Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

11 Haziran '12

 
Kategori
Tarih
 

Galip sayılır, bu yolda mağlup

Bir oldular Bolu Beyi ile

Kapattılar enstitüleri

BAŞARAN

Bir kişi hakkında “iyi” diyorlarsa da bir bildiği vardır insanların, “kötü” diyorlarsa da…

“Karanlık Sokakta Aydınlanma - Aksu Köy Enstitüsü”adlı 535 sayfalık kitapta yer alan yazılarında bu okulda öğrenci ya da öğretmen olarak bulunmuş onlarca insan, atmış-yetmiş yıl sonra, okulun birinci müdürü Talat Ersoy ile ikinci müdürü Halil Öztürk’ü bir baba sevgisiyle göklere çıkarırlarken, üçüncü müdür Kemal Kaya için hiç kimse bir tek olumlu söz etmemiş nedense.

Kıssada hisse çıkarmak amacıyla, kimler neler yazmışlar bir bakalım:

1946’da “Millî Şef”imiz İnönü”nün, Başbakanlık mührünü verdiği Recep Peker

hükümetinde Hasan-Âli Yücel yoktur. O’nun yerine, Köy Enstitüleri’ne karşı olduğu bilinen Reşat Şemsettin Sirer getirilmiştir.

Yeni Millî Eğitim Bakanı’nın ilk işi, Enstitüler’in kurucusu İsmail Hakkı Tonguç’u

görevden almak olur. Sıra Enstitü müdürlerindedir.

1946’da Aksu Köy Enstitüsü’nün müdürü, “Yörük”  lâkaplı Halil Öztürk’tür. Öztürk,

öğretmenler ve öğrenciler tarafından çok sevildiği gibi, çevredeki köylüler tarafından da sevilen bir yöneticidir.

Mademki böyledir, O’nu bu görevden almak gerekir!

Nitekim, yeni “Bakan” çok hızlıdır bu konuda. Halil Öztürk’ü görevinden alıp Kemal Kaya’yı atar onun yerine hemen.

Bundan sonrasını, o sırada Aksu’ya edebiyat öğretmeni olarak yeni gelmiş olan Mehmet Başaran’dan dinleyelim:

“Ve Halil Öztürk, bir bana “Hoşça kal dostum”dedi ayrılırken, bir de Hamdi Esmer’e…  En çok Hamdi Esmer üzüldü olaya:

“Katıksız, tertemiz bir halk çocuğu harcandı. Hem de kahpece.” diyordu.  Artık sıra bizlerde… Tugayoğulları’nın damadı başlıyor müdür olarak işe. Bilmezsiniz siz, Manavgat toprağının üçte biri Tugayoğulları’nındır.

“Çalışma Bakanlığı müfettişliği de yaptı damat. Kayınpederinin arazilerini toprak yasasına uydurdu. On yıldır Ankara’daydı. Yani millî eğitimden ayrı… Çocuk Esirgeme Kurumu’nda bir yerdeymiş; diye duyardık. Tanrı yardımcımız olsun!”

Başaran’ın bu satırlarını okurken, hayıflanıp durdum.

Yahu, ne kafa var bende!.. Ne kalın bir kafa hem de…

Ben ki, Diyarbakır’ın Ergani ilçesindeki eski 21 Köy Enstitüsü’nden biri olan Dicle Öğretmen Okulu’nda üç yıl görev yaptım; 1960’lı yıllarda.

Çevrede geniş toprak sahibi olan nüfuzlu ağalar vardı. Seçimlerde “sandık başkanı”

göreviyle gidince köylerine, misafir ederlerdi konaklarında beni. Akşam yemeklerinde olsun, sabah kahvaltılarında, yalnızca kuş sütü eksik olurdu sofralarında.

Doğrusu ya kibar davranırlar, saygı gösterirler; bir dediğimi iki etmezlerdi asla.

Sonra yetişmiş, gelinlik çağına gelmiş güzel kızları da vardı. Birine talip olsam, hayır demezlerdi mutlaka!

Bakınız, Kemal Kaya  ne iyi etmiş de bir toprak ağasının kızıyla evlenmiş!

O öğretmense, ben de öğretmendim.

Üstelik, belki O’ndan daha uzun boyluydum ve belki daha gürdü saçım.

Ama boy da yetmiyor, saçın gür olması da…

Nerde bende Kemal Kaya’daki akıl, fikir!..

Ahhh, ahhh!.. Kemal Kaya kadar aklım olsaydı, Mehdi Eker yerine ben olurdum şimdi Gıda Tarım ve Hayvancılık Bakanı!

Bir ağa kızıyla evlenmek varken, Bulgaristan göçmeni işçi Rahim Usta’nın kızı Keşan Kız Enstitüsü Öğretmeni Güler Erkan’la evlenmek, akıllı bir adamın yapacağı bir iş değildi ama ben bu aptallığı yaptım işte!

Yaptım da halt ettim!

Otuz küsur yıldır, ne kitap düştü elimden, ne kalem…

O matbaa senin, bu matbaa benim, dolanıp durdum.

Parmaklarım kurtulmadı mürekkepten. Yüzlerce dergi, yüzlerce kitap… Bastır Allah bastır…

On binlercesi depolarda durur hâlâ.

“Akılsız kafanın, taban çeker zorunu”demiş ya atalarımız, olacak o kadar!

Neyse efendim, bırakalım biz zevzekliği de,  gelelim yine Aksu’ya…

Yeni müdür Kemal Kaya hakkında Başaran’ın arkadaşı Bekir Bey ne diyormuş acaba?

