Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

14 Aralık '06

 
Kategori
Sinema
 

Gala' da " Cenneti Beklerken "

Gala' da " Cenneti Beklerken "
 

Dün gece Cevahir Alışveriş Merkezinde yer alan, AVM kadar devasa olan Megaplex sinema komplexinde, Derviş Zaim’ in senaryosunu yazdığı ve yönettiği “ Cenneti beklerken ” filminin galası gerçekleştirildi. Gala’ya katılma fırsatı bulunan şanslı insanlardan birsiydim. Şanslıyım diyorum, özel insanlarla birlikte filmi seyretmek son derece keyifliydi. Keza, çok daha güzel bir şey var ki normal şartlarda da beğenerek izlediğim oyuncuların “ Cenneti Beklerken ” de oynaması ve galada tam kadro bulunmaları ve yine filmi onlarla birlikte aynı salonda seyretmek son derece keyifliydi.

Filmde yer alan oyuncular, filmdeki karakterlerinin adları ile birlikte şöyleydi; Eflatun : Serhat Tutumluer, Leyla : Melisa Sözen ,Osman : Mesut Akusta, Şehzade Danyal : Nihat İleri ,Dilsiz Mustafa : Numan Acar, Şehzade Yakup : Mehmet Ali Nuroğlu. Nihat İlerinin tiyatral oyunu ve tok sesi beni çok etkiledi, başroldeki Serhat Tutumluer ise çok başarılı bir oyuncu olmasına rağmen senaryo-metin oyunculuğu çok geri planlara atana bir senaryo olduğundan maalesef şanssızdı. Melisa Sözen ise her zamanki gibi hem filmde, hem de galada çok güzeldi. Evet işte bu bahsi geçen oyuncular tam kadro oradaydı ve birlikte filmi izleme fırsatımız oldu. Gala’nın sürprizi ise kokteyl’de görme fırsatı bulduğumuz, bol ödüllü “Takva” filminin, yine bol ödüllü oyuncusu Erkan Can’dı. Her zamanki sadeliği ve doğalığı ile arkadaşları ile bir köşede o sevimli sureti ile muhabbet ediyordu. Gecenin önemli konuğu, KKTC Cumhurbaşkanı Sn. Mehmet Ali Talat ve eşi Oya Talat da gala da hazır bulunmuşlardı. Ne işi var derseniz? Derviş Zaim Kıbrıslı bir sanatçı, Cumhurbaşkanlığı da Kıbrıslı sanatçıları desteklemek amacıyla filme nakdi yardımda bulunarak sponsor olmuş. Şayet böyle bir ortamda izlemeseydim film benim için biraz daha çekilmez ve katlanılamaz olabilirdi. Neden mi böyle söylüyorum?

Çünkü, filmin fragmanının, filme dair verdiği ipucundan yola çıkarak beklentim biraz yüksekti. Konu çok özgün, fragmandaki sahneler son derece başarılı, oldukça özgün bir çalışma gibi geliyor ki öylede. Ancak, filmin içine girdiğinizde şöyle bir şeyle karşılaşıyorsunuz. Aslında, o çok daha güzel işlenebilecek konu-malzemeyi belli karelerden oluşan fotoğrafları, çok güzel bir fon müziği ile arka arka koymuşlar hissi ve izlenimi veriyor. Ben, filmin merak uyandırmamasına değinmek isterken bir arkadaşım film çıkışı “uyandırmadı bileee” dedi. Adam, filmin büyük bir kısmında uyumuş, bende bu insanları anlamıyorum, uykun var ve uyumuşsun, neden filme yüklüyorsun ki? Ne kadar durağan olsa bile herhangi bir film, oyun, etkinlik izlemeye gittiğinde, eğer uykun yoksa uyumaz izler ve bütününü değerlendirirsin. Bir başka arkadaşımla ise filmin, malzemenin, oyuncuların daha iyi kullanabileceği yönünde hemfikir olduğumuzu konuştuk. Evet konu çok güzel, özellikli bir dönem anlatılıyor, çok daha güzel işlenebildi diye düşünüyorsunuz. Ama neticede senarist olmadığımızdan neyi? Ne kadar bilerek söylüyoruz onu da bir kenara yazmak gerekir.

