Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

12 Haziran '07

 
Kategori
Futbol
 

Futbol oyunu-2... Dünya Kupa' larında İtalya ve biz.

Futbol oyunu-2... Dünya Kupa' larında İtalya ve biz.
 

Hani 4 yılda bir yapılan ve yalnızca televizyonardan dünya yıldızlarını bir araya getiren bizi de bir kere üçüncü olduğumuz fakat yıllarca gıpta ile baktığımız Dünya Kupası nasıl doğmuş biliyor musunuz?

Esasında Dünya kupasını ilk fikri atan Julies Rimet’ir. Antwerp’te soğuk bir kış günü… 1920 yılı son demlerini yaşıyordu. Antwerp’te toplanan Uluslar arası futbol Federasyonu’nun kongresinde Fransız Avukat Julies Rimet baskanlığa seçiliyor ve o andan itibaren futbolun kaderi değişiyor. Rimet, futbolu insanlar arasında sorunları çözebilecek bir unsur olarak görüyor ve farklı kültürlerde ki, farklı dilleri konuşan ülkelerin katıldığı bir organizasyonu gerçekleştirmenin planlarını yapıyordu. Başkan olur olmaz, arkadaşlarına fikirlerini açıkladı. Genel Sekreter Henry Delaunay, Rimet’e ilk olur diyen kişi olmuştu. Dünya Kupasını organize edebilmek için ilk adım atılmıştı. Bu fikir tüm dünyada heyecan yarattı. Çünkü müthiş bir fikirdi. Tam 8 yıl boyunca yapılan tüm girişimlerden sonra ilk Dünya Kupası 1930 yılında Uruguay’da yapılmasına karar verildi. O yıldan itibaren de her 4 yılda bir düzenli olara ancak 2.nci Dünya Savaşı nedeniyle 1942 ve 1946 yılları hariç yapıldı. En sonuncusu 2006 yılı olmak üzere tam 18 defa organize edilmiştir.

Şimdi sormak lazım böyle bir organizasyona neden katılamıyoruz. Gerçi 2 defa katıldığımız halde acaba neden diğerlerinde yoktuk. Yoksa Türkiye’de futbol yok muydu?

Eminim var diyeceksiniz. Üstelikte futbol hayatımıza girmiş erkekler arasında en fazla konuşulan konulardan biri olmuşuz. Ama ne var ki kendimizi aşamamışız. Bunun en büyük sebebi bence cumhuriyetimizin ilk yıllarında aile büyüklerimizin spora bakışı hiç olumlu olmamış. “Benim oğlum okuyacak doktor olacak, mühendis olacak” zihniyeti ile büyüyen çocukların ilerde belki yıldız futbolcu olmayı engellemiştir diye düşünüyorum. Buna en güzel örnek olarak Faruk amcamı gösterebilirim. Çünkü dedem amcamın futbolcu olmasını engellemiştir. Belki bu yalnız bizim ailemiz de değil toplumuzun genel yargısı böyle idi. Belki daha yetenekli çocuklar çıkacaktı futbol piyasasına fakat bunlar keşfedilemeden yok oldu.

İkinci bir neden de futbol sahalarının patates tarlasına benziyor olmasındandır. Onu da şöyle açıklayım. Biz millet olarak maalesef yeşil alanları sevmeyen bir milletiz. Ormanları yok etmede bire biriz. Bundan dolayı sahalarımız uzun bir süre yeşillendirmekten kaçınmışız ve maçlarımızı toprak sahalarda yapmışız. Sonrada da yeşillendirmeler yapşakta ben çok iyi hatırlıyorum -küçücüktüm o zamanlar ilkokula gidiyordum - ligimiz başladıktan sonra 2 ve 3 hafta sonra yağmur ve kardan bozulur sezon boyunca öyle devam ederdi.

Babam söylemişti “Bir zamanlar Şükrü Gülleşin, Can Bartu ve Metin Oktay gibi futbolcular İtalya’da kısa aralıklarla oynasalarda” dış ülkelerde ki yeşil sahalardan habersiz biz bize toprak sahalarda mücadele ettik. Avrupa kupaları ve milli maçlar nedeni ile Avrupa'ya giden milli futbolcularımız Avrupa’da ki sahaları gördüklerinde çok şaşıyorlarmış. İşte Türkiye’nin geri kalmışlıktan çarpıcı bir örnek daha size…

Tabi TV’nin de Türkiye’ye çok geç gelmesi dünya futbolu hakkında çok uzaklarda kalmamıza sebep olmuştur.

