Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

13 Aralık '07

 
Kategori
Türkiye Ekonomisi
 

Galata bankerleri. Duraksama...

Galata bankerleri. Duraksama...
 

www.meleklermekani.com/osmanli-tablolari...adresli sayfadan alınmıştır...


Da Vinci’nin tasarımı uygulansaydı ne olurdu?

Güzel olurdu...

İmparatorluktaki yükseliş dönemini takip eden sürecin akabinde, kontrolü ve muhafazası gittikçe güçleşen, beraberinde yerel idare sorunları ile iktisadi beklentilerin farklılaştığı bir dünyanın yansımaları da, genişlemeyi > engeller bir halde idi...Devlet, hükmetme, hükümet, hukuk, adalet, güvenlik ve sair konularda, dönemine göre yüksek düzeyde bir hizmet verir halde olsa da; Toplum da, topluluklar arasındaki ekonomik beklentilerde, alışık olunanın dışına çıkmaya, yeniden yapılanmaya doğru işaretler beliriyordu...Avrupa bu konuda Osmanlı İmparatorluğuna nazaran daha aktif bir politika izliyor, özellikle ekonomik alanda > agresif ve büyüyen bir yapı sergiliyordu...

Merkantilizm, kuralları ve uygulamaları itibariyle feodal yaklaşımdaki kuralları sarsıyor, bilinenin dışında yeni açılımları zorluyordu...

Dönem itibariyle üretimin dayandığı ana kaynak tarım olduğundan, uygulana gelmiş bildik yöntemler de...>>

Mesela; Bölge kralındır, hakim güçtür, hazineyi ve emniyeti düzenler...Asiller toprak sahibidir, Kralı temsil eder, tarımı kontrol ve koordine eder, üretim kaynağının hakim aktörüdür...Tüccarlar üretimden elde edilenin ticaretini ve gelir akışını düzenler, asiller ve Kralın piyasa aktörüdür...Rahipler topluluğun davranış biçimlerinin düzenini sağlamada görevli olsalar da bunla sınırlı kalmaz, siyasete ve ekonomiye de müdahale eder, kilisenin hakkını muhafaza ederler, ruhban sınıfı temsil eder, her aktöre etki edebilecek diğer bir aktördür...Serf’ler, köylü-üretimde çalışan tarım işçisi-hizmetli sınıfı ki, sadece ve sadece hizmet ederler, çalışma dışında odaklandıkları bir alan yoktur, ev-tarla-hizmet arasında ömür tüketen aktörler şeklindeydi.

>>...kısıtlı bir anlayışa hizmet etmektedir, yetersizliği belirginleşmiştir, feodalizm dönemi taşıyamaz bir hale gelmiştir, bu konudaki değişim rüzgarı, tüm aktörleri derinden etkileyecek bir zaman diliminin de habercisidir.

Kara ölüm olarak adlandırılan “Veba” salgını, iş gücünün kıtlaşması, savaşlar, değişim arayışı, keşifler, seyahatlerin artışı derken, mevcut sorunlara yenisi eklenen diğer olumsuzluklar, bunların çözümü ile ilgili arayışlar, zıtlaşmalar, süreci de ister istemez hızlandırıyordu...

Ortaçağın bitişini sembolize eden reform ve Rönesans hareketleri, milli devlet oluşumunda yaşanan hareketlilik, akabinde milli ekonomi fikri ve beraberinde merkantilizmin gelişmesi...

Duraklama ve gerileme devrinde Galata bankerleri...

17yy'ın başlarında Osmanlı İmparatorluğu artık genişleme gücünü kaybetmiş ve bir duraklama devrine girmiştir.

Batıda merkantilist politika ile başta Fransa ve İngiltere olmak üzere hemen hemen bütün irili ufaklı devletler iktisadi açıdan güçlenerek büyümekteydi...

Özellikle Osmanlı hudutlarının içerlerine kadar sarkan deniz yolu ve uzun kara yolu ticaretini kendi milli ekonomik hedeflerine uygun olarak sürdürüyorlardı...

Ne hikmet ise, aynı dönemde, Osmanlı İmparatorluğu bu milli hedeflerden fersah fersah uzak, kendi menfaatlerini ön plana alan bir anlayışı görmezden gelen, gayrî milli olan bir iktisat politikasını uygulamıştır; ya da buna itilmiştir.

