Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Temmuz '09

 
Kategori
Fotoğraf
 

Fotoğrafta niçin, ne ve nasıl

Nesnel-öznel melezi bir deneme

Giriş

Fotoğraf, göreli olarak çok yeni bir sanat. Yıllarca da sanat sayılmadı. Ancak: En basitinden belgesel sinema nasıl sanatsa, belgesel fotoğraf da bir sanattır. Haber fotoğrafları, ‘Garp Cephesinde Yeni Bir Şey Yok’ romanının yapamadığınca, milyonlarca insana savaşa karşı tavır aldırdı. Moda fotoğrafları, bedensel güzeli yücelteceğiz derken, tiksindirici bir duruma soktu.

Tüm sanatlarda olduğunca, fotoğrafta da zorunlu kurallar yok, uygulanabilir bazı ilkeler var. Bunlardan bazılarını bir bakış-seyir açısıyla izleyeceğiz.

NİÇİN

‘Neden sanat eylemek?’ ve/ya ‘niçin fotoğraf çekmek?’ sorusunun öznel yanıtı, aynı zamanda ‘neden varım?’ (: raison d’etre : varlık nedeni) sorusunun da karşılığıdır. Aslında olağan ve eğitimli insanların da, sanatçı olmaksızın bu soruyu sormaları ve yanıtlamaları uygunsa da, bu durum pek gerçekleşmez.

Bir insanın fotoğrafçılık kaygısı ne olabilir? Savaş belgeselcisi James Nachtwey, bu soruyu şöyle yanıtlıyor: Haksız savaşların acı yüzünü gösterebilmek. Haklı savaşların ne olabileceği sorusunu ise sormuyor ve yanıtlamıyor.

Lütfi Özkök, aslında edebiyatçı olmak istediğini ama gelen talepler nedeniyle, yıllar içinde bir edebiyatçı fotoğrafçısı olduğunu ifade eder.

Diane Arbus, podyum mankenlerinin güzelliğinden, New York acuzelerinin çirkinliğine kayarken, dürüst olmak istediğini belirtir.

Her yıl onlarca, belki yüzlerce kare çeken yüz milyonlarca turist, gerçekleri belgelemek değil, varolmayan soyutluklarını (diyelim biyografilerini) tarihçeye yerleştirme debelenmesini sergilerler (‘piramitler önünde ben’, ‘uzay mekiği fırlatılırken ben’ gibi).

Roland Barthes ve Susan Sontag, fotoğraf üzerine yazarken bu konulara ilişmezler. Oysa, fotoğraf üzerine yazmak da, fotoğraf çekmek denli aynı sorgulamaları gerektirir.

NASIL

Teknik

Fotoğraf, icadından beridir, teknolojiye bağımlı oldu. Tekniğin ve teknolojinin sınırları (kullanılan çözeltiler, vb), fotoğrafı çoğunluk belirledi. ‘Makine-lens-film’ üçlüsü her zaman, hatta şimdi de, fotoğraf sonucunun belirleyici etkileri / nedenleri olageldi.

Örneklemeler: ‘Daguerretype’ olabilir, ‘stereoskop’ olabilir, ‘polaroid’ olabilir. İlk fotoğraf makineleri bugünküler denli odak uzaklığı değiştiremiyordu. Balık gözü lenslerin varlığı, bambaşka bir fotoğraf atmosferi yarattı. Mikroskobik ve makroskobik (aslında teleskobik ama tele-objektif ile teleskop çok farklı şeyler olduğundan dolayı yeğlenmiyor) fotoğraflar, çok küçük ve çok büyük nesnelerin fotoğraflarını çekmemizi mümkün kıldı. Tabii, fiziğin, yani tekniğin de sınırları var: Asla bir kuark fotoğrafı (belki henüz) mümkün değil.

Resim, Fotoğraf ve Dijital Yaratı

İroniktir, resim artık fotoğraf gibi resimler yaratabilmeye başladığında (Ingres), fotoğraf icat edildi. Fotoğraf, ressamlar hala kabul etmeyebilse bile, resmi ezdi geçti. 150 yıl boyunca herşey, resmin yapabileceğinden çok daha iyi bir biçimde görselleştirildi. Hatta resssamlar, ‘foto-realizm’ adı altında fotoğraf gibi (gerçekte ondan kopya ederek) resimler yaptılar.