Esasında Julies Rimet’in getirdiği öneri insanlar arasında sorunları çözebilecek bir unsur olarak görmesi ve farklı kültürlerde ki, farklı dilleri konuşan insanları bir araya toplamaktı. Elbette kazanmak çok güzel bir şey ve insanı son derece mutluluk veriyor ama o kadar da önemi olmaması lazım insan hayatında. Yalnızca iyi hazırlanan, çok çalışan, mücadele eden, konsantre olan ve rakibinden fazla koşan devamlı kazanır. Bu sporun gereğinde vardır. Ama insanları birleştirmekten kaynaştırmaktan başka ne güzellik olabilir.

Düşünüyorum da Dünya Kupasında organize eden ülkeler, yıldız futbolcuları izleme fırsatını yakalamışlardır. Burada süren ve 1 ay boyunca mücadeleler sonucunda kendilerine bir pazar oluşturulmaktadır futbolcular. Yani bir vitrin de diye biliriz buna. O oyuncuların kabiliyetlerini herkese beğendirebilecek bir pazar olarak ta görebiliriz o yeşil çimenlerde. Kim istemez ki o yeşil çimenlerin üzerinde beğenilmek. O tribünlerde yerini alan belki kulüp başkanları, o maçın sonucundan çok aklında... "Bu oyuncuyu nasıl transfer edebilirim" diye yatar. Kim istemez beğenildikten sonra transfer görüşmelerinde karşısında misal Milan’ın kulüp başkanının seni istemeye gelmesini. Varsa kabiliyetin bal gibi de olur. Yakın zamanlarda Avrupa’nın yüzünü görmeyen oyuncularımız 2002 Dünya Kupasından sonra kendilerine pazar bulabilmişlerdir. Bir önce ki bloğumda da hep bundan bahsettim ben. "Beğenilmek". Yıldız futbolcuların karşısında korkmadan mücadele eden futbolcuları kim beğenmez ki acaba.

Hatırlatılır. 2002 Dünya Kupasından sonra yaprak dökümü gibi özelikle Galatasaraylı futbolcular dış transferlerle Avrupa’ya açılmamışlar mıydı?

Yukarı da saydığım sebeplerden dolayı böyle bir organizeyi tertip edebilme fırsatını da yakalayamadık. Bundan dolayı Türk toplumu dünyaca tanınan yıldızları bir arada görüp izlemekten mahrum bırakılmışlardır.

Şimdi de Dünya Kupalarında bugün kadar yapılan 18 organizasyonda ilk dörde giren takımların listesini vermek istiyorum.

Yıl ......Yapıldığı yer ........Birinci......... İkinci.............. Üçüncü....... Dördüncü

1930 – Uruguay…….......…Uruguay … ..Arjantin………....... ABD-Yugoslavya
1934 - Fransa … …...........İtalya ….…..Çakoslavakya.… Almanya…….. .Avusurya
1938 - İtalya … …............İtalya ……....Macaristan …..... Brezilya……....İsveç
1950 - Brezilya… .…........ Uruguay… . Brezilya …….... ..İsveç ……… ....İspanya
1954 - İsveçre ……......... Almanya …..Macaristan ..... …Avusturya…... Uruguay
1958 - İsveç …… ..…........ Brezilya …..İsveç ……….......…Fransa ……..…Almanya
1962 - Şili ……… …........... Brezilya .. .Çekoslavakya….. Şili ……… ....…Yugoslavakya
1966 - İngiltere . …..........İngiltere …..Almanya ……...…..Portekiz…….. SSCB
1970 - Meksika … ….........Brezilya …..İtalya………….,..... Almanya …… .Uruguay
1974 - Almanya…........ … Almanya …..Hollanda……...... Brezilya… .…. Polonya
1978 - Arjantin … .......…..Arjantin ….. Hollanda……....... Brezilya …..….İtalya
1982 - İpanya ……....... ….İtalya … …...Almanya ………....Polonya ….…. .Fransa
1986 - Meksika… ......... . Arjantin… .. Almanya……....…..Fansa…….….. Belçika
1990 - İtalya…................Almanya….. Arjantin…..….....…İtalya …….… .İngiltere
1994 - ABD … … ..…........ Brezilya….. İtalya ………….......İşveç……….... Bulgaristan
1998 - Fransa … ........…...Fransa…….. Brezilya ………......Hollanda ….…Hırvatistan
2002 - Japonya-Kore ......Brezilya…... Almanya……....… Türkiye …......G.Kore
2006 - Almanya …...... .…İtalya ……..…Fansa …… …….....Almanya........Portekiz

Buradan da görüldüğü gibi Dünya Kupasında devamlı dereceye giren ülkeler hep basta Brezilya, İtalya, Almanya gibi ülkeler dünya futbolunun lokomotifini oluşturmaktadır.