Bu durum, aynı zaman da, imparatorluğun duraklama ve gerileme devrine girmesindeki sebebin, sadece “savaş alanlarındaki başarısızlıklar ve bu başarısızlıkların getirdiği iktisadi çöküş nedendir” gibi bir sonuca bağlamanın, hatalı olduğunu, gerçekçi ve günün koşullarını dikkate almadan bakıldığını gösterir tarihi bir açılımdır.

İmparatorluğun toprak kaybetmesi, merkezi gücün vergi hasılatının düşmesine sebep olmuşsa da, asıl çöküntü mevcut topraklarda yapılan tarımda > hiç bir teknolojik gelişme kaydedilmemesi ve buna bağlı olarak emsâllerine göre verim düşüklüğünün hâd safhaya ulaşması, nedenlerden belki de en önemlisi idi...

Bu duruma bağlı olarak, tarım malları ticaretinin ve fiyat saptama merkezlerinin yabancıların eline geçmesi ayrı bir açmaz oluşturuyordu; Günümüzde “Fındık” üretiminin yaşadığı durumun, tarihsel, döneme ait ilginç benzerliğinin o dönemden bu döneme taşıdığı “saptama”, ilginç değil mi..?

Bu yeterince yük getirmezmiş gibi, “En kötü çözüm, çözümsüzlükten iyidir” misâli, 1740 kapitülasyonları... Aynı zamanda, yaşanan dönemin içeriğini belgeleyen bu durum, imparatorluğun sadece tarımda değil, sanayi ve küçük zanaatlarda ve ticaret alanında yükseliş dönemindeki gücünü yitirmesine de sebep olmuştu.

İlginçtir, bu dönemde, ”Duraklama ve gerileme devrinde” Galata bankerlerini daha çok Rumların oluşturduğu görülür...

1560 yıllarından sonra İstanbul ve civar kentleri terk etmiş olan Bizans Rumları, tekrar eski yerlerine yerleşme müsaadesine kavuşmuşlardı. Bu dönem aynı zamanda, Merkantilizmin önemli bir ithalat pazarı haline getirdiği İstanbul'da, toptancılık ve büyük hacimli ticaret demekti. Rumlar bu kentin toptancı ve büyük ticaretini ele geçirdikleri gibi, Galata ve civarında yüzü aşan bankerlik kuruluşunun da sahibi olmuşlardı. Öyle ki; İmparatorluğun iktisadi hayatına, hükümet merkezindeki üstünlükleri > ile adeta el koyar hale gelmişlerdi. Bu bir anda olan bir gelişme değildi elbet; Rumların bu güce erişmelerine sebep, Merkantilizmin Avrupa'da merkezi hükümetleri güçlendirmesi, açılan meslek ve yüksek okulların benzerlerini İstanbul'da kurmuş olmaları ve buna benzer etkinlikleri şeklinde sıralanabilir...

17yy'ın sonuna doğru İstanbul'da bir yüksek okul açan Rumlar, burada her türlü çağdaş ilim eğitimi yanında, iktisat ve ticaret ile ilgili derslerin ağırlıkla okutulduğu, bilgi ve becerinin kaynaştırıldığı bir merkezin de sahibi idiler...

Bu sayede Avrupa dillerini de öğrenen ve Merkantilist ticaretin kurallarını çabukça kavrayan Rumlar, bankacılık alanında da Musevilerin önüne geçmeyi başarmışlardır.

Zenginleştikçe de çocuklarını daha iyi okutmak olanağına sahip olmuşlar, okullarına Batıdan hocalar getirmişler ve başarılı öğrencilere vakıf kurumları yardımıyla Avrupa'da öğrenim yapma olanağı sağlamışlardır.

Bunlar olurken Osmanlı ne yapıyordu?

Lâle devrini <1718-1730>> yaşıyordu sanırım...

