Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

03 Kasım '09

 
Kategori
Gündelik Yaşam
 

Galibiyeti ahlâksız sözle kutlamak...

Galibiyeti ahlâksız sözle kutlamak...
 

Bazen çok karamsar oluyoruz, yazdığımız yazılar kudurmuş bir sel gibi, her şeyi kökünden söküp götürüyor, bazen de iyimser tarafımıza denk gelip umut dağıtıyoruz, güzel şeylerden bahsediyoruz.

Aslında her şey yerli yerinde duruyor. Med-cezirler sadece bizim beynimizde fırtınalar koparıyor.

Yaratılışı gereği insanın doğasında böyle bir acullük var. Kendi küçücük dünyamızdaki bu gel-gitlere rağmen, ne tabiatta, ne zamanda, ne zeminde ve ne de bizim dışımızdaki insanlarda herhangi bir değişiklik söz konusu değil…

Duygusal olmayı insanlığın vazgeçilmez şartı olarak kabul ediyorum. Bir hüzün karşısında titremeyen, bir güzellik karşısında mutlu olmayan ve bir haksızlığa isyan etmeyen canlıya insan demek zor. Ama soğukkanlı, bilinçli ve en önemlisi de akıllı ve mantıklı hareket etmek de insanlığın olmazsa olmazı…

Bu dengeyi kurabildiğimiz zaman, her şeyi bulanık gören bir miyop hastanın gözlüğünü takıp dünyaya bakması gibi, cisimleri net görmeye ve iyiyle kötüyü, güzelle çirkini, doğruyla yanlışı birbirinden ayırt etmeye başlarız.

*****

Aynı şeyleri konuştuğu halde farklı şeyler ifade eden veya en azından ettiğini zannedenler var. Elbette Tanrı’nın yarattığı canlıya bizim biçim vermemiz mümkün değil. Ama belli etkenler yüzünden işlevini tam göremeyen organların tozunu almak, onları çalışır hale getirmek mümkün.

Gözlüğümüzün camını silmeden, onun ne kadar kirlendiğini ve görüşümüzü ne kadar etkilediğini pek anlayamayız.

Aynı olaylar karşısında aynı duyguları yüklenip aynı tepkiyi vermeye başladığımız zaman, gerçekten bilinçli bir toplum oluruz. Şu anda bunu paylaşamamanın ıstırabını yaşıyoruz.

Sahip olduğumuz dünya görüşleri, bizi amacımıza ulaştırmaya yarayan birer araçtır. Çoğu zaman araçları amaç olarak görmek gibi bir yanlışımız var. Aynı amaç etrafında halkalanmayı becerebilsek, zaten ona ulaşabilmek için kullandığımız araçların hiç önemi kalmayacak.

*****

Şikâyetçi olduğumuz olumsuzlukların temelinde yatan nedenlerin en önemlilerinden biri ahlâk erozyonudur. Özellikle “din” bağlamında ahlâksızlık olarak algılanan bazı davranışların, modern anlayışta serbestçe yapılabiliyor olması, çağdaşlığa olan özentimizi artırıp dinle ve ahlâkla bağlarımızı kesmemize neden oldu.

Oysa ahlâk dinle olduğu kadar, akılla, mantıkla, felsefeyle, insanla, toplumla, kısacası hayatla birebir bağlantılı bir kavramdır. (Dinle olan ilişkisi de zaten oradan geliyor.) Onu kesip attığımız zaman, hayatımızın bir kısmı eksik kalıyor, ama farkında değiliz.

Geçenlerde bir arkadaşımız “Blog ahlâkı” diye bir yazı yazmıştı. Ben de bir yorum yazarak, ahlâkın çeşitleri olmadığını, bir insanda ahlâk varsa vardır, yoksa da yoktur, gerçeğini anlatmaya çalışmıştım.

Biliyorum pek çok arkadaşımız bunu kabullenmek istemeyecektir ama, gerçek budur. Siz hiç evinde çoluk çocuğuna, eşine, akrabalarına karşı ahlâksızca tavırlar içinde olan, sonra işine gidince dürüstçe hareket eden, kimseyi kandırmayan, hak yemeyen, helâl haram ayırımı yapan birini gördünüz mü?

Ya da işinde bin bir fırıldak çevirip, her türlü üçkağıtçılığı yaptıktan sonra, aile çevresinde kuzu gibi hareket eden birine rastladınız mı?

