Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

10 Eylül '08

 
Kategori
Deneme
 

Fırat kenarında yüzer kayıklar ezgisi... Ya da Kürtler vadisi!..

Fırat kenarında yüzer kayıklar ezgisi... Ya da Kürtler vadisi!..
 

uzayıp gider yıllar gibi Fırat


Liseyi Diyarbakır’da okudum. O zamanlar Kürt sorunu yoktu.

Ya da henüz alevini almamıştı mermi kusan Kalaşnikoflardan, havan toplarından, roket atarlardan…

Biz vahşi batının Amerikan kovboylarını bilirdik…

Sinemalarda geçilmezdi soyulan trenlerden, katarlardan…

İç savaş denince de ihtilaller ülkesi Meksika gelirdi akla: Viva Zapata! Kan bulaşmamıştı daha Zap suyuna…

Arada bir bazı sınıf arkadaşlarımızın ( kendileri de gülerek ) “BEN KÜRT’ ÜM” diye naralar atmasını, biz İstanbul lehçeli gençler bir kimlik dayatması olarak yorumlardık .

Onların lehçeleri kaydıkça biz taklitçiler komik piyesler yaratır; hep birlikte gülerdik.

Gülerdik sahi…

Şairin dediği gibi “yadımda kaldı o masum çocuk sesleri”

Ama birgün teneffüste yaşı hayli büyük bir arkadaş sırasına yabancı bir bayrak dikti. Bana bakıyordu. Birlikte defalarca okulu kırmasaydık ve diktiği bayrağın hangi ülkeye ait olduğunu bilseydim gidip onu müdüre ispiyonlardım.

ŞİMDİLERE BİR GÖNDERME; SEVGİ DALGALANIRDI O GÜNLERDE; GÖNDERDE…

Çünkü müdürümüz bayrak konusunda çok titizdi. Her hafta bir öğrenci bayrağı evine götürüp annesine yıkatırdı.

…Yıkama zamanı bana geldiğinde bir facia oldu. Bayrağı okulda unuttum; ve gece yarısı okulun bahçe duvarları üstünde karanlık gölgeler gören bekçi avazlanınca mecburen başka yollar denedim. Çok büyük olan kendi bahçemizin önünde hep dikili duran bir Türk bayrağına tırmanma çabam polis ve askeri birliklerce engellendi.

Ama müdür bey bu olayı duymuş; beni bağışlamıştı.

Bayrağı hep böyle sev diye sırtımı sıvazlamıştı. Bu vartayı böyle atlatmak tarihime altın harflerle geçti. Hatırladıkça bir dakika saygı duruşu yaparım…

O zamanlar bayraklar tek başına bir saygı komutuydu.

Onları yakan yoktu; katillerin bayrak önünde resim çektirmesi ise ihanetler sıralamasında bile girmemişti daha...

Bayrak dediğimizde sevgiyi ve onuru aynı anda hissederdik.

Bayrak karşısında herkes şiir okuyan bir çocuktu…

İşte o “başka bayrak “ olayında kafamdaki tilkiler bütün olimpiyat meşalelerini yaktı. O yarı genç yarı çocuk aklımla bu gammazlamayı yaparsam müdüre karşı daha güçlü bir bağışıklık kazanmış olacağımı hesaplıyordum.

Müdür artık benim bir bayrak müridi olduğumu düşünecek: bir psikiyatriste haber vermek yerine babama telefon edip tebrik edecekti…

Yine de vicdanım razı gelmedi. Çünkü o yeşilli sarılı bayrak o günlerde dersliklerden kalkıp, dağlar boyu kalın va karanlık mağaralarda savaşlar körükleyen, kandırılmışları örgütleyen bir simge olmamıştı. Zaman denilen ağır akarsu Fırat kenarındaki kayıkları küçük titreşimlerle ürpertiyordu belki sadece…

9. RAMSES; SAVAŞIN PİRAMİTLERİ OLUŞURKEN DUYDUĞUM İLK SES !

Sonra bir baska gün fizik hocamız 9.Ramses, tahtaya yazı yazarken belinden tabancasını düsürdü.

