Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Aralık '11

 
Kategori
Fotoğraf
 

Fotus'u kalmamış sadece grafus neticelere hamile Fotograf san'atımız var

YAZI DİZİSİ: 14

Türk insanı – Türk’ün san’at anlayışı – Türk fotograf tarihçesine özet bakış –  Türk’ün Dünya ülkeleri önünde medeniyet katına çıkamama sebepleri – San’at dünyasında acı rekabetin vurduğu piyasa ve iş adamları – Adı rekabet olan, aslı rezaleti aşamayan işler sonunda, bugün Türkiye’nin vardığı olumsuz  neticeler.

Atatürk, gençliğe hitabesinde, gayet veciz ve tabiî çok doğru ve kararında sözler söylemiştir. Ne hikmetse, ardından gelenler, veciz söz söylemek bir yana; neredeyse konuşmayı bile zül kabul etmişlerdir. Suçlular acizler ve basiretsizler susarlar. Dahîler netice alırlar. Fazıllar tefekkürü kemâl mertebesi sayarlar. Ve salaklar çok konuşurlar. Bu salakların çoğu da, devlet adamı olamadığı halde, siyasetçi olanlardır. Ve sabah söylediklerinden de öğlen, en geç ikindi üzeri, geri dönerler. Ya da dün ile bugün için yumurtladıkları vecizeleri, Bir milletin Onlarca yılını yok eder. 2002 Yılına kadar, geri kalmışlığımızın aslî sebeplerinden biri de, işte budur. Atatürk Dünya milletleri ve liderleri arasında kimsenin yapmadığı, hayırlı bir işi akıl etmiş ve yeri geldiği an hemen yapmıştır. 23.Nisan’ı çocuklara, 19.Mayıs’ı gençlere bayram olarak ilân ve armağan etmiştir. Âtatürk’ün bu ulu ve ulvî duygusuna, aynı heyecanla iştirak ettiğimi, bütün gençlerin bilmesini isterim. Ancak ve ne hazindir ki; Atatürk’ü sadece kullanmak için, ağzına pelesenk eden sıradan tipler, Atatürk’ün çocuklara ve gençlere karşı olan bu müthiş tutkusunu, sonradan görmezden gelmişler ve maalesef Türk maarif sistemini, Cumhuriyetin ilk On yılı sonrasında, kökünden dinamitlemişlerdir. Bu dinamitin galip neticesine nişane olarak da, öğretim sisteminden, maarif adını kaldırıp, yerine eğitim adını koymuşlardır. Oysa, insan için eğitim, sadece Altı yaşına kadar olabilecek bir iştir. Ve biz işte bu zavallı akılla, daha da zavallı olan, bu eğitim sistemi sayesinde, uzun zamandır üniversitelerimizden, çok daha zavallı olan, adeta Altı yaşında, diplomalı ama ehliyetsiz çocuklar mezun etmekteyizdir...

Ben tabiî bütün fakülteleri pek bilemem ama, müzik, edebiyat, resim, heykel, mimarî ve tabiî fotografi konularında, dünya konservatuar ve akademilerine kıyasen nal toplamakta olduğumuzu, kesinlikle söyleyebilirim. Pardon ben “akademi” dedim. Öncelikle Türkiye’de akademinin olmadığını bilelim. Darbeci komutanlar sayesinde, Akademiyi utanmadan üniversite yaptılar. Bir ülkede şayet akademi yoksa; çek zaten o ülkede san’atın kuyruğunu, en kökünden. Türk Musikisi Konservatu(v)arı’nda ne var ne yok bilemem ama, Klâsik Türk Musikisinin artık çingene cemaatine emanet olduğunu, bilmeyen kalmadı zannedersem. Heykeli çıplak diye dikildiği yerden kaldıran, baş şehir ana kent belediye başkanının bulunduğu bir ülkede, heykel san’atı mı olur zaten? Resme baktığım zaman, durum daha da içler acısı. Fenerbahçe forması giyip, Fenerbahçe TV’de maç yorumlayan, bir gün sonra formasız ve üniformasız olarak, darbe rejimleri savunan, Bir evirilme ve devrim karşıtı olarak, hiçbir gerçeği bilmeden, siyaset bilimci gibi ancak sebepsiz korkularla konuşan, boş kaldığı bir arada da, bir hayranı tarafından vurulduğu için, sokak ortalarında “-Taksi, hastane, çekil, götür, sen kimsin?“ gibi, vurulmayı da pek başaramayan prof. ressam  öğretim üyeleri bulunan, Hiçbir mimarî değeri olmadığı için, her binası adeta zina mahsulü gibi duran ve dokunsan yıkılacak mimarlık ucubesi yapı stokları ile yığılı bir ülkede, mimardan da söz edilebilir mi? Konu fotografa geldiğinde: Durumun daha da berbat ve iç karartıcı bir noktada olduğunu görmemek mümkün değildir. Türkiye’deki fotograf anlayışı ve aklının fotografını çektiğin zaman, tesadüfen o fotograftan, sadece ve salt fotus ve grafus dahî elde edilebilirse, kurban kesmek bile vacip, hatta az olabilir.