Dünya Kupasında Şeref Kürsüsünde Olan Ülkelerin bazıları.

1. Brezilya Güney Amerika kıtasından katılıyor 5 kere Şampiyonluk(1958-1962-1970-1994-2002), 2 kere ikincilik (1950-1998) 3 kere üçüncülük (1938-1974-1978), yani 18 organizasyonda toplam 10 kere kürsüye çıkmış.

2. İtalya Avrupa kıtasından katılıyor 4 kere şampiyonluk (1934-1938-1982-2006), 2 kere ikincilik (1970-1994), 1 kere üçüncülük (1990), 1 kere de dördüncülük (1978) toplam 8 kere kürsüye çıkmış

3. Almanya Avrupa kıtasından katılıyor 3 kere şampiyonluk (1954-1974-1990) 3 kere ikincilik (1982-1986), 3 kere üçüncülük (1934-1970-2006), 1 kere de dördüncülük (1958) toplam 10 kere.

Burada bunları yayınlamak isteyişimin nedeni özellikle İtalya’dır. İtalya’nın 4 kere şampiyon olması ki bu da Avrupa kıtasından en fazla şampiyon kazanan ülke durumundadır ve bizim gibi Akdeniz ülkesi olup bize benzeyen özeliklere sahip olmasındandır.

Dünya Kupalarına katılmak her ülke için şereftir diye düşünüyorum. Ama bu şerefe her zaman ulaşan ülkeler mevcuttur. Brezilya, Almanya. İtalya, İngiltere, Arjantin, Fransa, kupanın efeleridirler. Diğer ülkelerde 1 ay boyunca süren ve dünyayı kasırgasına alan turnuvaya renk veren elemanları diye görüyorum. Bunlardan biride 2002’de biz olduk. Ama nasıl?

Nasıl mı? Açıklayayım izninizle.

1. Grubumuzdan zor çıkmışsız. Orada Brezilya Kostarika’ya 1 puan verseydi o gün bizim Çin’i yendiğmiz halde porçamızı alır gerişim geriye dönerdik. Çünkü o gün grubumuzun son maçları oynanılıyordu.

2. İkinci Turda karşılaştığımız Japonya ve çeyrek finalde karşılaştğımız bir önce ki dünya kupası sahibi Fransa galibi Senegal milli takımları tam dişimize göre çıktı.

3. Üçüncülük maçında İtalya’yı beklerken onu eleyen Güney Kore karşımızda idi.

4.Grrup maçları dahil hiç bir Avrupa Takımları ile karşılaşmadık.

5. İhtiraf edeyim o zaman oraya gelen efsane takımlar elenmiş biz ve Güney Kore, Brezilya'nın ve Almanya’nın arkasından zirvedeydik. Doğrusunu söylemek gerekirse biraz da şans yanımızda idi.

Bu gelen başarı tabi Avrupa Kulüplerin dikkatini çekmiş ister istemez Avrupalının gözü bizim futbolcuların üzerinde olmuştur. Onlar halende futbol yaşantılarını Avrupa’da devam etmektedirler. Bunların örneklerini bir önce ki bloğumda vermiştim. Burada tekrar vermeyi uygun görmüyorum.

Şimdi burada başka bir hususu belirteyim. Dünya yıldızları ile beraber olmak, onlarla beraber yiyip içmek, onlarla maç günlerinde aynı odaları paylaşmak… Örnek mi? Emre Belezoğlu. İnter’de oynarken Brezilyalı ünlü futbolcusu Ronaldo ile beraber değil mi di?

Arkadaşlar biz bunları görelim. Bunları yazalım, bunları tartışalım. Yok Kezman bu kadar oynamış, niye bu kadar para vermişler, yazık değil miymiş bu kadar paraya gibi tartışmalar hiç hoş değil? Hatta Fenerbahçe’nin Roberto Carlos transferinde yanlış politika olduğunu nu belirtenlere birkaç sözüm var.

Bıraksınlar. Tıpkı İtalya’da olduğu gibi zengin kulüpler kadrolarını dünyanın yıldızları ile doldursunlar. Ne demek istiyorum biliyor muşunuz? İçlerinde birkaç tane Türk’ten oluşan üç dört tane Avrupa takımını buraya getirelim. Olur mu? Olur. Ve bizim Ahmet ve Mehmet’lerden Kurulu Türk takımlarını burada karşılaştıralım. Bizim Rizespor’u, Gaziantepspor’u, Gençlerbirliği’ni, Konyaspor’u ve diğer takımları o bahsettiğim Avrupa Takımlarla karşılaştıralım. İşte bu takımlar da ki yabancılarda sınırlandırma getirelim. O takımları Avrupa piyasasına çıkartmak adına. Ligimizde ki takımları Avrupa’da oynuyormuş gibi. Belki başta çok uçurumlar olacak ama rekabeti de artıracaktır. Bu ara devlette kulüplere desteği versin. En azında o Anadolu kulüplere vergiyi kaldırsın. Birde oraya gelen Carlos’lu Fenerbahçe’yi izlemek için statların dolup taşması hasılatı da çoğaltacak onlar adına.

