Mlliyet Milliyet Blog Milliyet Blog
 
Facebook Connect
Blog Kategorileri
 

31 Ocak '12

 
Kategori
Öykü
 

Gariban Kesesi

Gariban Kesesi
 

Görsel kaynak:www.pestemal.com


Annesi doğum gününde ona güzel bir kazağın yanısıra bir de kese hediye etmişti. Fakat bu normal keselere benzemiyordu. Uzunca bir keseydi ve her iki ucunda da göğüs/omuz geliştirme yaylarının sapları gibi plastikten tutaçları vardı. Önce pek bir şeye benzetemedi. Yarım ila bir dakika süren bir şaşkınlıktan sonra yalnız bir insanın, yardım almaksızın sırtını rahatça keselemesine yarayacağını anlamıştı.

— Yine de, “Anne bu ne” diye sordu.

— “Gariban kesesi oğlum, gariban kesesi… Yalnızsın ya! Sırtını rahatça keselemen için, kim bilir sırtın ne haldedir. Ben de bu halimle gelip keseleyemem ki…”

Bu, oldukça yaşlı ve hastalıkları da olan annesinin ona doğum gününde sanki bir takma (protez) aletini de andıran ek bir hediyeyle “gözüm arkada gideceğim” deyişi gibiydi… Yine de buna pek aldırmadı. Zaten hemen her karşılaştıklarında aynı sözü duyuyor ya da bu minvalde imaları sıkça algılıyordu…

Ama “gariban” sıfatı biraz ağrına gitmişti. Bu sözcüğün kökü, atası olarak bildiği “garip” sıfatını hem yenilikçi Garip akımının kurucusu  Orhan Veli’den dolayı biraz sempatik bulduğundan hem de çok sayıdaki (en az beş) anlamından ötürü alışık olduğundan kanıksamıştı. Ama bu “gariban”, çokça yalnızlık, kimsesizlik, biraz zavallılık hatta kısmi bir meczupluk çağrıştırıyordu zihninin yarı karanlık dehlizlerinde…

“Gariban kesesi” ürünün halk arasındaki adıydı. Benzeri çağrışımlar herkeste olabileceğinden bu isimle pazarlanması zorlaşacağı için olsa gerek, ticari adı “natürel banyo masaj kesesi” şeklinde geçiyordu. Uzunluğu 75 cm. kadar vardı, kalınlığı da olsa olsa 1,5-2 mm.

Ne olursa olsun, ister istemez kısa bir gezintiye çıktı zihninin yarı karanlık ve koyu gri o dehlizinde, kendi kendine…

Özellikle son 20 yılda yüzeysellik, muhafazakârlık, sanallık, belirsizlik, süreksizlik ve tüketim çılgınlığı ekseninde süratle yeni mevziler kazanan, kimilerinin post-modern dedikleri sistemle pek de barışık olmayan bir insandı. O dönemler itibariyle oldukça iyi sayılabilecek eğitimi sayesinde üniversite son sınıfta keşfedilerek rica minnet girdiği finans sektöründeki fiyakalı, hızlı ve tantanalı iş yaşamına ancak dört buçuk yıl dayanabilmişti. Çalışkandı. Fakat dürüst çalışkanlığını kırışmalı-kapışmalı iş dünyasında layıkıyla sergileme şansını da pek bulamamıştı. Daha sonra girdiği, bir sendikadaki sosyal güvenlik uzmanlığı alanında, sahip olduğu değerlere biraz daha yakın bir çalışma ortamında idare edip gitmekteydi… Kendini daha çok doğa gezilerine, okumaya ve yazmaya, fırsat buldukça da müzik, dans ve spora vermişti.

İnsanların, çoğunluka ve zamanlarının çoğunda, yönlendirilmiş kişisel çıkar kümeleri halinde ama özünde civa taneleri gibi yapayalnız yuvarlandıklarını, yalnız hissettiklerini… Bir araya gelişlerinin ise, bireysel hedeflere topluca -önce göz, ardından da- el koyma girişimlerinden başka bir anlam taşımadığını sıkça yinelenen deneyimleriyle görüyordu.  Bunu başaramazlarsa birbirlerini dolandırmaya çalışıyorlardı, çaktırmadan… Toplum yararını bireysel olanlara göre çok daha ön planda tutan bir neslin nefesinin daraldığı zor günlerde olduğumuzu, “kralların aslında çıplak olduğunu” her seferinde duyumsuyor, çoğu kez de tanık oluyordu.