Babamın talebesi, kendi kızını kaldırıp, bana getiriyor, fotograf mesleğini öğretmem için. Dört sene Maltepe Üniversitesinde fotograf tahsil etmiş. Allah rızası için, tek bir şey bilse; o bildiği taraftan başlayıp, öğretmeye devam edeceğim. Ama bildiği hiç bir şey yok. Önceki yazımda da işaret ettiğim gibi: ufki/kutbî ya da yatay/dikey ya da şakulî/terazî hatları bile bilmiyor, Bir de çift diagonâl yani çift çapraz hattı bilecek ki; Görselliğin A harfi, yani ilk dersi biraz işlenmiş olsun da, sıra B harfini işlemeye gelsin. Üniversite mezunu kocaman kız. Bu Dört hattı bilmeyen biri olarak, Ara Güler gibi, sadece basın fotografçısı olabilir ama, başka da bir şey olamaz. Kendisinden, çektiği fotografa yatay/dikey tashihi için, yeni kadraj yapması istendiğinde, onu da beceremez. Çünkü O çektiği fotografından feragat edemez. Ve temel mesele olan, yatay/dikey/çapraz ehemmiyeti konusunda da, sıfır bilgi sahibidir. Hiç bir bilgisi yoktur. Onca bu bilgiye ihtiyaç da yoktur. Çekimde yaptığı çarpıklığı, düzelttiğini zannetse de, Beş On seferde bile, gerçek ufkî/şakulî/çapraz doğruları bulamaz. Bu konunun üzerine gidip, talebeye akademik sualler sormaya başladığın zaman, daha da büyük bir şekilde çıkmaza dalan, tuhaf ama diplomalı ve tamamen ehliyetsiz bir hiçle karşılaşırsınız.. Bundan sonra sorulan her suale muhatap olan bu kişide, ayrı bir panik yaratırsınız. Ve nitekim, hep böyle de olmuştur, olmaktadır, Olacaktır. Ve o kişi verdiğiniz hiçbir ödevi, gereği veçhile yapamayacaktır.

O zaman, bu çocuk bunca zaman ne okumuştur? Ve niye okumuştur? İşin en berbat tarafı da, bize gelene kadar, bu gençlerin, kendilerini bir şey zannetmiş olmalarıdır. Oysa ve maalesef hepsi, diploması bulunan, ama baştan sona kadar, hiç olan bir varlıktır!.. Bu gençlere günah değil de nedir?!. Bu gençlerin çoğunu benim meslektaşlarım eğitmektedir. Buna rağmen, Dört senelik eğitimden elde edilen netice, bu mudur beyler? İnsan fotograf makinesinin kullanma kılavuzunu okusa, daha iyi fotografçı olur. Zaten okumalıdır da. Ancak bakıyorsunuz ki; hiçbir talebe, kullandığı fotograf makinesinin, kılavuzunu bile okuma zahmetine katlanmamıştır. Çünkü hoca Ondan böyle bir şey istememiştir. Çünkü hoca efendi de, eline aldığı hiçbir cihazın kılavuzunu, okuma lüzumuna inanan, bir ahlâka sahip değildir

