Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

19 Haziran '07

 
Kategori
Fotoğraf
 

Fotoğraf bir tutkudur

Fotoğraf bir tutkudur
 

Fotoğraflarım için "yaşamın küçük bir aralığınından gördüklerimi" paylaşmaya çalıştığımı söylerim. Benim için gerçekten küçük bir aralıktır bu ve o aralıktan neleri görebildiysem onları "an" a sığdırmaya çabalarım.

1986'da Çınarcık'ta babam, sabah yağmurunun ardından bahçedeki güllerin üzerinde oluşan damlacıkları gösterip, fotoğraflamam için makinesini bana verdi. Aile fotoğrafları çekerken elimiz makina tutmaya alışmış olsa da, 25 yıllık, oldukça ağır olan Ricoh'u çiçeklerin fotoğraflarını çekmek için bana vermesi benim için etkileyici bir durumdu. O gün, O'nun yönergeleri doğrultusunda çektiğim fotoğraflara hala beğeniyle bakarım.

Ardından fırsat bulup makinayı O'ndan aldıkça birşeyler çekmeye başladım. Çoğu fotoğraf işe yaramaz olsa da, çekmeye devam ettim. Yıllar sonra Ricoh'u, benim için hazine olan bir çanta dolusu objektifi ile bana verdi. Fotoğraf çekmek garip bir tutku oluşturur insanda. Makinayı yanına almadan bir yerlere gitmek çoğu kez kaçırılan görüntüler yüzünden pişmanlık yaratırken, ağır makinayı saatlerce taşıyıp hiçbir şey çekmeden geri dönmek de sinir bozucudur.

Bir bayan olarak fotoğraf çekmek için çevreyi dolaşmak da oldukça zordur. 1988'di sanırım, yine Çınarcık'ta hep merak edip de gidemediğim, Çınarcık yerlisinin yerleşimin olduğu köy tarafına gitmeye karar vermiştim. Merkezin biraz yukarısında yer alan bölgeyi yürüyerek dolaşırken, ilk kez kendimi yabancı turist gibi hissetmiştim. Kapı önlerinde oturan köylü kadınların bakışları benim orada ne aradığımı sorar gibiydi. O yaşlarda çok da sosyal biri olmadığım için, onlarla diyaloğa girmekten kaçınıp kafam önümde eski evleri aramaya devam etmistim.

Mahallelerde bir iki saatlik gezinin ardından benim için çok değerli olan pek çok eski evin ve oyun oynayan bir iki çocuğun fotoğrafını çekmiştim. O evler benim gibiydi, kimi yıkık dökük ahıra çevrilmiş, kimi rengi solmuş ama özenle işlenen kapı desenleri hala duran, kimi zamanında konak gibi olduğu anlaşılan ve yıkılmış avlusunda bir asmanın sarmaladığı ya da pencere önlerinde düştü düşecek teneke saksılardaki sardunyalarıyla…

Ertesi yıl, bir gece yoldan geçerken, daracık sokağa itfaiyenin girmekte zorlanması nedeniyle fotoğrafladığım evlerden birinin alev alev yanışını izledim içim burkularak. Hissettirdiği, yıllara meydan okuyan yaşlı ve bilge bir tanıdığın ölümünü izlemek gibiydi. Şimdi o evler ne durumda bilmiyorum ama yıkıldı yıkılacak bir evin köşe duvarını sanki yıkılmasın diye tutmuş bir çocuğun fotoğrafı çekmiş olmak beni mutlu ediyor.

Ayvalık, eski dokusunu ve kendine has kimliğini ısrarla koruyan yerlerden biri. İnsanlar Ayvalığa öylesine de gitmiş olsalar, mutlaka onları bir yerden yakalamayı bilir ve kendini unutturmaz. Ayvalık’tan uzaktayken insan, kuvvetli esen temiz bir rüzgar onu hatırlatır, denizin kokusu ya da yazın öğle saatlerinde çamlardan yayılan kuvvetli koku onu hatırlatır ve insan bir özlem duyar.

Ayvalık'ın merkezden başlayıp tepelere çıkan geniş bir alanında eski evler vardır. Sarımsak taşı döşeli dar sokaklarda gezmek, her eski taş evin bir hikayesi olduğunu hissetmek ilginç duygular uyandırır insanda. Fotoğraf çekmek için bir sabah 7’de kalkıp ilk gördüğüm dar sokaklardan birine girdim. Fotoğraflayacak o kadar çok sokak ve ev vardı ki. 2 gün boyunca yaklaşık 3’er saat boyunca dolaştım sokakları.