Eh, tarih durmadı. 1990’lardan başlayarak bilgisayarlar, öyle görsellikler kurgulayabildiler ki çok uzmanlar dışında kimse, Clinton-Monroe ikilisini aynı karede görmeyi inandırıcı bulmazlık etmedi. Artık dijital fotolar, gümüş klorürlü selüloitin yerini aldı. Bir zamanlarki ressamların tepkilerini şimdilerde naif fotoğrafçılar gösteriyor.

Bilgisayarlar, görsel teknolojiyi artık herşeyin yapılabildiği bir noktaya getirdiler. Tabii, henüz tasarım üretemiyorlar ve o nedenle de fotoğraf işleme programlarında insanların ürettikleri sonuçlar birbirine fazlasıyla benziyor.

Üslup

Üslup, her sanatçının zaman içinde geliştirdiği, eserine bakıldığında ona ait olduğunu söyleyebildiğimiz, ona özgü niteliklerdir. Örneğin, Diane Arbus’un fotoğraflarında New York acuzelerini görürüz. Ara Güler’in Türk edebiyatçıları portrelerinde o kişiye özel hiçbir nitelik göremeyiz.

Üsluba verilen önem, hiçten tama dek değişiyor. İçerikçiler üslubun hiç önemi olmadığını düşünürken, öznelci bakış açıları üslubun herşey olduğunu düşünüyor.

Form

Fotoğraf çekme öğretici kitaplar, nedense bu konuda çok hızlı klişeler geliştirdi. Solaklar hiç hesaba katılmadan asimetrik kompozisyon ilkeleri dayatıldı.

Form, bir sanat eserinin, fotoğrafın da biçim / nasıl sorularını yanıtlar ve özgürdür. Eski hatıra fotoğraflarındaki, kişilerin ve eşyaların birbirine göre konumu, gülünçtür ve uygunsuzdur. Keza, aile fotoğraflarındaki o yapay gülümsemeler de öyle...

NE

Tüm fotoğraf kursları size nasıl fotoğraf çekeceğinizi öğretmeye çabalar ama size neyin fotoğrafını çekmenizin gerektiğini veya uygun olduğunu söylemez.

Peki, neyin fotoğrafı çekilir, çekilmelidir, çekilmemelidir, çekilse de olur çekilmese de olur?

İnsan

Bir düşünelim:

Sanki, en çok insan fotoğrafı çekilmekte... Dünyada şu anda yaşayan altı milyar küsur insanın içinde fotoğrafı çekilmemiş olan bir kişi çıkmayabilir. Yaşamının sonuna gelmiş birinin ise, yüzlerce, belki binlerce fotoğrafı çekilmiştir.

Ama bir insan neden fotoğrafı çekilesi bir nesnedir / öznedir?

Sanırım gazetecilik örneği olarak, ‘Life’ dergisi bir ailenin 30-40 yıl boyunca her yıl bir fotoğrafını çekmiş ve yayınlamıştı. Orada görsel bir biyografi vardı. Tıpkı, Rembrandt’ın otoportreleri gibi, insanın gençliği, yaşlılığı çok açıkseçik resmediliyordu.

Bu yapılası bir şey midir?

Tarih

Tarihte muhakkak görülen olgular şunlardır: Savaş, kent, yazı ve ticaret (ki bu aslında tarih öncesinde bile vardı olabilir). Yazının görselliğinin fotoğraf dışında da, kataloglarda yeterince verildiğini düşünerek onu devredışı bırakalım. Ticaret de, fotoğrafın olumsuz-ticari yönünü ortaya çıkardığı için es geçilsin. Savaş ve kent fotoğrafları, onyıllardır en rayiçte olan görüntülerdir. Her kentin görsel listelenme akışı neredeyse yüz elli yıldır kesintisiz sürüyor ve belki binyıllarca da sürecek. Eğer bugün elimizde, şimdi yok edilmiş olan kentlerin benzeri albümleri olsaydı, tarih bilgimiz herhalde bin katı sıçrama yapardı.

