Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

08 Nisan '07

 
Kategori
Kent Yaşamı
 

Garda

Garda
 

Kentte akşam oluyordu.

Hzlı adımlara bitirdiğimiz gün, yavaş fakat sancılı adımlarla gelen geceyi karşılıyor, bitmemiş işler, söylenmemiş sözcükler kafaları kurcalıyor ve deniz siyah şarkısına boğulurken, eve dönüş yoluna hüzün çöküyordu.

İstanbul darmadağındı. Tıpkı kalbimiz gibi, tıpkı elimizden kayıp gidenlere üzülürken, bir yandan kaybetmemek zorunda olduğumuz gülüşümüz gibi, yapayalnız kalmış anılarımız gibi darmadağınıktı.

İstanbul, ne git diyordu bizlere, ne de kalmak için bir sebep yaratıyordu. Kalbimizdeki çatlaklardan yokluk sızıyor, rüzgarın tenimizi titretmesine engel olamıyorduk bir türlü.

Haydarpaşa Garı'nın önünde durdum. Merdivenlerde sırtımı kuşatan denizin kokusunu duydum uzun uzun... Şehirlerarası tren tarifelerinin kırmızı spotları yanıp sönerken, içimde bu kocaman ve yalnızlık büyüten kentin uğultusu, insanların yüzlerini seyrettim. Herkesin bir hırkası, kendine ait bir küçük dünyası, sevdiği bir tv programı, yastığı ve kendisini bekleyen, kapısını açan, geciktiğinde telaşlanan Küçük bir hikayesi vardı.

Bense, irili ufaklı tüm hikayelerimden vazgeçmiş, kendime tren garında beni bekleyen sancılı bir gitme duygusuyla büyüyen bir dünya yaratmıştım.

Garda uzun bir yol, yolun üzerinde kocaman bir tren, trenin içinde beni bekleyen bir adam, adamın içinde yılların karmaşasından yorgun bir kalp, kalbinde ise aslında bana ait olmayan, ama yine de bu yolculukta yalnızlığıma eşlik edebilecek bir çift gülüş vardı.

Ama hepsinden önemlisi orada, başlı başına ben vardım. Ben, yolculuklara çıkmak için doğmuş olmalıydım. Şehirler, hikayeler büyütmek ve bir gün onları oldukları yerde bırakıp, gölgelerinden yepyeni yaşanmşlıklar süzmek için yaşıyordum. Ardımda bıraktığım herşey, gitgide bana ait oluyordu. Yeni bir kentin eşiğinde dururken belirsizliğin heyecanıyla hızla çarpmaya başlayan kalbim, böylece yaşadığını hissediyordu.

El yordamıya çizdiğimiz yaşamyolumuzun doğru bilmez çizgisi bizi nereye götürse, orada bir hayat kuruyorduk kendimize. Duvarıma bir harita asıyordum. Birgün ansızın çekip gidilebilir diye. Aslında o haritadan bir tane de içimizde var. İnanın bana hepimizin içinde var. Yolumuzu kaybettiğimiz gün, kalbimizi bir pusula gibi kullanmaya başladığımz gün anlıyoruz bunu.

Trene bindim. Akşamın siyahı iyiden iyiye belirmeye başladı. Tren düdüğü çaldı. Vagonların yüzyılardır dinmeyen çığlığını duydum. Vagonlar yüzbinlerce sırrı, aşkı ve acıyı taşımakan yorgun, sesleniyordu içimize...

Gidiyordum işte. Tıpkı şairin dediği gibi, bu aşkı, bu yağmuru ve bu kederi sizlere bırakarak...

ÇİĞDEM ALDATMAZ

 
Toplam blog
: 19
: 897
Kayıt tarihi
: 29.03.07
 
 

"Neden?" sorusu kafamı kurclayıp durmakta. Yarın ne kadar sürer, hayaller nerede biter, gerçek nered..