Bu kez Çınarcıktaki çekingenliğim yoktu. Bir yokuşu çıktım, diğerinden indim, bir tepeyi aşıp, diğer tepeye çıktım. Saat ilerledikçe sokaklar hareketlenmeye başlamıştı. Evleri ve sokakları onlarla iç içe olan insanlarla çekmek güzel olmasına rağmen modern insanı o sokaklara yakıştıramayıp çoğunlukla boş görüntülemeye çalıştım. Ne zaman bir sokağın başında uygun açıyı bulup hazırlansam, karşıdan bir insan çıkıverdi. Ne zaman önüne bir araba, minübüs parketmeyen, pembe mavi renkleri ile gözalıcı evleri fotoğraflamaya kalksam, bir araba geçiverdi.

Davullu zurnalı bir askere uğurlama grubuyla sokak sokak köşe kapmaca oynamam beni sinirlendirmeyip güldürmeye başlamıştı. Dedim ya bir bayan olarak yalnız dolaşıp fotoğraf çekmek çok da kolay bir şey değil. Yaşlı bir teyze, turist olup olmadığımı sordu, “insanlar hep aşağıda denizde, kimse buraların güzelliğini görmüyor” diye hayıflandı. Yaşlı bir amca gazeteci olup olmadığımı sordu, “olmadığımı, fotoğrafları kendim için çektiğimi” söylediğimde gülümsedi.

Ayvalık evlerinin ve sokaklarının pek çok fotoğrafını çektiğim halde her gittiğimde yine çekiyorum, yine çekeceğim. Her çektiğimde diğerlerinde gördüğüm teknik ve görsel hataları da düzeltmeye çabalıyorum.

Ayvalık’ta evin az ötesinde oldukça yüksek bir tepe var. Önceki yaz babamla, tümüyle Ayvalığı, Şeytan Sofrasını ve Sarımsaklıyı gören o tepeye çıkıp akşamüstü güneşin batışını da yakalamayı hedeflemiştik. Çamların arasından, gittikçe dikleşen ve büyük kayalarla yer yer yolumuzun kesildiği tepeye çıkmaya başladık.Babam hızla önden çıkarken ben oldukça geride kalmıştım. Nihayet tepeye çıktık ve fotoğraf çekmeye başladık.

Gün batımı her zamanki gibi mükemmeldi. Göz alabildiğine çam dolu tepeler ve yarımadanın içlerine kadar uzanan deniz, diğer tarafta Sarımsaklı, karşıda adacıklar, biraz sağda Cunda'nın yeni yanmaya başlayan ışıkları ve sağda Ayvalık tepesi. Bu tepenin manzarası inanılmaz güzeldir ancak sanırım geçen yaz ki yangından sonra oldukça değişmiştir. Akşamüstleri güneş sarıdan turuncuya, sonra kızıla döner, denize yansır tüm ışıkları, gökyüzü maviden pembeye dönerken doğudan lacivertleşir. Ardından ya adacıkların ya da karşıda belli belirsiz görünen Midilli'nin arkasından batar.

Biz fotoğraf çekmeye dalmışken güneş birden gözden kayboldu.Hava kararmaya başladı ve babam karanlıkta inemeyeceğimizi bu nedenle acele etmemiz gerektiğini söyledi.Tepenin çıktığımız tarafı inişe pek uygun olmadığı için sol tarafından inmeye karar verdik. Çamlığın zemini kurmuş gevenlerle kaplı, gevenler adeta bir tabaka halinde tümüyle yeri kaplamış durumdaydı ve hava hızla kararırken biz, bir elimizle makinaları sıkıca tutarken diğer elimizle ağaç gövdelerini destek yapıp gevenlerin üzerinden adeta uçarak inmeye başladık. Hava hızla kararıyordu ve dik yokuş, hızlı bir iniş için çok da elverişli değildi, ağaçların arasından ve dikenli gevenlerin üzerinden nasıl o hızla indik bilemiyorum çünkü bastığımız yeri düşünmüyorduk bile o hızla, adeta uçarcasına indik yola ve hava kararmıştı artık, bir kaç küçük çizikle inişi tamamlamıştık.

İşte fotoğraf böyle bir tutku. Her koşulda, baktığımız her yerde bir başka bakış, bir başka duygu. Ve bu nedenle dediğim gibi, sadece yaşamda küçücük bir nefes aralığında yakalayabildiğim görüntüler var karelerde. Paylaşmak için…
 

 
Toplam blog
: 191
: 1283
Kayıt tarihi
: 16.01.07
 
 

Başlangıçta sadece su ve onun üzerinde salınıp duran sis mevcuttu.  Baba Apsu ortaya çıktı ve tat..