Bu ahlâk dediğimiz şey, şemsiye gibi, eldiven gibi, lazım olunca kullanabileceğimiz bir eşya değildir. Kaldı ki bir hafta şemsiyenizi taşırsınız yağmur yağmaz da, yanınıza almadığınız gün yağıverir değil mi?

İşte bu konuyu anlayacağımız şekilde kaleme alan bir yazı yazmıştı Ümit Culduz ve şöyle demişti: “Evde kalan ahlâk yıpranır. Yıpranmakla da kalmaz. Paymal olur dostlar. Ahlâk dediğiniz her bi daim yanımızda bulunmalı, istenince şaaaak diye gösterilmeli. Öyle evde unuttum, yanıma almamışım gibi mazeretlerin hiçbir geçerliliği yoktur.”

Evet, ahlâk dediğiniz şey evde unutulmaz sizin anlayacağınız, işyerinde de bırakılmaz. Her zaman insanın içinde olur ve olmalıdır.

*****

Şimdi gündem Ercan Saatçi ile Metin Özülkü’nün uygunsuz sözleriyle çalkalanıyor biliyorsunuz. Bu iki ünlü ve müzisyen şahsiyetin (sanatçının), kendilerinden hiç beklenmeyen (!) diyaloğu, kamuoyunu ikiye bölmüş durumda.

Kimileri bunu bir ahlâksızlık olarak görüyorlar. Özellikle olayın mağduru durumundaki Galatasaray taraftarları haklı olarak ateş püskürüyorlar. Kimileri ise, bu tip küfürlerin “sıradan” olduğunu, her taraftarın yapılan maçlar sonunda alınan sonuçlara göre böyle şeyler söyleyebildiğini savunuyorlar.

Ercan Saatçi de bunlardan biri. Kendini temize çıkarmak için yazdığı yazıda, Galatasaraylı, Fenerbahçeli ünlü birtakım kimselere soruyor: “Siz hiç mi hayatınızda bir galibiyet sevincini kutlarken böyle kelimeler kullanmadınız?”

Herhalde duymuşluğu var ki, kendisinden emin şekilde, haklı olduğunu, en azından haksız olmadığını ispat edecek şahitler arıyor. Bilmiyorum açık yüreklilikle “evet, ben galip geldiğimiz zaman sevincimi böyle ifade ediyorum” deme cüretini ve cesaretini gösterecek bir dost bulabilecek mi? Sanmıyorum.

Birçok ünlü kişi de sevincini buna benzer cümlelerle ifade etmiştir belki ama, sırf Ercan Saatçiye destek olsun diye bunu açığa vurup kendisini ele vermek isterler mi bilmem. Öyle bir ikilem ki, evet deseler bir türlü, hayır deseler bir türlü.

Gerçi onlar bu durumdan sıyrılmasını da bilirler. Hani derler ya minareyi çalan kılıfını hazırlar. Herhalde kutlamalarını bu tarz kelimelerle ve cümlelerle yapanlar, buna bir bahane de bulacaklardır.

Oysa bir takım taraftarı olmak ve o takımın galibiyetine sevinmekle, karşı cinsten biriyle beraber olmak arasında bir benzerlik düşünmeyen, dolayısıyle sevincini böyle ifade etmeyenler için herhangi bir endişe söz konusu değildir.

Çünkü onlar küfür kelimelerini ahlâk anlayışlarıyla bağdaştırmazlar. Hayatlarının hiçbir döneminde bu kelimeleri kullanmazlar. Bu yüzden başları belaya da girmez.

Bilmiyorum bu çarpıcı örnek “ahlâk” konusunu bazılarını bir kere daha düşündürebilir mi? Yoksa “yakalanmadığın sürece her şey serbesttir” anlayışının cazibesi daha mı etkilidir? Derler ki, hırsızlık yapmayanın, yakalanma korkusu da olmaz.

Ama ahlaksızlığın giriş cümlesi olarak kabul edebileceğimiz yalanı ve küfrü, hayatın doğal seyri içinde adrenalin artırıcı, yaşama renk katıcı bir nesne olarak görenlerin, karşılaştıkları olumsuzlukları “niye ahlâksız bir toplum olduk?” diye kimseyi eleştirmeye ve özellikle de bunun suçunu başkalarına atmaya hakları olmayacaktır.

 
Toplam blog
: 859
: 979
Kayıt tarihi
: 21.06.06
 
 

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi mezunu, ekonomik..