Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

02 Şubat '12

 
Kategori
Öykü
 

Gariban Kesesi (II. Bölüm)

Gariban Kesesi (II. Bölüm)
 

…Yaşadığı bu nitelikli çözülüm beraberinde bir tür bırakıverme sürecini de getirmişti. Sonunda o idrak anı gelmiş ve gerçekte tek başına olduğunu anlamıştı. Kendisine kalırsa, bu durumu, çaresizlikten, terk edilmişlikten ya da sorumluluktan kaçmak için bencilce seçmemişti. Ona göre yalnızlıkla, tek başına olmak farklı şeylerdi! Yalnızlık bir girdap gibi insanı içine çekebilir ve diğer insanlarla ilişkileri büyük ölçüde kesebilir... Oysaki tek başınalıkta, olgunlaşma mücadelesi içindeki insan, zaman zaman o iç  mabedinden çıkıp çevresindekilerle de iletişim kurar. Çünkü bilir ki, yardımlaşmadan gerçek gayeye, hayatın sırrına ulaşılamaz… 

(Öykünün I.bölümü için bkz. http://blog.milliyet.com.tr/gariban-kesesi/Blog/?BlogNo=346379  )

Fakat şu da bir gerçekti ki, tek başınalığına giden yola yelken açtığında artık hiçbir şey eskisi gibi olmamaya başlamıştı. Göreceli bir yalnızlık hissettiği duygusal dönemler de kendisini ara sıra yoklamaktaydı. Biliyor ve hiç aklından çıkarmıyordu ki; insanın özünün dışındaki, sahte sayılabilecek olan benliğini besleyen bağlar kopmaya başladıkça, onu anlayan, nasıl bir süreçten geçtiğini bilen insan sayısı da giderek azalmaya başlar...

Kendi başınalığıyla rahat hissetmeye başladığı anların, gerçek özüne bağlanmaya başladığı anlar olduğunu artık tecrübeleriyle keşfetmişti.  Tek başınalığı, giderek adeta her şeyin merkezi haline geliyordu… Dışarıda, kolay seçimlerin gönüllü tutsağı olan başkaları gibi medet umacağı bir Tanrı yoktu. Mazeretler, suçlamalar yoktu! Kurban bilinci de pek yoktu.

O halin özü sadeydi, sadelikti. Özü itibariyle de son derece basitti. Aslında öylesine basitti ki, onu tanımlamanın bir yolu da sanki yoktu. Çünkü o oldukça tanımsızdı. İllâ bir tanım aranacaksa o, büyük oranda bireysel olup ancak bütüncül bir algı ile ortaya çıkan, doğrudan edinilen deneyimlerle bu deneyimlere eşlik eden kendiliğinden bir biliş hali gibiydi.

Bazılarına göreyse bu düşünce ve tercihleri, sağ ve sol ayağı arasında, gariban kesesinin kalınlığının sadece on katı kadar, 15 mm. olan seviye farkının bir eseriydi... Diğer bazılarına göre de bir armağanı… Evet, iki ayağı arasında, doğum esnasında ters gelişten ve alınırken de ufak bir hamle yanlışlığından kaynaklanan bu fark, onun bir ayağını hep hafifçe –çaktırmadan- sürüyerek yürümesine neden oluyordu. Onu bir ölçüde de “öteki” kılan bu durumun ergenlik yıllarındaki önem ve acısı tabii ki çok daha büyük ve uzundu… O dönemlerde bu uzunluk zaman zaman kilometrelerce olabiliyordu...

Fakat hiç aklından çıkarmıyordu ki;

Tek başınalığının gerektirdiği cesareti ve kendine güven duygusunu sürekli koruması gerekiyordu. Çünkü alışılmış refleks ve özlemlerin benliğini kuşatan yoğun katmanlarından sıyrılırken bu ikiliye çok ihtiyacı vardı. Diğer taraftan görüyordu ki; başkalarının, sürekli kalabalıklar halinde yaşamayı yeğlediği hayatlar, içinde bol ezberli refleksleri olan bir süreçti ve tabii ki sık sık düşünüp hissedip anlamlar yükleyerek yaşanamazlardı! Ancak ve ancak akıntıya kürek çekerek, “Roma’da Romalılar gibi olarak” yaşanabilirlerdi!

Bilinen ama onun için daha fazlasıyla bir gerçekte şuydu ki: Ne zaman ve hangi yaşta olursa olsun, mümkün olabildiğince sağlıklı birliktelikler için, önce tek başınalık yeteneğiyle yaşamın üstesinden gelmiş olmanın olmazsa olmazlığı…

Ve beklentileri de yüksek olmamalıydı. Çünkü kendi olduğu, gerçek haline ulaştığı için kimse ona her hangi bir ödül vermeyecek, madalya da takmayacaktı.

Yüksek bir konumda olmayacaktı. Özel de olmayacaktı.

Fakat kendi, öz yüksekleri ferah, derinlikleri ise vurgunsuz olacaktı!

En önemlisi de o böylelikle, öz’üne aykırı, sahte ve yarım değil, gerçek olacaktı.

Banyosunda, 

Kendi kendine daldığı düşünceler ve iç konuşmalarla geçen uzun yıkanma ve kese işlemi nihayet bitmişti. Yüzünde hafif bir tebessümle yeni kesesine baktı ve dedi ki: “Senin adın bundan sonra tek başınalık kesesi olsun mu?”

Ardından da “Acıyı bal eyledik" şiirinden bir bölüm döküldü nemli dudaklarından:

Gün gün ile barışmalı / kardeş kardeş duruşmalı / koklaşmalı söyleşmeli / korka korka yaşamak ne!” (H.Hüseyin Korkmazgil)

Ama korkudan, zorunluluktan veya sebepsizce sürekli de bitişik düzen halinde değil...

İ.Ersin KABAOĞLU,

27 Ocak 2012, Ankara 

 
Toplam blog
: 366
: 2333
Kayıt tarihi
: 05.10.07
 
 

Samsun/Ladik doğumluyum. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım babamın görevi gereği ülkemizin Orta ..