Fizikçi silahı yerden alırken "Bugün belimizde ama yarın elimizde’ "dedi. O da bana bakıyordu.

Fizigim sıfırlara yakındı zaten. Karnemin donma noktası.

Bu tehdit dolu sözler o an için kanımı da dondurdu tabi.

Sözü üstüme alınmamaya çalıştım... Gerçi 9.Ramses verdiği cezalarla da ünlüydü ama bu kadarı fazla gelirdi tabi.

Fizikten sıfır aldı diye kimse kimseyi kurşunlamazdı...

Hem sıfırlar o zaman, Amerika başkanına bile sorsan sadece benim karneyi akla getirirdi.

Şimdiki gibi ekonominin battığı noktada gemiden atılan yükler değillerdi…

Mesaj kimeydi peki ?

O korkuyla babama söyledim. Hatta o anda 9.Ramses’ten “şu Kürt fizikçi” diye söz etmiş te olabilirdim.

Çok genç olmak gibi bir mazeretim vardı, asabiydim…

Korku asabiyetin refakatçısıydi.

Babam "Kürtlerden zarar gelmez, onları kışkırtanlar vardır" dedi bana.

Şimdi düşünüyorum da savaşların sadece başka ülkelerle yapıldığına inanan o günlerin gençleri yani bizler bu sözlerin bir kehanet olacağını düşünebilr miydik ?

KÖRFEZDEKİ DARGIN SUYA BİR BAKSAK GÖRECEKTİK BELKİ DE…

Siyasal kehanetler ancak “Nostradamus’un küresinde var”diye düşünürdük. Yer kürede barış egemendi.

Amerika, çocuk haftasındaki Yıldırım Kaptan suretindeydi. Kominizm kelimesi bilinç altımızda cüzzam, kanser hatta veba ile aynı klinikte ve aynı kimlikte yan yana yatıyordu.

Körfezdeki (petrol atıkları yüzünden) dargın suya bir baksak; dünyanın darmadağın halini kıyısından kıyısından görecektik oysa… Petrol karası günlerin eli kulağındaymış meğer.

Şimdi yaşanan bu olaylarda, alevleri yaratan kıvılcımları bu kadar açık seçik gördüğümde babam geliyor hatırama.

Yanılmamıştı elbette… Sürekli kitap okurdu.

7. Kolordu komutanlığı yaptığı Diyarbakır” da belki de koskoca bir kütüphaneye sahip ilk komutandı.

O zamanlarda askerlere savaş tatbikatı yaptırılırken karşıdaki mavi ya da kırmızı kuvvetler hep başka ülkeler olarak düşünülürdü. Bütün tatbikatlara giderdim. Hele Nato tatbikatlarında tercümanlık yapınca kendimi Birleşmiş Milletler Genel sekreteri sanmıştım. Benim bu makamı hayal etmemi mümkün kılacak kadar birleşmiş gibiydi milletler o açık mavi, güzel günlerde…

Kışkırtıcılar ise zayıf düşen bir bedende harekete geçen mikroplar gibi ülkenin de zayıflamasını bekleyeceklerdi.

Kahramanlık menkıbelerinden başka koruyucu aşısı olmayan bu ülke; irtica kanserinin yayılışını, kardeş savaşlarını görecekti.

Kısaca küçük kıvılcımların sosyal yangınlara dönüp, ocaklara ateşler yağmasına; bu ülkenin her koldan yağmalanmasına daha zaman vardı.

Öyleyse bugünkü PKK kimin adına kışkırtıyor yöre insanlarını. Hangi Amerikalı paşa; bir düğmeye basınca ateşe atlıyor onca maşa ?

Her iki taraftan da kiminin adı Memet, kiminin adı Memetçik olan o gencecik insanlar gömülüyor aynı bayrak altındaki topraklara…

Kimisi kuş olup uçuyor anasının yanık bağrından; kimisini kurtlar kuşlar yiyor; aynı yanık izi onun anasında da büyüyor ve büyüyor; bir ölen de analar oluyor; kahırdan…

Çünkü o analar bir başka dilde haykırmıyorlar ki acılarını; bir başka toprakta büyümüyor ki savaşın zehirli sarmaşıkları…

Onlara kalsa çekip kulaklarından barıştırırlar Memetlerini, Memetçiklerini.