Özellikle 1740 kapitülasyonlarından sonra Karadeniz ve Adriyatik ticaretinde, artık ekonomide uygulanırlığı yerleşmeye başlayan “Liberalizm” devreye girmişti...Bu durum, yani liberal rejim uygulanması, Rumların gerek tüccar ve gerek banker olarak imparatorluk içindeki önemlerini artırmış, öncesinde kavramaktan uzak kalınan merkantilizm bir tarafa, birde liberalizm gerçeği ile karşı karşıya kalınmıştı.

Ermeni Bankerler > ise Sultan Mahmut devrinde kendilerini gösterme fırsatı yakalamışlardır.

Ermenilerin, Rumlardan farklılıkları; Kırsal bölgelerde yaşayan topluluk oluşları, tarım ve bazı el sanatları ile küçük tüccar sınıfında yaygın olmaları, yaşadıkları bölgelerde faaliyetleri sebebiyle belirli bir gelir seviyesine ulaşabildikleri için > ileri denilebilecek seviyede cemaat okulları açmaları ve buna benzer şeyler şeklinde sıralanabilir...

Bu okullardan yetişenlerin büyük bir kısmı, şehirlerde, edindikleri bilgi ve becerilere uygun işler aramış ve bulmuşlardır da...

Ermenilerin, II.Mahmut devrinden itibaren, İstanbul'a, adeta akın ettiği söylenebilir.

Bu devirde, Tangıroğlu ile Kürkçüoğlu aileleri, sarraflık mesleğinde en göze çarpan ve bilinen ailelerdir.

Bunlardan birincisine damat olan Kazaz Artin ise, küçük yaşta maharetini göstererek kısa zamanda Sultan Mahmut'un gözüne girmiş ve Darphane Amirliğine kadar yükselmiştir.

Kayınpederi Tangıroğlu Agop ise, bu devrin en meşhur siması Halet Efendinin entrikalarına karıştığı için, aynı kişinin sarrafı olan bir Musevi ile birlikte idama mahkum olmuştur. Malum rekabet konusu...

Hep böyle mi sonuçlanıyordu?

Baştan sona isim isim neticeler nedir bilmiyorum ama; Tanzimat dönemine kadar, Galata bankerleri can ve mal güvenliğinden yoksun bir çalışma içerisindeydiler demek > yanlış olmaz...

Bilinen, Yeniçerilerin ortadan kaldırılmalarına kadar geçen zaman içinde, hemen hepsi, yeniçeri ortalarının başının himayesi altında yaşamıştır. Hani bir nevi koruma-güvenlik müessesesi durumu olsa da, işin içine rekabet ve entrika girince, bir çoğu hayatlarını meslekleri (!) uğrunda feda etmişlerdir.

Yeniçerilerin ortadan kaldırılması ve Tanzimat’ın ilanı ile güvence altına girdikten sonra faaliyetlerini genişletmiş ve yavaş yavaş, diğerlerinin izlediği yol ve yöntemlere yenilerini ekleyerek, imparatorluğun mâli işlerini kontrolleri altına almışlardır.

Tanzimat sadece Galata bankerleri için olmamıştı tabi ki; İngiltere ve Fransa ile yapılan iki ayrı ticaret anlaşması vardı, Osmanlı İmparatorluğu yeni bir hukuk rejimine girmişti, iktisadi anlamda da, ikinci ve devletin yabancı olduğu yeni bir kavram, liberalizm, kapıdan içeri güle oynaya girmişti...

Bu anlaşmalardan sonra mübadele hadler > hızla İmparatorluk ekonomisinin aleyhine dönse de, sonuçta ithalat da ihracat da artmıştı. Mahalli gümrükler kaldırılmış, gümrük resmi de ithalatta %12'den %3'e indirilmişti. Yakın dönem ile olan benzerliği şaşırtıcı değil mi?

Bu gelişen dış ticaretin para ve kredili alım satım işlerini Galata bankerleri yürütmeye başlamışlardı. Aralarında artık Avrupa'da Ticaret ve hukuk, iktisat eğitimi görmüş kişiler de vardı. Bilgi ve beceri vardı, destek vardı, güven vardı ama her ne oluyorsa, hep imparatorluğun siyasi ve iktisadi menfaatlerinin aleyhinde gelişiyordu...

