Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

05 Eylül '11

 
Kategori
Siyaset
 

Fırat kıyısında kaybolan kuzu yalanı

Fırat kıyısında kaybolan kuzu yalanı
 

Ya, “Kuzu” değil ama fil sürüsü kaybettik! Gören var mı?


İnsan kültüründe, koruma ve kollama görevini üstlenen, en büyük güç, devlettir. Tarih öncesi insanın yerleşik kültüre geçip, evcilleşmesi ile birlikte sosyal yapılar oluşturmaya başlamıştır. İşte, bu yapıların en büyüğü olan sosyal kurum devlettir. Devlet, kendisini oluşturan üyeleri hem sahiplenir, hem de korur. Her sosyal kurumda, üyeler, kurumu ayakta tutmanın gereklerini yerine getirir. Kendi paylarına düşeni yaparlar. Vergi ve askerlik gibi yükümlülükler, bu tür –vatandaşlık– görevleridir. İlk dönemlerde devletlerin sahipleri kişilerdi. Bu kişiler Tanrı yada başka soyutlar üzerinden devlete sahiplik haklarının olduğunu var sayarlardı. Asalet denilen sefil sistem zamanla çürüdü ve bu çürümenin sonucunda diğerlerinden ‘asil’ olduğu iddiasında olanın aslında diğerlerinden daha sefil olduğu ve bu sefilliğini gizlemek için asillik kisvesine büründüğü ortaya çıktı.

Asillerin malı olan devlet sistemi çürüdükçe, vatandaşların devletlere hizmet ettiği model artık gerçekliğini kaybetti. Asaletin yerini herkesin eşit statüde olduğu toplumsal yapılar almaya başladı. Bu süreçte asalet iddiasındaki kişiler de, halkın içinde eriyip kaybolmaktan başka bir şanslarının olmadığını gördüler.

Asiller kalmayınca, devletin vatandaşa hizmet ettiği modele geçiş için de bir engel kalmadı. İdeal demokrasi, asillerin olmadığı bir yönetim şeklidir. Ama Batıda bile asiller yok edilememiştir. Demek ki, bu geçiş halen devam etmektedir. Yani tamamlanmış değildir.

* * *

Devletler de, günümüzde; teknoloji ve kalkınmanın getirdiği bazı hizmetleri getirmekle yükümlüdür. Bunlardan en önemlileri sağlık, eğitim ve temel ihtiyaçların karşılanmasıdır. Bu yükümlülüklerden, ‘Temel ihtiyaçlar’ olarak tanımlanan başlığın altında ulaşım, elektrik, su ve doğal gaz gibi bireysel olarak elde edilmesi güç gereksinimler gelir. Vatandaş, kendi kendine yol yapmaz! Elektrik üretmez yada su kuyusu açıp çeşmesine bağlamaz. Bunları merkezi bir kurumsal hizmet olarak yapan kurumlar vardır. Bu kurumların tümüne kamu kurumları deriz. Ve günümüzde DEVLET tanımının içerisinde bu kurumların da yeri vardır.

Yeri vardır da, yeri olmayan şeyleri de ‘devlet’ adına yapan aracı yada ‘temsilci’ kurumları da zaman-zaman görmekteyiz. Devlet, kendisinin yapması gereken işleri bir kişiye bedeli karşılığında yaptırıp bunu, ‘kendi adına’ işlettirebilmektedir. Bu kişi yada şirket, işlettiği iş kolunda ‘kamusal’ bir hizmet vermekle birlikte ÖZEL’DİR ve bu özel olma durumu; hizmetin kamusallığına halel getirmez.

Özelleştirilen bir kamusal hizmeti üstlenen özel kurum yada kişi ticari bir işlevin yükümlüsüdür. Ama bu özel kurum, para karşılığında yapsa dahi, verdiği hizmetten dolayı vatandaşı ‘müşteri’ olarak göremez.

Ulaşım, sağlık, eğitim, haberleşme, gaz, elektrik, su ve benzeri hizmetler bu tür ‘kamusal’ hizmetlerdir.

Eğer, özel işletmeci, verdiği hizmeti, müşteri bazlı bir ticaret gibi görürse, hizmeti miktar olarak çok vermenin yollarına giderse, reklam ve propaganda ile ‘tüketimi’ arttırmaya yeltenirse, çok hizmet – çok kâr mantığını uygularda… Ne olur? 

NE OLACAĞINI GÖRMEK İÇİN ÜLKEMİZE BAKMAK GEREKİR.

* Ülke nüfusundan fazla cep telefonu abonesi olan (bu, süper absürd bir durumdur!) bir ülkeye döneriz…

* Sırf özelleştirmek için yol yapan bir devletimiz olur. Bu yolları işletmek için alacak olan şirketler, zaten ekonomik ömrünün başında olan yollara bir kuruş harcamaz. Yollar, köstebek yuvaları ile dolduğunda, o işletmenin kapısına kilit vurulmayacağını nasıl garanti edebiliyoruz?

* Batılı danışmanların tavsiyelerini dinler, dünyanın en stratejik değeri, şeker gibi temel gıda fabrikalarımızı özelleştirmeye niyetleniriz. Aynı danışmanlar; komisyoncu gibi fabrikalarımızı pazarlar. Piyasanın en büyükleri olma iddiasındaki dünya devleri taşeronlar eli ile fabrikaları alır, o fabrikalar artık özel olduğunda iyice canına okunur, artık iş göremez hale getirildiğinde de “kâr etmiyor” denilerek kapatılır.

EY, AKLI BAŞKA YERİNDEKİLER! 

Küresel pazarlarla ilişkileri olan bir özel işletme, işletmesini kâr etmiyor diyerek kapatır mı? Nerede görülmüş? Bu karara, ancak, o piyasa için gerekli bir stratejik karar olarak bakılabilir…

Hele bu işletmeyi sadece 3-5 yıl önce, –bando mızıka eşliğinde– almışsa bunu yapar mı?

Eğer patron geri zekâlı değilse, hiçbir zaman bu ölçekte büyük bir dükkanı kapatmaz. Bu tür ‘stratejik’ bir değer ancak ‘stratejik’ amaçlarla kapatılır! Buradaki stratejinin de ülkeye faydasından kimse söz edemez!

Olan şudur; yönetenler yönettikleri dev yapının ihtişamının farkında bile değilse, olup bitenlerin sadece çevrelerinde görünür olaylar ile sınırlı olduğunun düşüncesinde ise, yada yönetenler bu kararları “kasten” veriyor ise, durum vahim değildir. Ve hatta, vahimin ötesine geçeli çok olmuş demektir.

Hele ki, iş lafa gelince, söylemlerini; ‘Fırat kıyısında kaybolan kuzunun hesabı’ kriterine oturtmaya çalışıyorlarsa, şunu sormak gerekir:

Ya, “Kuzu” değil ama fil sürüsü kaybettik! Gören var mı?

Hep sevgi ile kalın. (Hâlâ bir devletiniz varken.)

Murat SEVGİ

RESİM: Milliyet Blog galerisi:
http://www.facebook.com/media/set/?set=a.227388942416.134790.679942416 

 
Toplam blog
: 370
: 1092
Kayıt tarihi
: 10.07.08
 
 

1969 doğumlu. Tasarımcı, endüstriyel otomasyon sistemleri için yazılım geliştiriyor. Yüksek öğren..