“O salon efendisi, nasıl yaşayacak buralarda yahu! Kuru sandalyeyi beğenmez, koltuk ister o. Sen Ankara’daki işini bırak, kalk Karanlıksokak’taki Enstitüye, tozun toprağın içine gel. Kim bilir ne çıkarları vardır efendinin!”

Gelince görülür ki, Bekir Bey’in dediği gibi, gerçekten bir salon efendisidir yeni müdür! Avrupa görmüş bir insan olarak  Enstitü’de hiçbir şeyi beğenmez.

Hele hele öğrenci mevcudunun 850 olduğunu öğrenince cinler tepesine çıkar:

“Dört yüz nemize yetmez? Mevcudu hiç olmazsa yarıya indireceğiz. Burası terbiye yuvası, imarethane değil. Önce memleketi düşüneceğiz.”

Ve devam eder:

“Burada öğretmen mi yetiştiriyoruz, ustabaşı mı? Bundan sonra derslere önem vereceğiz. (…) sık elekten geçireceğiz hepsini.”

“Bilmeyenlere basın sıfırı, efendiler. Gözlerinin yaşına bakmayın.”

“Öğretmen öğretmenliğini, talebe talebeliğini bilecek. Mektebe benzeteceğiz buraları. Başıboşluktan kurtaracağız. Kalite yükselecek. Yakında fakülte çıkışlı öğretmenler gönderecek Vekâlet.”

Apaçık anlaşılıyor ki bu sözlerinden, yeni müdür Kemal Kaya “Köy Enstitüsü” anlayışına tamamen karşı… Aksine eski okulu, ezberci medrese zihniyetini savunan bir insan o.

Tonguç, Aksu’yu ziyaretinde, günlük güneşlik bir günde sınıfta ders yapıldığını görünce, öfkeyle şöyle der:

“Enstitünün ne demek olduğunu ne müdür, ne muavin, ne de maarif müdürü hiçbiriniz anlamamışsınız. Bu iş böyle olmaz. Allah’ın bu sıcak cehennem gibi memleketinde arazi üzerinde yapılması gereken bir ders için bile içeriye tıkılıyorsunuz. Öğretmenler alışıncaya kadar, kilitleyin bu sınıfların kapılarını. Hepiniz açık havaya fırlayın bakalım!”

Bir Hasan-Âli Yücel’in genel müdürü Tonguç’un kafasına bakın, bir de Reşat  Şemsettin Sirer’in seçip gönderdiği müdür Kemal Kaya’nınkine…

Taban tabana zıt değil mi?

Pekiyi, söyleyin şimdi, Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü mezunu öğretmen Mehmet Başaran, nasıl anlaşsın böyle bir müdürle?

Nitekim, müdürün öğretmenler kurulu toplantısındaki bu ağır suçlamalarına dayanamayan Başaran, söz alıp:

Efendim, iki ay önce geldim buraya. Benim durumumda birkaç arkadaş daha var. Kendim de böyle bir yerde yetiştim. Söylenenler fazlaca ağırdı. Söylentilerden kaynaklanıyordu. Enstitüler, kendi koşullarımızın doğurduğu özgün kurumlardır. Gelişmeleri sürmektedir. Toptan mahkûm etme biraz insafsızlık olur. Genellikle Enstitülere yapılan saldırılar…” der demez, müdür sözünü kesip hemen Başaran’ın, birden yumruğunu indirerek masaya, verir ağzının payını bu saygısız öğretmene:

“Kesin efendim! Anlaşıldı. Otur yerine,  bozgunculuk ediyorsun. Zaten buralarda kötü niyetliler olduğunu duymuştum. Sanırım, birkaç kez de ikaz ettim sizi.”

Elleri titreyerek devam eder:

“Gençsin, zannederim, bir müdürün selâhiyetleri hakkında fikrin yok. Sicilinize yazılacak iki satırı, Allah bile değiştiremez.”

Bu anlayıştaki bir müdürün, Başaran’ın siciline neler yazabileceğini siz bir düşünüverin artık.

Daha sonra, kız-erkek öğrenci konusuna değinen müdür, şöyle der:

“Nedir o kol kola muhtelit (*) oyunlar? Şahsen bu yaşlarda iki cinsin bir arada bulunmalarına muhalifim. Ayrı yerlerde okutulsunlar efendim. Bu teklifimi Vekâlet’e arz edeceğim.” (**)

Gerçekten de bir süre sonra, kız öğrenciler Kızılçullu Köy Enstitüsü’ne gönderilir.

Bu kafadaki öğretmen ve yöneticiler 1961’den sonra, kız-erkek karma eğitim yapan Hasanoğlan Deneme Öğretmen Okulu’nda da vardı. Musa Okay öğretmenimle birlikte onlarla mücadele ettik ama Okay öğretmeni Malatya’ya, beni de Kars’ın sınır ilçesi Arpaçay’a sürgün ettirerek onlar galip geldi sonunda!

Ancak, “Galip sayılır, bu yolda mağlup” diyerek  ikimiz de başımız dik olarak gittik; yeni görev yerlerimize.

 

 

  

(*) Muhtelit:  Karma, karmakarışık

(**) Karanlık Sokak’ta Aydınlanma-Aksu Köy Enstitüsü, Yayına Hazırlayan: Yeni Kuşak Köy Enstitüler Derneği, Antalya 2011

 

  

 
Toplam blog
: 303
: 309
Kayıt tarihi
: 21.02.11
 
 

1942'de Antalya'ya bağlı Akseki ilçesinin Gödene (Menteşbey) adlı kuş uçmaz kervan geçmez bir köy..