19yy'ın ilk yarısı daha sona ermeden, dış ticaret, değer olarak açık vermeye başlamıştı... Bu dönemde, ihraç edilmiş olan kaime (kağıt para)'nın altın karşılığı olarak değeri süratle düşmeye başlamıştı... Beraberinde İngiliz lirası ile Fransız Frangı'nın kambiyo kurları yükselmeye başlamıştı... İthalat güçleşmiş ve bolluğuna alışılmış > malların yokluğu, özellikle şehirlerde ve üst gelir grubu ile saray çevresinde tahammülsüzlük sınırına dayanmıştı...

1845 yılında Osmanlı Hükümeti ile anlaşan iki banker meseleye bir çözüm getirmişlerdir. Bu bankerlerden biri Fransız ihtilalinden kaçarak İstanbul'a yerleşmiş J.Alléon adlı bir Fransız, diğeri de imparatorluğun bundan sonraki banka ve bankerlik işlerinde yarım asırdan fazla söz sahibi olacak olan Baltacı namı verilen Baltazzi ailesinin babası Teodor Baltazzi idi. O dönemden bu döneme ilerleme gösterdiğimiz ortada; Adam ithal ediyor iken, artık pasaport sayısını artırarak işe çözüm yaratıyoruz...

Bu iki banker, başlarında bulundukları bankerlik kuruluşları vasıtasıyla, Londra ve Paris piyasasına, bir Sterline karşılık 110 kuruş hesabı ile bir yıl vadeli çekleri satmışlar, ele geçeni ithalatçı tüccarların emrine sunarak döviz darlığını gidermeyi başarmışlar, tahammülsüzleri tatmin etmişlerdi.

450.000 Frank, yani Osmanlı lirası olarak takriben 20.000 lira tutan bu kredi operasyonunda başarı gösteren bu iki banker, bir anda Osmanlı Hükümeti ve Padişahı Abdülmecit ile güven verici bir yakınlaşma içine girmişlerdi.

Tüccara, ithalatın finansmanı için sağlanan bu kredi de, aslında bu iki banker aracılık yapıyor, iyi de kazanıyorlardı. İki yıl üst üste bu iş başarı kazanınca, bu iki banker Osmanlı Hükümetinin himayesi altında, amacı sadece kambiyo kurunu dengelemek olan ve adı " İstanbul Bankası " olan bir banka kurmuşlardı. 1847 yıl başlarında kurulan bu banka sayesinde İmparatorluğun dış ticareti düzene girmiş gibi görünüyordu...

Ne var ki, bu gidişatın engelleyicisi bir durum söz konusu idi; Avrupa eski rejimleri sarsıyor, öncüde Fransa oluyordu... Fransız orta sınıfı, 1789-1791’de, liberal program temelinde, siyasi istikrarın ve ekonomik ilerlemenin olup olamayacağı sorgusunu başlatmıştı... Direktuvar (1795-9), Konsüllük (1799-1804), İmparatorluk (1804-14), Bourbon Monarşisinin geri dönmesi (1815-30), Anayasal Monarşi (1830-48), Cumhuriyet (1848-51) ve İmparatorluk (1852-70) biçimindeki hızlı değişimler, çelişkiler dönemi...

İşte daha bir yıllık bir dönem tamamlanmıştı ki; 1848 Fransız İhtilalinin çıkması, yalnız Marsilya yolu ile yapılan Avrupa ticareti değil, bütün Avrupa ülkelerini de içine alan bir ticari durgunluk ortaya çıkmıştı... İstanbul Bankası işlemlerini tatil etmek zorunda kaldı... Bunun üzerine Osmanlı Hükümeti araya girerek bankanın faaliyetine devam etmesini sağlamaya çalışsa da, amaçlananın dışına çıkıldı...Zamanın Maliye Nazırı Nafiz Paşa, özellikle sarayın ve bürokrasinin, Avrupa malı tüketimi ve yeni tarz yaşamını sürdürebilmeleri için talep ettikleri ödeneği karşılamak maksadı ile bu bankadan 130 milyon kuruş borç talebinde bulunmuş ve bu istek yerine getirilince, kaçınılmaz sonuç, banka zor duruma girmişti...

Bu banka, öz sermayesi bulunan bir kuruluş değildi!