“Yadıma acılar düştü anam, anam” diye haykıran kuzu bebelerini…

YOKSA PKK AYNI ZAMANDA PROVAKATÖR KÜRT KUVVETLERİ Mİ?

Kısaca, bu günkü aklım o günlerde beynimin gri hücrelerinde bir çekirdek bile değildi.

Gençlik işte; Kavak yelleri !

Gençliğe özgü nice umudun yıldız yıldız parladığı uzak ufukların pırıltılı hayalleri...

O yörenin bu denli ihmalinin nelere sebep olacağını görmemişti kimseler… O kimseler; akılları bir zerzevat kadar kloroform çekmeyen o zatlar, analar oy oy diye dövünürken onlar sadece OY HEP OY diye devinmişlerdi.

Sandıklar ve sandukalar bir ülke kaderinin en belirgin tahta parçaları oldu sayelerinde…

Provakasyonlara çabucak aldanan ve yokluklar içinde olmasını hazmedemiyerek yeni kimlik arayışı çabasına düşen bir kitlenin 9 ay 10 günü doldurduğunu görmesi gerekenler görmemişti.

Yüzbinlerce aptal otomobili üreterek demir ağları çürümeye bırakan ve vergi ödeme zamanında milli kahraman ilan edilen TÜSİAD MENSUPLARININ HACI BABALARI kör değildiler elbette.

Oysa o aslanlar, kaplanlar, sadece paranın yeşilini gören gözlerini o kıraç topraklarda yeşil vadiler yaratmak için kullansalardı bugün o haritada yaşayanlar, sesine kuvvet Tatlısesler den daha fazla değer üretir, KURTLAR VADİSİNDEN
gaz alıp KÜRTLER VADİSİ ni yaratmazlardı..

SUÇLU AYAĞA KALK ! HESAP SORMALI BU HALK !

İşin bir başka yanı da; kayıplar içindeki topluluklar suçu kendilerinden çok yöneticilerde ararlar .

İşte bu anlarda bu toplumlara yaşadıkları toprakların asıl sahibi oldukları duygusu aşılanırsa, kaybedecek bir şeyi kalmamış insanlar tabi ki üçer beşer silaha sarılırlar.

Çünkü silah da tüm dünyaya karşı unutulmuşların kendilerini hatırlatma biçimidir. "Biz varız" demenin tekno-kanıtıdır.

Bilmem ki; APO nun; komik bir Hitler karikatürü olduğunu anlayana kadar kimbilir kaç insan onlara "gaz verenlerin" kurbanı olacaktır ?

FIRAT KENARINDA YÜZER KAYIKLAR; ANAM AĞLAR, BACIM BENİ SAYIKLAR !

Şimdi Boston da, bu en uzak okyanus kıyısında "Fırat kenarında yüzen kayıklar" hala bir gençlik ezgisi olarak belleğimde çalınır durur; inceden inceye…

Heceler bir tünel örer; kapılır giderim içlerinde benim olan pek çok yıldızın yanıp söndüğü kimbilir hangi geceye…

Ve bizim yıldızlı ufuklarımızın parladığı Güneydoğu, eğer sağduyulu önlemler alınmazssa kayıp gidecektir yok olan bir gündüzden gecesi hiç bitmeyen bir geleceğe.

Geçmiş zamanın 7. Kolordu komutanı Amerikalı albayın odasında gördüğü, güney doğusu tamamen küçük Kürt bayraklarıyla kaplı Türkiye haritasını anlatmış; “sen kışkırtanlardan kork” demişti kızına…

Keşke bu söz bugünlere akıp gelseydi; bakmasaydı takvim zamanına…

Keşke sahip olsaydı, bizim umut dolu yıldızlarımızdan ödünç aldığı bir ışık hızına.

 
Toplam blog
: 94
: 608
Kayıt tarihi
: 04.10.06
 
 

1950'lerden sonra doğan her dünya insanı gibi, ardında pek çok takıntıyla gelen geçmiş zamanı, bilim..