Başından üç yıllık kısa ve çocuksuz bir evlilik de geçmişti. Eşinin de -hemen her kadın gibi- içinde; eş, anne, çocuk, sevilmeyi bekleyen duygusal masum kadın, beğenilmeyi ve arzulanmayı isteyen dişi ve kaprisli kadın gibi birçok kadın yaşadığını görmüş ve bilmişti. Sevip de âşık olmadan, boş bulunup arkadaş telkinleriyle evlendiğinden olsa gerek bunların tümüne birden hitap edebilecek bir orkestranın tek ve uyumlu sesini -sürekli- çıkartabilmeyi başaramamıştı. Eşi ise, hemen hemen tüm kadınların genetik olarak ve doğaçlamayla çok iyi bildikleri temel bir jesti bilemiyordu; bir şey yapılmasını ya da alınmasını istediklerinde eşlerini -geçici de olsa- iyi hissettirebilme jestini...  Aksine böylesi anlarda daha da sinirlenip hırçınlaşıyordu! Temelde de o yüzden ayrılıp boşanmışlardı.

Sonrasında birçok kadın daha tanıdı. Çoğu, onları önce insan tarlası, sonra haz aracı, kimisi de tüketim düzeninin en büyük dişlisi olarak düşünen erkek egemen dünyanın bakış açısını içselleştirmiş kadınlardı. Bu durum karşısında daha sonra şansını fazla zorlamadı. İkinci evliliğini yapmadı. Dolayısıyla çocuk sahibi de ol(a)madı. Ama zaman zaman, sahip olduğuna inandığı değerleri aktarabileceği doğmamış çocuğuna içinden mektuplar yazmayı da engelleyemedi. Ornella Fallaci’ye nazire yaparcasına… Hem de bir erkek olarak!

Kısa duşlarla geçen iş günlerini takiben hafta sonu olmuştu. Annesinin armağanı o keseyi koyduğu yerden alıp banyoya girdi… Uzunluğu 75 cm. kadar vardı, kalınlığı da olsa olsa 1,5-2 mm.

Gariban kesesiyle ilk karşılaşma anındaki duygu halini anımsarken birden, çok değerli, zarif, müzisyen bir dostunun sözleri çınladı kulaklarında…“Ey dost!.. İçinde misin zamanın büsbütün dışında mı yoksa? Hiç bir ezgiye dâhil olamayacak yalnız bir nota gibi duruyorsun boşlukta... Yoksa uzuun upuzun es'lerin savurgan tutsaklığında mısın?

Böylesi (zam)anlarda ‘Sapere Aude’ (‘Aklını kendin kullanma cesaretini göster’) klişesine sığınır, ezber bozarak,“Roma’da Romalılar gibi ol” düsturunun aksine ‘Roma dışı’ bir duruşla mutlu olmaya çalıştığını düşünür, bu cesareti gösterdiği için de kendisiyle onur duyarak “ha gayret oğlum, bu yolda devam et…” diyerek öz telkinlerine yönelirdi…

Haydi, kesem dedi, hoş geldin yine tek başınalık, değil ki o garibanlık!”

Kesenin uzunluğu 75 cm. kadar vardı, kalınlığı da olsa olsa 1,5-2 mm. 

Gerçeği arayan biri olarak kendi deneyim ve bütünlüğünden başka insanı bu yönde destekleyecek şeylerin doyurucu olmadığı bir noktaya ötelendiğini de anımsadı keselenirken… Çok aramış, çok çalışmış, çabalamıştı. İşi kendince gerçekleydi. Sürekli onun peşindeydi. Gerçeklerin şu ya da bu çıkar uğruna eğilip bükülmesine, abartılıp azaltılmasına, yok sayılıp üzerinin örtülmeye çalışılmasına, çekip çekiştirilmesine aklı sıra olanca gücüyle karşı durmaktaydı… Ve o bu duruşu sergilerken; sağı, solu, önü, arkası, her tarafının boşalmış olduğunu hemen fark edemeyişini de anımsadı. Etrafında pek kimsecikler kalmamıştı...

(*) Devamı için bkz. http://blog.milliyet.com.tr/gariban-kesesi--ii--bolum-/Blog/?BlogNo=346761   

İ. Ersin KABAOĞLU,

27 Ocak 2012, Ankara 

 
Toplam blog
: 366
: 2333
Kayıt tarihi
: 05.10.07
 
 

Samsun/Ladik doğumluyum. Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım babamın görevi gereği ülkemizin Orta ..