Banka, işlemlerini sağladığı güven, ticari itibarla yürütüyor, Avrupa banka ve bankerleri üzerine çekilmiş poliçelerle ve bunların getirileri ile çalışmasını gerçekleştiriyordu.

Bahsi geçen “Kredi” de bu poliçelerle sağlanmıştı. Vadeleri geldiğinde, hükümetin bunları devamlı yenilemek istemesi, bankayı, Avrupa'daki alacaklıları karşısında son derece güç bir durumda bırakması dışında, güvenilirliği hakkında da son derece olumsuz piyasa söylemi oluşmasına sebep oluyordu... Hatta bir aralık hükümetin depolardaki yığın halinde bulunan eski topları maden değerleri üzerinden bankaya bırakmak > teklifi ortaya çıkmış, fakat Tophane Amiri buna karşı çıktığından bu iş de gerçekleşmemişti. Sanki çok yakın dönemin tarihsel bir yansıması, bu kadar mı olur..?

İstanbul Bankası 1852 yılına kadar, kambiyo kurunu, yani sterlin karşılığını 110 kuruşta tutmayı başarmıştır... Başa baş götürdüğü kaimeleri, sonrasında hükümetin aldığı borçları vadesinde ödeyememesinden sebep, zarardan kurtulmak için kaime üzerinde aciyo > işlemlerine girişmişti.

Mesela; piyasada kaime darlığı olunca piyasaya kaime sürüyor, sonra bunları ıskonto haddini yükseltmek sureti ile geri çekiyordu. Bunun üzerine kaimelerin değeri düşüyor, bunları piyasadan ucuza topluyordu.

Bankanın bu işlemlerle çok para kazandığı ve hatta Galata piyasasına çok kârlı yeni bir iş türü getirdiği de iddia edilmiştir.

Banka sahipleri, her ne hikmetse, bu kârlı operasyonlara rağmen, Avrupa'da bozulan kredi ve şöhretlerini kurtarmak yönünde bir çaba içerisinde olmamışlardır... Bankayı belirli bir öz sermayeye kavuşturarak koruyacaklarına, kapatmayı tercih etmişlerdir... Objektif olma adına, bunun başka bir sebebinin, hükümetin, o tarihlerde Avrupa banka ve bankerleri ile doğrudan doğruya kredi operasyonlarına başvurması olduğu da söylenebilir. Yani...

Bu dönemi de, Galata bankerleri dışında bir detayla ama gene bölgeye has bir ayrıntıyla kapayalım...

1623-1640 yılları arasında saltanat süren Sultan Dördüncü Murad zamanında, uçma tasarısını gerçekleştirdiği ve geniş bilgisinden ötürü halk arasında Hezarfen olarak anıldığı bilinen; Hezarfen Ahmed Çelebi, dünyada ilk kez uçmayı başaran Türk bilgini...

Da Vinci, Hezarfen’e esin kaynağı olmuş mudur > , bilemiyorum ama takip yazısında kullanacağım bir duruma, Hezarfen’in esin kaynağı olma ihtimali daha yüksek...

Söylenen; İsmail Cevheri adlı bir başka Türk bilginini örnek alarak, o günkü koşullarda bir hava taşıtının tasarımcısı ve uygulayıcısı, Hazerfan Ahmed Çelebi...

Galata kulesinden kendisini boşluğa bırakarak, kendi tasarımı olan kanatlarla, İstanbul boğazını aşmış ve Üsküdar semtine inmiş...

Sarayburnu'ndaki Sinan Paşa köşkünden bu durumu seyrettiği söylenen Sultan Dördüncü Murad, kendisini Cezayir'e sürgün ederek ödüllendirmiş, Hezarfen, genç yaşta > orada vefat etmiştir...

Gerçi yakın dönemde özel bir hava alanına ismi verilmiştir, olsun, bilim ve onu uygulama cesareti gösteren bir insana geçte olsa verilen kıymet, hiç yoktan iyidir...

Saygılarımla

 
Toplam blog
: 72
: 1708
Kayıt tarihi
: 09.08.07
 
 

"Beklentiler denizinde boğulmaktansa, gerçekler ve gerçekleşenler nehrinde yıkanarak arınmayı tercih..