Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

28 Mayıs '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Fincanı taştan oydular, bizim kuşağı böyle sevdiler

Fincanı taştan oydular, bizim kuşağı böyle sevdiler
 

Benim doğduğum yörelerin tek katlı ve geniş bahçeli evleri, bu evlerin de fesleğen kokulu çocukları vardı. Çağla ağaçlarının tepesinde sincaplar gibi dolaşmak; aylak aylak İzmir Körfezi'ne girip çıkan gemileri saymak, çam ağacından mamül lastikli sapanlarla cam çerçeve indirmek gibi tuhaf oyunları vardı bu çocukların. Bunaltıcı Ege sıcaklarından korunmak için zorla yatırıldıkları öğlen uykuları da olmasa, keyiflerine diyecek yoktu.

Hayatında bir kez olsun tozlu yollarda yalınayak gezmemiş, gazoz kapağı toplamamış, bilye yuvarlayıp ütülmemiş, çelik çomak oynarken kafası gözü yarılmamış ve bütün bu hergeleliklerin sonucu anasından günde üç posta ( eşek sudan gelinceye kadar) dayak yememiş kuşaklara anlatması zordur bunları.

Oysa bilenler bilir; güz yağmurlarıyla birlikte okul da başlardı. Bu beyaz yakalı karga sürüleri her sabah okul önünde toplanır, adam olacaklarına dair andiçtikten sonra sınıflarına dağılırlardı. O zamanın okullarında sadece "iki kere ikinin dört ettiği", " çiçeklerde çanak ve taç yapraklar olduğu" öğretilmezdi tabii.

Bir hayli bol olan milli bayramlarda bizleri coşkulandıran törenler düzenlenir, günün mana ve ehemmiyetini idrak etmemize çok dikkat edilirdi.

Birlik ve beraberlik esastı ve kampanyalar sayesinde her türlü soruna çözüm bulunabilirdi.

Ortada yabancı menşeli bir mal göremezdik ama yabancı malları yerin dibine sokan Yerli Malı Kampanyası vardı ve en az bir hafta sürerdi. Biz, ayakkabı deyince Beykoz, elbise deyince Sümerbank'tan başkasını tanımayan veletler bol bol portakal, elma, fındık, fıstık yer; ağız şapırtıları arasında günün mana ve önemini vurgulayan konuşmalar dinlerdik öğretmenlerimizden.

Bu kampanyacılık ruhu bizim iliklerimize işledi ve o körpe beyinlerimize adeta nakşedildi. Örneğin etraf meşin yuvarlak peşinde koşturmaya elverişli çayır ve çimenlikle kaplıydı ama o zamanlar bir futbol topuna sahip olmak, bugünün sayısal lotosunda altıyı tutturmak kadar imkansızdı.

En zengin ailelerin bütçelerinden bile zırnık çıkmıyordu, bir futbol topu için.

Haytalığın lüzumu yoktu!

Tek çare, Göztepe Stadı'nın o yüksek duvarlarına akbabalar gibi tünemek, Göztepeli futbolcuların antramanını dikkatle takip etmekti. Kasap Halil antremanda ölçüyü kaçırıp bir şut patlatacak da, meşin yuvarlak o yüksek duvarları aşıp dışarı kaçacak da, malzemeci Paytak Namık durumun farkına varmayacak da, bizler de bir top sahibi olacağız!

Uzun iş değil mi? Her seferinde boynu bükük ayrılırdık statdan. Mahalleye süklüm püklüm dönünceye kadar malzemeci Paytak Namık'ın kulaklarını çınlatır, bir futbol topuna sahip olamadığımız için kendi kendimize kızardık.

İşte böyle bozgun günlerinde ortaya bir kampanya lafı atılırdı ki, bu büyülü kampanya sözcüğü hepimizi heyecanlandırırdı... Birlik ve beraberlik ruhu içinde para toplamalı ve bir futbol topu almalı...

Nedense bu tür projelere bıyıkları terlemiş, askere gitme zamanı yaklaşmış ağabeylerimiz öncülük ederlerdi. Para toplama işini onlar organize eder, biz oniki, onüç yaşındaki yer mantarlarına da para bulma görevi düşerdi. Hesap-kitap işlerine burnumuzu sokmaz, ağabeylerimizin "Evdekiler duymayacak!" şeklindeki uyarılarını da kulak arkası etmezdik.

Defalarca bu tür kampanyalar düzenlendiği halde bir top sahibi olamadıksa da, tolumsal dayanışmanın, o bize okulda öğretilen birlik ve beraberlik ruhunun nelere muktedir olduğunu öğrendik.

Kampanya başlayınca dedikodusu da peşinden gelirdi:

"Kaç Lira toplanmış?"

"37 Lira 85 Kuruş."

"Top almaya yeter mi?"

"Hiç yeter mi len! Top bu! Beş numara olacak, bağcıklı değil, siboplu olacak!"

"Şaşı Recep 4 Lira vermiş."

"Hadi yaa, nereden bulmuş?"

"Anasının bakırlarını hurdacıya okutmuş."

"Sen ne kadar verdin?"

"İki Lira, evdeki boş bira şişelerini..."

Kolay değildi tabii. Para toplanacak ve bir futbol topu alınacaktı. Bu kampanyaya katkıda bulunmayanlar değil topa ayak değdirmek, topun yüzünü dahi göremeyeceklerdi. Kural böyleydi ve kesinlikle uyulması gerekirdi.

Dediğim gibi, hiç bir zaman bu kampanyalar sayesinde bir top sahibi olamadık ama mahalledeki ağabeylerimizi de askere boynu bükük ve beş parasız göndermedik.

Kampanyalar tüm hızıyla sürüyor, aradan uzun yıllar geçmesine rağmen bu huyumuzdan vazgeçmiş değiliz. Ne zaman ortaya bir kampanya lafı atılsa heyecanlanıyorum. Eski günlerim aklıma geliyor ve duygulanıyorum. Bu tür kampanyalara canı gönülden katılmak istiyorum ama merak ettiğim bir şey var:

Top alabilecek miyiz, top?

Berlin. 1996
 
Toplam blog
: 312
: 1658
Kayıt tarihi
: 10.02.07
 
 

Önceleri konuşurdu insanlar, "yazmak", sonraların işi... Duygu ve düşüncelerimizin yanı sıra gözl..