Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

16 Haziran '07

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Fonda müzik yaşam

Fonda müzik yaşam
 

Fonda müzik, duygular daha bir farkındalık kazanıyor. Sanki yaşamın önemini arttırıyor. Ritmine göre içim hareketleniyor. Hücrelerimin dans ettiklerini görüyorum. Yok, çok ciddiyim (aslında hafif bir gülümseme var yüzümde; hattâ, hadi söyleyeyim; kıkırdıyorum), içim kıpır kıpır. Radyoda rasgele çıkan müzikleri dinliyorum. Şarkıları veya şarkıcıları tanımıyorum. Sözleri o kadar da önemli değil. Ama notalar, melodi kulaklarımdan kalbime doluyor. Gerçekten de kalbimle dinliyorum. Nasıl desem; kalbim notaları hücrelerime akıtıyor. Bedenim hemen ritmi tanıyor, hafif hafif sallanıyorum, dans denebilir buna.

Bu radyoyu sevdim. Türkçe, yabancı karışık çalıyorlar, melodik yapısı ve ritmi uyumlu şarkıları seçiyorlar. Düşüncelerim daldan dala atlıyor, sözleri anlamam şart değil. Hücrelerim nasıl etkileneceklerine karar veriyorlar. DNA kodlarımın yüzyıllardır genetik olarak biriktirdiklerinin bir etkisi olabilir diye düşünüyorum. Hücreler nasıl etkileneceklerini biliyorlar; kendimi onlara müzikle birlikte bırakınca, gülümser bir hale geldiğimi fark ediyorum. Zaten çok yerde (özellikle “yeniçağ” veya “kişisel gelişim” türü yazılarda) okuduğuma göre insanı diğer canlılardan ayıran şeymiş gülmek. Çinliler, “Sağlıklı olmak için, günde birkaç defa karnın ağrıyıncaya kadar gül” diyorlarmış. Gerçi günümüz Çin’inde ben çok az gülen gördüm ama konuyu dağıtmayayım. Bizim atalarımız da dememişler mi; “Bir kahkaha, bir kilo pirzolaya eşittir” (öyleydi değil mi?) diye...

Yaşam müzikle film gibi birşey oluyor. Örneğin, tam da bu müzik çalarken kendimi Arnavutköy’de yürürken görüyorum. Hani orada deniz kıyısında balık lokantası vardır, bir kere buluşup yemek yemiştik. Yediklerimiz değil ama ortam güzeldi. Şimdi nasıl gülümsemem: “Yaş otuzbeş, yolun yarısı eder/ Dante gibi ortasındayız ömrün” diyor şarkıcı... Sırf bu şarkı yüzünden bir sürü insan Cahit Sıtkı Tarancı’yı anmıyor mu? Ben de hem O’nu hem Boğaz’ı anıyorum; üstelik kokusu burnumu sızlatıp, içime hüzün bile verse, hücrelerim valslerine devam ediyorlar.

Şimdi de Ajda, hem de en orjinal yorumuyla, “Hoşgör sen, affet gitsin aldırma” diyor. Sözleri güzel aslında, ama ben Ajda’nın bu şarkıyı, aynı bu şekilde söylediği zamanlara takılıyorum. O zamanki kendimi uzaktan izliyorum. Şimdiki ben, o halimi (büyümeye çalışırken, dünyayı tanımaya çalışırken, geleceğini merak edip, hatta kalbi yavaş yavaş aşkla çarpmaya başlamışken...) çok seviyor.

Aslında bütün o “kişsel gelişim” kitaplarından daha çok bilen hücrelerimiz, DNAlarımız var. Fondaki müziğe bir bırakıverin hücrelerinizi, izin verin dansediversinler; bütün evren sizinle dans edecektir inanın. Zaten kuramsal fizikçiler bile “herşeyin teorisi”nden bahsetmeye başladılar. Yani formüllerle falan mistiklerin dediklerini açıklamaya başladılar. Hayır, onlar öyle demiyorlar tabi; bu tamamen benim fantezim. Titreşimler böyle yapıyor insanı; enerji, müzik, foton, dna, hücre, evren, aşk... Her neyse adları; fonda müzik yaşamı rüyaya çeviriveriyor.

resim:

www.spaceandmotion.com/Images/cosmology/human

 
Toplam blog
: 5
: 451
Kayıt tarihi
: 27.05.07
 
 

Roman - hayal - fizik - mevlana -meditasyon - b tribe - hidden world(gary strouts) - keiko matsui - ..