Demek oluyor ki; bu mesele her sınıftan insan için, kökten çözülmesi elzem olan bir meseledir. Her çocuğun bundan böyle, ilk okul ilk sınıfından bilitibar, adam gibi öğretim görmesi için, maarif tüm kadroları ile seferber olmalıdır. “- İki yetmez Üç çocuk yap.” demek, bir matematiksel doğrudur ama, o çocukları eğitip öğretememek de bilinen ve yaşanan, çok ciddi bir eğridir. Bu çocukların hepsi, çağın Dünya’sı ve çağın Türkiye’si için, adam gibi yetiştirilmezlerse, tıptan hukuka, müzikten fotografa, domino etkisi ile birbirlerini yıkarak, vurarak, kırarak, bu ülkenin sonuna imza atarlar. Kaldı ki, bu imzayı bazı iş dallarında, kısmen atmaya da başladılar. Biraz uyanıp, sağa sola bakan, bakmasını bilen, kasıt ettiğim manada, çok meseleyi ürkerek görecektir. Kaldı ki, bundan da vahimi şudur. Başarısı ile bir yere gelemeyeceğini bilenler, bu yazı dizisinde de sıkça işaret edildiği üzre: Rakibini yok kabul etmekle ve/veya yok etmekle bir yere gelmeye çalışırlar ki; bu durum da, bir millet için en vahim durumdur.

Marmara Üniversitesinde okuttuğum, üstün zekâlı bir çocuk, bu stüdyoda öğrendiği senaryo deşifrajı, ses kayıt teknikleri, video çekim ve montajları, fotograf çekimleri  ve multivizyon yapımları sayesinde, halâ Amerika’da başarıdan başarıya koşarken, kendisine video montaj öğretmesi gereken, Marmara Üniversitesindeki hocası, bir sebeple stüdyomuza geldiğinde; buradaki tam profesyonel audio-visual ve dijitâl video montaj araç gereç ve imkânlarını görünce, gayet namuslu bir çaresizlikle, öğretmekle yükümlü olduğu kendi talebesine, “- Ne olur bana dijitâl montajı öğretir misin?” dedi. Gerçekten içim cız etti. Demesine desin de; Biz de öğretmesine öğretelim de, bu dersin hocası böyle deyince, talebe ne etsin? Sizce bu durum, çok tuhaf olmuyor mu?.. Bu adamlar nasıl ve neye göre hoca oldular da; nasıl (eğitim) öğretim yapıyorlar? Önceden de değindiğim gibi, hocalar da vicdan ile cüzdan arasına sıkışmış durumda olabilirler. Bu zor şartları anlamakta zorluk çekmiyorum. Ve fakat kendi meslektaşlarımın hiç değilse fotografçı olarak, böyle bir sıkıntıları olmadığını düşünüyorum. Hiç değilse Onlar, bu gençlere karşı Gazi Mustafa Kemâl’in gösterdiği saygının 1/10’ini göstersinler ki; yarınlara bir iki sağlam objektif erbabı çıkartabilelim. Aksi halde, bizlerden sonra çekilecek olan bütün fotograflar: fotus’u tükenmiş, grafus’lar olmaktan ileriye gidemeyecektir!..

Not: Bu meslek erbabından çok insanın dahî bilmediğini tahmin ettiğim için: Bilgi olarak herkese vermem yararlı olacaktır ki; Fotus = Işık aydınlık / Grafus = Gölge karanlık anlamında olup, işbu kelimeler Lâtince’den günümüz lisanlarına gelmektedir. Ve günümüze uygulanmış hali ile lisanlara topluca yansıması: fotograf şeklindedir. Altını çizerek fotoğraf gibi, efemine yapıda bir kelime olmadığına da, işaret etmek isterim.. Yani = Sen anlamadın ben anlatayım anlamındadır. Ve esasen kullanılması ayıptır. Ancak bu meslekî kelimeleri anlamayacak olan, sadece talebeler değil; meslektaşlar bile çok olduğu için, maalesef kullanılmıştır.

Haydar Volkan,

Çiftehavızlar: 09.12.2011

Bu yazı dizisi, başlığındaki konularla ilgili olarak, devam edecektir. Lûtfen takip ediniz. Ki; bilmediğiniz çok enteresan konulara vakıf olunuz. Hem kendinizi hem de çevrenizi tanıyınız.

  

 
Toplam blog
: 148
: 492
Kayıt tarihi
: 04.02.09
 
 

Haydar Volkan: 21.05.944 Rebabi bestekar Sabahaddin Volkan ve Piyanist Mukadder Volkanın oğlu olar..