ÖZNEL YÖN

Kişisel olarak, sanat uygulayıcısndan çok kuramcısıyım. Bu, benim kognitif-informatik zihinsel-kültürel yapımla ilgili bir durum... Durumumu eleştirmen ya da kültürolog olarak adlandırabiliriz. Eleştirmeni herkes bilir (ya da bildiğini sanır), onu geçeyim. Kültürolog, sanat eserlerini hem gündelik yaşamla, hem de diğer seçkin kültür üstyapılarıyla (bilim, düşün ve dokuz temel sanat dalı) ilintilendirir ve yorumlar.

Bir kuramcı olsam da, salt soyutluk beni doyurmamıştır hiçbir zaman... Karikatür, seramik, çizgifilm, fotoğraf, tiyatro dramaturjisi, modern dans librettosu, resim gibi, yirmi yılı geçen bir sürede geniş bir spektrumda dolaşan, sanat dalı pratikleri yapma olanağı buldum. Evet, fotoğraf da... 20 küsur yıldır, beş yıllar ölçeğinde gidip gelen bir ilgiyle, siyahbeyazdan başlayıp renkliye uzanan bir yönde fotoğraf çektim. Toplam üründe, bin - iki bin kare arasında seyrediyorumdur.

Geçmiştekileri boşverip, son on yıldır fotoğraf nesnesi takıntımı söyleyeyim: Bulutlar, özellikle de İstanbul bulutları... Son 5 yılda 100-200 arasında bulut fotoğrafı çektim. Bunların dörtte biri de siyahbeyaz. Sürenin son çeyreğinde siyahbeyaza geri dönüş yaptım. (Bunun için de, gençlik takıntım İlford’dan şaşmadım.)

Şimdi gelelim soruya:

Neden bulut?:

1986 civarında resim çalışırken, hep bulutsular çizer ve boyardım. Hepsi tamamlanmamış, dağılmak üzere olan nesnelerdi. Zihinsel varlığım da öyleydi. Kezlerce ölüm tehlikesi atlatmış biri olmak, intihar eğilimimi asla uygulamaya koymaya, hatta aklıma bile getirmeye izin vermeyecek denli çok kez beni darmadağın etti.

İşte bu nedenle bulut: ‘Duygu + davranış = kişilik = roller + statüler’ normlarının, Freud’cu faşizminde ezilip gitmenin biçimi ve içeriğiydi onlar...

Hangi bulut?:

Meteorologlar tarafından son onyıllarda ortaya çıktığı söylenen, en yüksek, lifli, hatta gözenekli, tülümsü bulutlar... Kesinkes mavi bir gökyüzü ve parlak güneş ışığında bembeyaz bulutlar...

Böylesi bulut fotoğrafları, bana o eski ketlenmişliğimin yerine, çocuksu bir özgürlük duygusu veriyor. Fotoğrafını çektiğim bulutların kısa süreler içinde yol almasını, kimi diğerleriyle çarpışmasını, kimi buharlaşıp kaybolmasını (ki uçak egsozu buharları da aynı keyfi verir) seyretmekten, en az onları daha önce fotoğraflamış olmak denli zevk alıyorum. O bulutların fotoğrafları çekilmeseydi, onlar yok olmuş olacaktı. Onların kayıtlarının bilgisi, onları binyıllar ertesinde bile, aynen üretebilecek denli açıkseçik.

Ardından bulut fotoğraflarına altyazılar da yazmaya başladım: Onları çekerken zihnimde simültane oluşan metin parçacıkları... (Kimi başkalarının fotoğraflarına da aynı metinler geliveriyor zihnime ama onları kaydetmiyorum ve gün gelip birileri benim metinsiz bulut fotoğraflarıma metinler düşleyebilir.)

ÇIKIŞ

Nesnel ve öznel söylemler, çelişir sanılır ama aslında birbirini tümler. Bu yazıda, bazı parçaları hızla geçerek, bir bütün içinde bunu ifade edebilmeye çalıştım.

Ortaya konulan bu taslak, belki başkalarının da neyin fotoğrafını nasıl çekecekleri konusunda, yeni düşünceler üretmesini getirir. Dileğim budur...

 
Toplam blog
: 2216
: 514
Kayıt tarihi
: 16.08.06
 
 

Serbest yazarım. 1960 doğumluyum. BÜ İşletme mezunuyum. ..