha fazla keyif verirdi nedense. Ayrıntıları kafamızda canlandırmamıza gerek kalmazdı. Her şey bütün ayrıntıları ile verilirdi. Genellikle beni Van'daki sınırlı yaşamımın ötesine taşımak için çok fazla yeni şey olurdu. Mobilyalar, ilişkiler, ortamlar, arabalar filmin akışı içinde yeni ufuklar açardı önüme.

Abdullah Ziya Kozanoğlu'nun, Oğuz Özdeş'in sonraları da Kerime Nadir'in, Reşat Nuri Güntekin'in, Muazzez Tahsin Berkant'ın, Feridun Fazıl Tülbentçi'nin kitaplarını okuduğumuz zamanlardı.

Sonrasında diğer Türk filmlerini de izledik elbette.

Türk sinemasının Aydemir Akbaş, Mete İnselel, Hadi Çaman, Ali Poyrazoğlu gibi sanatçılarla çektiği filmleri de izledik. Hem de tam gençlik zamanlarımızda. Onların üzerimizdeki etkileri de gerçekten ayrı hikaye.

Elbette o filmlerle bugün izlemiş olduklarım arasında ciddi farklar vardı.

Bugün bir daha anladım ki, o siyah beyaz filmler kendi zamanları dikkate alınarak değerlendirildiğinde muhteşem şeylermiş. Senaryolarıyla, yapımlarıyla, yönetimleri ve oyunculukları ile çok büyük işler başarılmış o günlerde.

O güzel sanatçıların bir kısmı şimdi de aramızda.

Zamanın götürdükleri dikkate alınmazsa çok daha olgun, bilgili ve güzel olarak.

04.12.2014

21.27

 
Toplam blog
: 284
: 245
Kayıt tarihi
: 21.06.14
 
 

Yaşadığımız evrenin oldukça zengin bir yer olduğunun farkındayım.  Bu zenginliğin çok az bir kısm..