Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

26 Nisan '07

 
Kategori
Haftasonu
 

Foça'dan yaza merhaba

Foça'dan yaza merhaba
 

Geçtiğimiz pazar gününü, yeni gelen yaza en sıcağından bir merhaba demek adına Foça’ya ayırdım. Niyetim, sevdiğim insanlarla birlikte önce Yeni Foça Öğretmenevi’nde balık yemek, sonra da Eski Foça’ya geçip gezip-dolaşmaktı.

İzmir-Çanakkale yolunda, sürekli radar olmasından mütevellit, aheste çektiğim küreklerle ağır ağır seyrettim. Eski Foça ayrımını da geçip, biraz daha ilerideki Yeni Foça sapağından sola kıvrıldım. Yolun sağındaki ağır metal ve petro-kimya tesislerini görmezden gelerek hızlıca o bölgeyi geçmeye çalıştım. Oralardan ne zaman geçsem, hep kendi kendime sorup da bir türlü cevaplandıramadığım “<ı>ya bu cennet köşesinde, böylesine çirkin tesislerin ve malzemenin ne işi var?” cinsinden iç rahatsızlıklarımı yine yaşadım.

Nihayetinde masmavi Ege, gösterdi bir kere daha kendini bana. O ne güzel ve ne doyumsuz bir güzelliktir ki yaşamaktan, içime çekmekten, içine çekilmekten bıkmadım senelerdir.

Havada ciddi ciddi yaz kokusu vardı. Deniz durgun, su mavi, gök mavi, hayaller bembeyazdı, bir de bulutlar. Ağustosta bile serin olan Foça denizine balıklama dalmamak için zor tuttum kendimi yine.

Müthiş fotoğraflarla süslü yoldaki onlarca tepecikten birini aştığımda “<ı>Yeni Foça Öğretmenevi” tabelası, sapsarı bakıyordu yine bana, her sene biraz daha fazla küflenmiş, yaşlanmış haliyle. Sağa kırdım direksiyonu ve rampadan aşağı ağır ağır süzüldüm tadını çıkararak. Bahçe duvarlarının hemen dibindeki sardunyalar yine rengarenk kudurmuştular.

Ve ilk düş kırıklığı...O canım tesis, defalarca dalga sesli sabahlarına uyandığım, balığını yediğim, birasını içtiğim, müthiş zeytinyağlı salatasına çatallar salladığım, minik iskelesinden oltalar bıraktığım, okeye dördüncü, tavlaya müsabık olduğum Yeni Foça Öğretmenevi’nin otopark girişindeki dış kapısına zincir vurulmuştu. Beyaz yağlı boyanın üzerindeki paslı zincir, tam yüreğime oturdu.

Birkaç yıldır kapanması, satılması, özelleşmesi, güzelleşmesi falan gündemdeydi. Demek ki kesti birileri hesabını.

Son bir bakış daha fırlatıp tepeden aşağı, yollandım Eski Foça’ya doğru biraz hüzünlü, çokça da mazinin titrek mum alevinden aydınlanan alacakaranlık his sağanağında.

Yeni tesisler, kamp alanları, restoranlar ve taş taş dikilmiş evler dikkatimi çekti iki Foça arasında. Foça’nın geldiğim istikametteki girişinde hummalı bir yol çalışması vardı. Yağ gibi asfaltlanmış yolun henüz şerit çizgileri çizilmemişti. Meydanından ve otogarının önünden geçtim. Birbiri ile oynaşan iki beyaz fok’a selam verip, biraz ileride aracımı park ettim. Yürüyerek küçük ve şirin çarşısının kucağına atıverdim kendimi.

Benim gördüğüm en kalabalık ve cıvıltılı gününü yaşıyordu Foça. Meğer herkes ne kadar da özlemiş yazı, Foça’yı, denizi ve balığı. Uçtan uca restoranlarıyla çevrili küçük barınak-koyunda bir baştan bir başa turladıktan sonra artık mideme söz geçiremez hale gelmiştim bile.

Bir referansım olmadığı zamanlarda yaptığım eleminasyon ölçülerimle değerlendirdikten sonra “Deniz Restoran” adlı bir balık lokantasına oturdum. Restorandan kalkarken yalnız, malum eleminasyon ölçülerimi yeniden gözden geçirme kararı alacaktım.

Deniz börülcesi, fava, salatalar, sızma zeytinyağı, köy ekmeği ve ızgara çipuralar oldukça nefisti. Ancak sipariş ettiğim balıklar yaklaşık kırk beş dakika kadar sonra masaya gelebildi. Patlıcan salatası istemiştim farklı bir patlıcan mezesi geldi, onu geri gönderip doğrusunu istedim, yemek müddetince gelmedi. Biten ekmek sepetini ve limon tabağını doldurmalarını tam üç kez talep etmek durumunda kaldım. Yemek sonunda çıkan hesap da, verdiği daha doğrusu veremediği servis itibarıyla bizim, Ankara Hamamönü’ndeki, öğrenci mekanı Oktay Lokantası’ndan hiç de farklı olmamasına rağmen oldukça tuzluydu.

Sofra kalitesi yönünden hoş, servis kalitesi açısından ise bomboş hatta sinir harbi şeklinde geçen yemek saatlerinden sonra Foça’nın dar ve şirin sokaklarında bir süre daha adımladım. Meydanda birileri lokma döktürüyordu. Sıra çok uzundu.

Gözlerim, Alaturka Meyhane adıyla, bu sezon açılacağını, sahibi Şenol Bey’den duyduğum; Balçova Alaturka’nın Foça şubesini aradı ama göremedim.

Dönerken Bağarası üzerinden gelmeyi tercih ettim. Yollar da oldukça kalabalıktı. Ege uyanmış, Ege güzelleşmiş, Ege yaz kokmaya, demlenmeye, kıvamını bulmaya başlamıştı.

Ve yollarla sarmaş-dolaşlığım ve denizle tutkulu sevişmelerim, balık kokusuna bulanıp, yosun kokusunda ululanmalarım, mercan kayalıklarına da, mercan rakısına da, mercan balığına da meftun olmuşluğum hep böyle, yaza merhaba dediğim zamanlarımın eseridir.

Benim “yaz”larım; sakız sardunyaların yapraklarının en çok parladığı günlerde başlar ve akşamüzerleri, güneşin batmasıyla havaya çöken melisa kokularında son bulur.

Ve ben ne çok severim yazları, tıpkı baharları ve kışları, yağmurları ve hazanı sevdiğim gibi.

Sevmek, galiba, sevmeyi sevmek demek...Ne dersiniz, yanılıyor muyum acaba?

 
Toplam blog
: 898
: 3759
Kayıt tarihi
: 09.06.06
 
 

İzmir'de yaşıyorum.    Çok uzun yıllar öncesinden başlayıp, hiç ara vermeden bugünlere kada..