Örnek mi? Fenerbahçe Robert Carlos'u transfer etti değil mi?

-Evet. Pekiyi Fenerbahçe'nin kadrosunu yabancılarla genişletelim. Tıpkı İtalya'da bulunan Milan takımı gibi. Fenerbahçe bunun yanında tabi Galatsaray, Beşiktaş'da boş durmayacak elbette ve Avrupa'da başarı bekleyen takımların önü açılacak böylece.

Şimdi gelelim bizim ligimize. Evet bizim Süper ligimizde ki herhangi bir takımımızın Fenerbahçe karşısında, Galatasaray'ın karşısında aldığı sonuç olmalı bizim için. Elbette bir Fenerbahçeli olarak, bir Galatasaraylı olarak tuttuğumuz takımın kazanmasını isteriz ama birde puan kayıplarında o yıldızlar topluluğunu yerden yere vururuz da hiç düşünmeyiz... O Anadolu takımın esasında Avrupa takımını dize getirdiğni tartışmayız hiç. Ama Türk takımlarının da bir Millanı yenmesini bekleriz. Yendiğimizde sokaklara dökülürüz de Carlos'lu, Kezman'lı, Alex'li bir Fenerbahçe'nin ligte yenilmesini tartısırız hep. Esasında Türk çocukların da bir farkı yoktur bir Carlos'tan, bir Kezman'dan, bir Alex'ten. Eğer onları düşünüyorsak ilk önce dünya yıldızlarını belli takımlara transfer edip bizimkilerle karşılaştırmak olmalı. "Bıraksınlar Aziz Yıldırımı istediği kadar yıldız getirsin önemli olan o yıldızların karşısında Türk futbolcusunun mücadele etmesini öğretmektir. Türk futbolcusunu birer yıldız yapmaktır. Ve bunlardan kurulu olmalıdır Milli Takımımız." Bu konuyu bu şekilde bakmak lazım bence.

Esasında Aziz Yıldırım bu konuda yüzde yüz haklı. Avrupalılarla baş etmek için yabancı sınırını kaldırmak istemesi bence mantıklı. İster istemez diğer takımlarda oynayan Türk futbolcusuna katkıda bulunuyor olacak. Böyle düşünmemin Fenerbahçe'li olmamla hiç bir alakası yoktur bunun. Ben her zaman doğruların yanındayım çünkü yukarıda ki rakamlar onu gösteriyor.

Bu şekilde Avrupa'da da başarı gelir, Dünya Kupalarında da üçüncülüktende ileri gideriz buna inanın.

İşte İtalya örneği. İtalyanlar hep bunu yapıyor. İnanmayan varsa İtalya kulüplerin kadrolarını incelemesini tavsiye ederim. Sonuç ortada. 4 kere Dünya Şampiyonluğu, 2 kere Dünya ikinciliği, 1 kere Dünya üçüncülüğü ve 1 kere de Dünya dördüncülüğü var bu 18 organizasyonda.

Ya biz. Yıllarca uzak kalmışsız Dünya Kupalarında… Bir seferinde de yaptığımız 8 tane eleme maçında: 1 gol atıp 20 yemişsiz. Sıfır puan çekmişsiz… Niye mi? Hep yapılan bu tartışmaların sonucunda olmuş.

Bir ara Piontek gelmiş milli takımın başına bir şeyler vermeye çalışmış. Arkadan Derwall gelmiş. İyi ki de gelmiş. Onların Türk Futboluna katkıları da ortada… Onların yetiştirdiği Mustafa Denizli ve Fatih Terim gibi isimler değil midi ve onlarla hem Milli Takımlar düzeyinde hem de Galatasaray’ımız başarıdan başarıya koşmadılar mı?

İşte sonuç: 1 kere de olsa Dünya üçüncülüğü ve bir kere de UEFA Kupası.

Beyler kendinize gelin ve haksızlık yapmayın.

Sezar’ın hakkını Sezar’a verin.

 
Toplam blog
: 540
: 3176
Kayıt tarihi
: 02.01.07
 
 

Hiç bir motorlu araca binmeyi sevemedim. Daha doğrusu sevdiremediler. Onun yerine iki tekerlekli ..