Ben filmin tüm karelerini hiç kaçırmadan pür dikkat izledim, öyle aman aman sıkılmadım, ancak film temposundan şikayet ettim. Filmin, hakkının teslim edilmesi gereken yönleri ise minyatürlerin bilgisayar ortamında hareketli hale getirilmesi muazzam güzellikteydi, ayrıca İstanbul’un 1600’lü yıllardaki halini iyi tasvir etmişler ve yine bilgisayar ile tarihi yarım ada yı temizleyerek ve tıraşlayarak kameralara yansıtmışlar. Yanı sıra, kamera mükemmel kullanılmış, bir kareden çıkmadan diğerine çok yumuşak geçişleri yaptırıyordu izleyene. Filmin müzikleri ise muazzam güzellikteydi. Belki de çoğu yerde hissi ve heyecanı müzik verdi. Evet, bir aşk malzemesi var ama hiç dramatize edilmemiş. Bir kahramanlık öyküsü var ama hiç coşturmuyor. Gecenin devamında arkadaşlarla bir mekanda oturduk, haliyle film konuşuldu. Mekan, kumbaracı yokuşunda …. manzara, tarihi yarımada içkilerimiz yudumlarken bir arkadaş dedi ki (uyanık olduğu anda izlediği dönem için söylediğini itiraf etmeliyim, bu arkadaşta filmin yarısında uyuyanlardan) yaaa sanki bir takım fotoğraflardan Powerpoint sunum hazırlanmış fondada çok güzel müzikler konulmuş gibiydi dedi ve tabi kahkahalar yükseliyordu o vakit bizim masada. Filmin izlediği zamanlardaki görüntüleri için Powerpoint demişti yaaaa, çok güldüük. Herkeste başka başka hisler ve düşünceler bıraktı tabi film. Ama en acısı salondaki alkışın zayıflığı idi. Maalesef galalarda puanlarını verirler ya hani filmin, “Cenneti Beklerken” in puanı sanırım oldukça düşük, kaldı ki oyuncularda bir böyleeee kaldı, kimsede heyecanlı ve parlayan gözler göremiyorduk. Umalım da Türk sinemasının çıkarlarına hizmet edecek kadar gişe çeksin, gişe tahminleri de yaptık tabi o akşam, bakalım kimin dediği çıkacak.

Haaa bu arada filmin konusun özeti: On yedinci yüzyılda, Osmanlı İmparatorluğu'nun başkenti İstanbul'da yaşayan minyatür ustası Eflatun, ustalarının kendisine öğrettiklerine karşı gelerek, eşinin ve oğlunun ölümü sonrasında, Batılı tarzda portrelerini çizer. Çelişkili duygular içerisindeki Eflatun, bir gün zorla bir Osmanlı vezirinin konağına götürülür. Vezir, Eflatun'dan, Osmanlı İmparatorluğu'na karşı ayaklanan Danyal adlı sözde bir şehzadenin, idamından önce Batılı tarzda portresini yapmasını ister.

Çırağı rehin alınan Eflatun, bu emir karşısında vezirin bir grup silahlı adamıyla birlikte Anadolu bozkırlarına doğru tehlikeli bir yolculuğa çıkar. Yolda rastladığı köle kızı Leyla'yı acıyarak yanına alan Eflatun, taht kavgasının ortasında bir yandan var olma mücadelesi verirken diğer yandan da bu güzel köle kız ile gizliden gizliye bir aşk yaşamaya başlar. Verdikleri kayıplara rağmen şehzade Danyal'ın hapsedildiği kaleye vardıklarında grubu büyük bir sürpriz beklemektedir.

Kavganın ve aşkın imparatorluğunda hayatta kalma savaşı veren Eflatun ve Leyla, hayalle gerçeğin harmanlandığı bu büyülü masalda kendi cennetlerini yaratırlar.

 
Toplam blog
: 13
: 1277
Kayıt tarihi
: 13.07.06
 
 

ben bir denizim, ben bir denizim, kendi içinde taşan.....